Vampire

Vampire: İzmir by Night (Bölüm 4)

 

İZMİR GECELERİ

Kısım 4: Güller Kan İle Islansın

Hiçbir şey uzağımızda değil.

~~~

‘O’nun bir anda gölgelerin içersinde yer değiştirdiğini görüyorsun,

~~~

Esen meltemle beraber fısıldadığını duyuyorsun,

~~~

Her kâbusunda üzerindeki korkunç etkisini hissediyorsun.

~~~

Dünya ne kadar bize aitmiş gibi dursa da

~~~

Aslında uğursuz bir soy yaşıyor üzerinde,

~~~

Unutulmuş korkular aldatıcı suretleriyle bu uğursuz soyun üzerini örtüyor

~~~

Ve saklı olan her gerçek altında derin bir gizem besliyor.

~~~

Gölgeler şimdi seni çağırıyor.

~~~

Onlara cevap vermeyecek misin? 

Brujah Erdinç, Tremere Cem ve Nosferatu Tevfik, Çilek’in köşkünün arka kısmında iki polisi etkisiz hale getirmişlerdi. Cem’in görünüşü itibariyle -burma bıyıklar, topsakal, uzun saçlar…- kendisini polis memuru olarak tanıtması abes kaçardı.  Bunun için Tevfik’in verdiği bir sivil polis kimliği ile yetindi. Erdinç ile Tevfik ise ara sokaklardan birine götürdükleri iki polisin giysilerini giyerek silahlarını ve kimliklerini aldılar. Baygın polisler ise yıkıntı halinde bir evin bodrumuna atılmıştı.

Arasokakta polislerin kıyafetlerini giyinirken Tevfik ayrıca  vampirik özelliği sayesinde giysilerini aldığı polisin yüzünü adeta okuyarak o yüzü kendi yüzü ile benzeştirmişti. Bu doğaüstü güç sayesinde vampir; yüzünü görünmek istediği herhangi birinin yüzüne benzetirdi. Bu transformatik bir etki değil, aksine zihinsel etki yaratan bir durumdur. Öyle ki; vampiri görenler, onun gerçek yüzünü inkâr ederler ve vampirin yüzünü, zihinlerinde görmek istedikleri biçimi ile kabullenirlerdi. Bu biçimsel inkâr durumu, tıpta çeşitli hastalıklara tekabül ediyor olsa da vampirler bu efsanevi güçlerini ‘Binlerce Yüzün Maskesi’ olarak isimlendirmişlerdi. 

************************

Tevfik,  Erdinç ve Cem hızla köşkün kırılan kapısına doğru ilerlemekteydiler. Bu esnada etraftakilere de fazla yaklaşmıyorlardı. Fazla şüphe uyandırmamalıydı. Ta ki…

Ta ki köşke on adımdan daha az mesafe kalmışken ileriden bir alman kurdu eğitmeninin elinden kurtulup onlara doğru hırlayarak koşana dek!

Köpek hırıldayarak onlara yaklaşmaktaydı ki bu birdenbire Brujah Erdinç’in kenara fırlamasına, sebep olmuştu. Ölümlü olduğu zamanlardan bu yana Erdinç’in köpeklere karşı müthiş bir korkusu ve içgüdüsel atağı vardı. Vampirsi içgüdüleri ona önce buradan hızla kaçıp kurtulmasını söylese de sonradan Erdinç bu düşünceye haklim olmayı başardı. Bir anda irileşmiş köpek dişlerini etrafındakilerin gözlerinden gizlemeyi ise son anda elini yüzüne götürerek başarabilmişti.

“Sakin ol yavrum. Sakin ol güzelim. Otur bakalım”

Sözleri söyleyen alman kurdunun eğitmeni değil Tevfik’ti. Nosferatu’ların sahip oldukları vampir doğası onları hayvanlara karşı hissiyata ve empatiye yönlendirmişti. Şimdi ise alman kurdu hırıldamayı bırakmış, gözlerini Tevfik’in gözlerinden ayırmaksızın onu izlemekteydi. Tevfik ise boğazından kısa kısa köpek inlemesine benzer sesler çıkarmaktaydı. Bunu hayvan ile daha rahat anlaşması için yapıyordu. Etrafındakilerin şüphelenmemsi için ince bir sırıtışı da yüzünden eksik etmemişti. Sonra eğitmen koşarak alman kurdunun yanına geldi, onun kalın ipini tekrar tutarak oradan uzaklaştı.

“Pardon beyler, kusura bakmayın…”

Sonra kapıya gelen üçlü kapıda bekleyen polisleri gördüler. Onlar yaklaşırken yeni yeni kendisine gelebilen Erdinç, Cem ile Tevfik’e ‘bana bırakın’ anlamında hafif bir işaret çaktı. Sonra polislere doğru biraz daha hızlı ilerlemeye başladı.

“Beyler, ben Konak merkez karakolundan Ahmet Saran. Arkadaşlarımda bizim karakoldanlar. Şükrü Bilgin ve Necat Vuran. Elimizde Çilek Karahan hakkında birtakım bilgiler mevcut ve köşkte olan biteni araştırmak amacıyla içeri girmemiz gerekiyor. Köşke bizden önce girenlerle beraber çalışacağız.”

Erdinç bunları söylerken sıradan konuşma tavrından oldukça uzak gibiydi. Kişiliği, duruşu ve hatta sözlerindeki etkileyicilik adeta güçlenmişti. Üzerinde polis kıyafeti bulunmayan Cem elini bıyıklarında gezdirirken bunu fark etmişti. Erdinç doğaüstü etkileme gücünü kullanıyor olabilirdi.

“Pekala, buyurun beyler. İçeride iki araştırma grubu daha var. Eldiven takmayı unutmayın içeride.”

“Tamam, sağolasın.” diyen Erdinç, arkada bekleyen Cem ile Tevfik’e içeri doğru bir baş işareti yaptıktan sonra polislerin arasından içeri doğru geçip gitti.

************************

Üçlü, ön kapıdan hızla içeri girdiği sırada, köşkün etrafını tutan polisler, aniden yere devrilmiş meslektaşlarına doğru koşmuşlardı. Çağlar sırtüstü yatmış yumruk yaptığı elleriyle yeri döverken polisler o tarafa ulaşmış ve yerde hareketsiz ve baygın yatan polisleri ayıltmaya uğraşıyorlardı. Bu esnada iki poliste Çağlar’ın yanına yaklaşmaktaydı. O tarafa doğru hızla yaklaşırlarken aralarında konuşmaktaydılar.

“Kaldıralım şunu yerden Mustafa. Hadi!” dedi ilki.

“Dur Mansur abi ne yapıyosun? Adama baksana. Tutup kaldıramazsınki şimdi bunu yerden, deli gücü var adamda sanki, nasıl dövünüp duruyor görmüyor musun? Şu haliyle ikimizi de savurur öteye alimallah.”

Mansur Güral, Mustafa Şen’den yaşça büyük sayılırdı. Otuzlarında bir adamdı, Mustafa ise henüz yirmilerinin ortalarındaydı.

İkili Çağlar’a doğru ilerlerken Ardından Mansur Güral silahını çekti, yerde kahkahalar atan Çağlar’a doğrulttu. Çatık kaşları ile ona bakıyordu. Yüzünü karartmıştı…

“Kalk lan ayağa zibidi herif! Kalk!” dedi yüksek bir sesle. Silah dosdoğru Çağlar’a bakıyordu.

Çağlar başındaki polisi görünce gülmesini biraz azalttı. Ama yine de gülüyordu. Malkavian yavaşça yerden doğruldu. Çömerek onları izlemeye koyuldu, ellerini karnında birleştirmişti.

“Kalk dedim sana! Dalga mı geçiyorsun lan bizimle!”

Çağlar iki polise birden bakmaktaydı, ayağa kalkmıştı şimdi.

“Buyurun, ne vardı?” dedi gayet sakin bir ses tonuyla. Demin yerde abartılı hareketler yaparak kahkahalar atan birinden hiç beklenmeyecek bir ses tonuna sahipti şimdi.

“Bizimle merkeze geliyorsun genç. Ellerini uzat bakalım” Polis memuru sözlerini söylerken bir taraftanda elindeki silahı kullanarak Çağlar’ın ellerini uzatması için kendi önüne doğru işaret yapıyordu.

Çağlar üstünü başını silkeledi. İki elini öne uzatmışken geride bekleyen polise, Mustafa’ya odaklandı. Bu odaklanmayla beraber Mustafa’nın zihni ile kendi zihni arasında bir bağlantı kurmuştu Çağlar.

Polise odaklandığında açık yeşil gözleri adeta onu içine hapsetmişti. Çağlar polisi izlerken başını hafifçe sağa kaydırmaya başladı

Ve senkronize olarak polisin başı da sola doğru kayıverdi!

Çağlar bakışlarıyla adeta polisin zihnini avuçları içine almıştı. Deliliğin yapışkan ağına polisi saran Malkavian örümcek misali, polisin zihnine alışılagelmişin ötesinde düşünceleri deliliğin ağlarıyla dolamaya başladı. 

‘Şu köşkün duvarında yazanlara baksana. Neden orada yazanları okumuyorsunuz? Orada bir şeyler yazıyor dostum. Hatta seninle oldukça alakalı şeyler yazıyor dikkat edecek olursan. Neden gidip oraya bir bakmıyorsun? Orada yazan şeyler tanıdık biri tarafından senin için yazılmış olamaz mı?’

Mustafa birkaç gündür evinde ailesiyle sorunlar yaşayan birisiydi. Karısı ile arası birkaç gereksiz mevzu yüzünden bozulmuştu. Bir süredir konuşmuyorlar, hatta birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlardı. Birkaç gündür biraz depresif olduğu göze çarpmaktaydı zaten. Malkavian Çağlar Mustafa’nın zihnine girerek bunu görmüştü. Ve şimdi bununla oynuyordu.

Mustafa için her şey bir anlıktı sanki. Çağlar’ın bakışları kendi bakışları ile çakışmıştı, sadece birkaç saniyeliğine. Sonra zihnine farklı, çok farklı düşünceler girivermişti. Polis memuru elini önce alnına götürdü. Dudaklarını sıkarak eliyle gözkapaklarını oğuşturdu. Ardından bakışlarını köşkün duvarına çevirdi. Evet, orada bir yazı vardı. Kimsenin değil ama Mustafa’nın gözünde görülebilen bir yazı. Bir çeşit halüsinasyon sanki;

‘Mustafa, bırak artık peşimi! Bırak da kurtulayım senden! Seninle mutlu değilim, anlamıyor musun!

Duygu’

Mustafa yazıyı görünce adeta şoke olmuştu. Donakaldı ve aslında hiçbir yazının yazmadığı duvarı incelemeye başladı. Uzunca bir süre bu böyle devam etti. Bu esnada Çağlar diğer polis ile konuşmaya başlamıştı.

“Polis kardeş, tamam beni tutuklayın. Ama ben suçlu değilim bunu da bilin. Size gerekli açıklamayı merkezde zaten yaparım. Benim için fark etmez.”

Sonra yeni görüyormuş gibi başını arkada duvara odaklanmış polise çevirdi.

“Birader. Elindeki silahı yerine sokta, bak şu polis arkadaşın durumu pek iyi değil gibi. Öylece mal mal duvara bakıyor.”

Polis memuru Mustafa Şen’in aklında şimdi inanılmaz anlam karmaşaları vardı. Düşüncelerini bir türlü sabitleyemiyordu. Zihnindeki kaosa dur diyemiyordu. Saplantıları bir bir harekete geçiyordu adeta. Onun bilinçaltının derinlerinde yatan saplantılı fikirlerinin hepsi bir bir su yüzüne çıkıyordu. Bununla birlikte duvarın üzerindeki yazılarda bir bir artmaya başladı…

‘Seni sevmiyorum Mustafa!

Duygu.’

‘Seninle yıllarca birlikte olmakla hayatımın hatasını yaptım

Necla’

Seni aldattım Mustafa. Hem de defalarca! Çocuğumuz Serdar… O senden değildi! ’

Polis memuru, duvarın üzerinde eşi Duygu’nın yazdığı yazıları görüyordu. Bu yazılar tüm duvarı kaplıyordu neredeyse!

“Hayır. Olamaz. Bunu bana yapamazsın Duygu!”

Mansur, Çağlar’ı bırakarak Mustafa’nın yanına gitti. Bir Mustafa’ya birde Mustafa’nın faltaşı gibi açılmış gözleriyle bir uçtan bir uca izlediği duvara bakmaktaydı.

“Mustafa neler oluyor oğlum. Kendinde misin? Nereye bakıyosun öyle?” dedi Mansur.

“Abi. Bunu bana nasıl yapar! Anlamıyorum. Bu yazılarda ne böyle?” diyebildi zorlukla Mustafa. Sesi kırılgan bir tonda çıkmıştı. Mansur’un cevabı ise basit ve netti.

“Ne diyorsun Mustafa. Ne yazısı. Duvara bakıyorsun. Duvarda da hiçbir şey yazmıyor.”

Mustafa artan yazılara bakmayı reddediyordu artık. Boğazında bir şey düğümlenmişte konuşamıyordu sanki.

“Nasıl yazmaz abi, görmüyor musun? Neler neler yazmış Duygu benim hakkımda!” diyebildi ancak.

“Ne Duygu’su. Saçmalama allahını seversen Mustafa. Birde seninle uğraşmayalı gözünü seveyim.”

Mansur bu durumdan sıkılmaya ve Mustafa’ya sinirlenmeye başlamıştı. Tüm bu işlerinin arasında birde eşiyle ilişkisinde sorunlar yaşayan Mustafa ile uğraşmak… Hemde gece vakti. Bu hiç oluruna gelmiyordu.

Mustafa’nın sesi ise birden incelmişti. Dudakları titriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. Bu tip durumlarda fazla hassas biri olduğu kabul edilmeliydi.

“Abi. Olamaz abi. Duygu bunu bana yapmamalıydı. Benim gibi adama yapılır mı bunlar abi? Düşündüklerimin hepsi doğruymuş işte!”

“Mustafa bana baksana sen!…”

Mansur tam bunu söyleyip Mustafa’yı kendine çekmişti ki, Mustafa’nın yere bakan gözleri ona döndü. Mansur’un silahına… Mansur onu kendisine çevirmişti ki Mustafa ani bir hareketle silahı Mansur’un elinden kaptı. Kolunu ondan kurtararak birkaç adım geri attı. Tek eliyle yaklaşmaması için Mansur’a işaret yaparken diğer elinde tuttuğu silahı şakağına dayayan Mustafa hırsla soluyarak, delice haykırmaya başladı.

“Ben bu utançla yaşayamam abi. Benim gibi adama bunu yapmayacaktın Duygu!”

Son sözünü söyler söylemez Mustafa şakağına dayadığı silahın tetiğini çekti!

Bir anda bütün sokak kurusıkı kurşunun çıkardığı güçlü ses ile inledi. Mustafa’nın bedeni yere devrildi. Suratı adeta paramparça olmuştu. Kaldırımın üzeri bir anda kan gölüne döndü!

“Kabul etmeliyim ki biraz fazla saplantılıydı.” dedi Çağlar. Yerden deri ceketini aldı, eliyle tek omzuna astı. Polisler bu beklenmedik olay ile kendilerini yeni bir kargaşa ortamının içinde bulmuşlardı. Çağlar ise kargaşadan faydalanarak sokaktan uzaklaştı ve gitti… Arkasından bakan bile olmadı…

************************

Köşk adeta bir saray yavrusuydu. İçerisi inanılmaz bir entelektüel zevk ile döşenmiş, her bir eşya, her bir tablo adeta birbirleri ile uyum içerisinde bulundukları yerlere yerleştirilmişti. Erdinç ve Cem daha önce köşkün içine girmişlerdi. Tevfik ise ilk kez giriyordu ve açıkçası burası pek hoşuna gitmemişti. Leş ve rutubet kokan lağımlar onun için daha idealdi. Böylesi bir yer onun içini ferahlatmaz aksine, onu kurutur yok ederdi. Tevfik hoşnutsuzluğunu belli etmek için devamlı burnundan ve boğazından hoş olmayan sesler çıkartmaktaydı. Erdinç kısık bakışlarla bir süre Tevfik’i izledikten sonra yapmakta olduğu şeyi bırakması için bir işaret yaptı.

“Önce bi kamera görüntülerinin saklandığı bölüme gidelim. Bakalım oradan ne tip bilgiler elde edilmiş. Sonra da Çilek’in kaçırılışına dair başka bir iz varmı yokmu ona bakarız. Peşimize düşen bu adamlar tam olarak kimdirler neyin nesidirler açıkçası çok merak ediyorum.”

Sonra köşkün ana holünden spiraller çizen merdivenlerden ikinci katın asmalı bölümüne geçti grup. Etrafta geniş sütunlar ve bir sürü giriş göze çarpıyordu. Mermer zemin üzerine kırmızı mavi halılar sıra sıra serilmiş, hollere girişte bu halıların üzerine yine geniş ve doğu usulü görünüşüyle oldukça detaylı işlenmiş kalın halılar gözükmekteydi.

Üçlü öncelikle kamera kontrol odasına girdiler. Burada bir adet polis görevliydi ve görüntü arşivlerinin başında bekliyordu.

Görevli polis görüntü kayıtlarını incelemeleri için gruba verdi, kendisi odadan bir süreliğine ayrıldı.

Görüntü kayıtlarını izleyen grup Range Rover marka cipin ön kapıyı parçalayarak içeri girdiğini gördüler. Sonra parçalanan kapıdan üç beş kişi içeri girmişler ve cipten çıkanlarla birlikte önkapıya ilerlemişlerdi. Kapıyı önce kırmayı deneyen grup bunu beceremeyince kapının önüne bir patlayıcı yerleştirmiş ve bununla kapıyı açmıştı. Bu esnada köşkten dışarı köpekler salınmış bu köpeklerde birer birer öldürülmüştü.

Ön holü gözetleyen kamera köşke giren grup içeri girerken Çilek’in korumaları ile bir çatışmaya girmiş olduklarını görüntülemişti.

Çilek’in korumalarını da alt etmeyi başaran grup köşkün içersine dağılmışlar ve Toreador’u aramaya koyulmuşlardı.

Bir süre sonra Çilek köşkün arka kısmından üstü başı kan revan içersinde parçalanmış giysilerle yaralı ve hareketsiz olarak çıkarılıyordu.

Dikkati çeken birkaç nokta vardı. Bunlardan biri köşke giren grubun M4A1 cinsi tüfeklerle içeriye girmiş olması, oldukça taktikli bir baskın düzenlemiş olmalarıydı. Bir başka nokta ise grubun kendilerine dair neredeyse hiçbir iz bırakmamış olmasıydı. Yine de görüntü baskın yapan gruba yaklaştırıldığında birkaçının üzerinde şu mistik kara el dövmesi göze çarpıyordu. Polisler bu dövmeyi yurtdışı kaynaklı olabilecek bir örgütün sembolü olarak belgelere geçirmişti.

Çilek’in yakalandığı odada ise Çilek önce onlara karşı garip bir nesne kullanmayı denemiş, bunu başaramayınca da camdan atlayarak kaçmayı denemiş fakat önce çapraz ateşe alınmış, daha sonra da onunla beraber arka bahçeye atlayan üç kişi tarafından yakalanmıştı.

Son ve önemli bir noktada, baskın düzenleyen grup Çilek’in kişiler eşyalarının da yağmalandığıydı. Bu da gösteriyordu ki hedef sadece Çilek değildi. Nitekim eşyalar içersinden bir kısmı ele geçirilmişti. Bunlar arasında en ilgi çekeni ise bir hükümdar asasıydı. Eski kraliyet soylularının hükümdarlıklarını simgelediği tipten, uzunluğu bir metreyi geçen asalara benzeyen gümüş bir asaydı bu. Yanı sıra pek çok kolye, değerli eşya ve kaynak ele geçiren baskıncılar bunları da yanlarına almışlardı.

Sivil Polislerden birisi ile konuşan Cem adamların kim oldukları hakkında bir bilgiye sahip olmadıklarını fakat yurtdışı kaynaklı olabileceklerini, kimliklerini araştırdıklarını söyledi. 

Grup bu bilgiler ışığında köşkten ayrılırken dışarıdaki kargaşada dikkatlerini çekmemiş değildi. Bir polis memurunun, silahla kafasını patlatarak kendisini vurduğu haberi kulaktan kulağa yayılırken polis memurunun öldüğü bölge şeritlerle çevrelenmişti. Grup köşkten sessizce ayrılırken köşke gelen ambulans cesedi götürüyordu.

Erdinç, Cem ve Tevfik köşkten iyice uzaklaştıktan sonra bir inşaata girerek üstlerini değiştirdiler, giysileri ve kimlikleri inşaatta yakarken silahları inşaat kenarına açılmış bir kuyunun içersine attılar.

Erdinç tekrar Cenk İşler’e ulaşmayı denediyse de tekrar başaramadı.

Gece onlar için bitmiş sayılırdı. Tevfik’in önerisiyle üçlü lağımlara girdiler. Dar, dolambaçlı lağımda Tevfik’in sığınak bölgesine gittiler. Burada bir süre durumu kendi aralarında tartışan üçlü bir çıkış noktası aradılarsa da bulamadılar.

Üçlü için gerçektende sıkı ve endişe dolu bir gece olmuştu. Neyse ki hala hayattaydılar.

Gün doğumuna yakın bir saatte üç vampir gece olanları unutarak derin uykularına daldılar. Tüm olayların merkezindelermiş gibi görünseler de aslında neredeyse hiçbir şeyden haberleri yoktu.

Çünkü üçlü, uykularına gömüldüğü saatlerde Camarilla, Sabbat baskınına uğramıştı ve İzmir’deki Camarilla sığınakları, başta İzmir Elizyum’u -Ege’nin bilinen en büyük vampir sığınağı- olmak üzere saldırı altındaydı.

 ************************

Kenan Yılmaz silahını Çilek’in kafasına dayamıştı. Ondan konuşmasını bekliyordu. Sonra kulağına birtakım seslerin geldiğini fark etti. Boştaki elini tek kulağına götürdü, minik kulaklıktan kendisine gelen sesleri dinlemeye başladı.

—–ooo—–

“Kenan Bey, Camarilla hakkında öğrenmemiz gerekenleri öğrendik. Çilek Karahan’ı serbest bırakabilirsiniz.”

“Peki efendim, siz nasıl isterseniz”

—–ooo—–

Kenan Bey ağzının hemen yanındaki minik mikrofona konuştuktan sonra başını yana yatırarak Çilek’e baktı. Yüzü gözü morarmış Toreador’u acınası bir tavırla izlemeye başladı.

“Çok yazık! Konuşmayı reddediyorsunuz demek, Çilek Hanım, o halde yok oluşunuzu kabulleniyorsunuz demektir!”

Alnına doğrultulmuş silahı izliyordu Çilek. Yine de ağzından Camarilla’ya dair tek bir laf çıkmamıştı. Kenan Yılmaz neredeyse yarım saattir sorgulamaya devam ediyordu fakat Çilek’in ağzından sadece şiirler ve şarkı sözleri çıkmıştı. Bunu özellikle yapıyordu, kendi direnci kırılmadan evvel Kenan’ın direncin kırmalıydı. Çünkü öfke bir barut gibidir ve kişinin içinde tuttuğu tüm yırtıcı güçleri harekete geçirir. Ve Çilek emindi ki Kenan Yılmaz içten içe onu öldürmek, yok etmek istiyordu. Ve Çilek’te Kenan’ın bu ar damarına basmaktaydı. Geçen yarım saat içersinde bunu pek çok sefer yapmıştı.

Ve şimdi silah alnındaydı. Ardından Kenan Bey şöyle söyledi;

“Bana; siz yok olduktan sonra bu dünyada, geride bıraktıklarınıza neler olup bittiğinin ne önemi olduğunu açıklar mısınız Çilek Hanım?”

Çilek şu anda yok oluşunu kendisi için sorun olarak görmüyordu. Kendisini yakalayan bu adamların kim olduklarını da bilmiyordu ama Kenan’ın kendisine birkaç kez önerdiği ‘kurtuluş’ sözünde de herhangi bir samimiyet göremiyordu.

Bu soruya da Çilek’ten cevap gelmedi. Kenan Bey açıkçası bu durumdan oldukça huzursuzlanmıştı. Boynunu hafifçe kütleten Kenan Yılmaz, adeta avucunun içersinde tuttuğu bu kadının nasıl kendisiyle dalga geçiyor olduğunu düşünmekteydi. Bu gerçekten sinir bozucuydu.

“Pekâlâ, hala konuşmamakta diretiyorsunuz demek. O halde bana başka seçenek bırakmıyorsunuz…”

Kenan Yılmaz silah Çilek’in alnına dayadı. Bu esnada Çilek ağzını açtı, kanayan dudaklarından dışarı şu sözler fısıltı halinde çıktı.

“Atışını bekliyorum, devam et…

Devam et ki,

Güller kan ile ıslansın.”

Dar hücrede silahın sesi defalarca yankı yaptı. Kenan Bey silahının tüm kurşunlarını Çilek Karahan’ın yüzüne boşaltmıştı. O her ateş ettiğinde Çilek’in suratında ayrı bir oyuk açılıyordu. Toreador’un kafası geriye yatmıştı ve kurşunlar suratına her girişinde başı ileri geri savruluyordu.

Hücrenin içersindeki müthiş yankı bittiğinde Kenan Yılmaz boynundaki mikrofona dokundu, hücrenin kapılarının açılmasını istediğini söyledi.

Birkaç dakika sonra hücrenin kapıları açıldı, içeri elleri çantalar ve malzemelerle dolu iki kişi girdi.

Kenan Yılmaz kapıdan dışarı çıkarken, iki kişi torpora girerek hareketsizleşmiş Çilek’in yanına geldiler.

Birisi çantasını açıp, ince, sonda benzeri birkaç metal çubuk ve elektronik gereçler çıkardı. Diğeri de çantasından çeşitli boylarda neşterler ve medikal gereçler çıkarmıştı. 

Sonra operasyon başladı…

 
Yazan: Hakan “Eldarin” Arslan

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.