Vampire

Vampire: İzmir by Night (Bölüm 2)

 

İZMİR GECELERİ

Kısım 2: Organize İşler

Akışına bırak

~~~
Damarlarında akan kan gibi…

Kameralar, odada tek başına bırakılmış beline kadar uzanan simsiyah saçları olan genç esmer bayana odaklanmıştı. Kameraların minik, kırmızı ışıkları yanıp sönüyordu. Geniş ve yüksek koltuğun üzerindeki kızın binlerce dolarlık parlament rengi yırtmaçlı gece elbisesi parçalanmış,  kan revan içinde kalmıştı. Üzerinde kurumuş kan parlament rengi giysiyi kapkara bir kire bulamıştı.

Estetikten oldukça uzak bir görüntü! Bir Toreador’un kaldıramayacağı derecede üstelik!

Dört tarafı kapalı rutubetli hücrenin içersindeki Çilek baygın gözlerle önündeki tüpe bakmaktaydı. Başı yavaş yavaş sağ tarafından sol tarafına kayarken tüpün içindeki kanın kokusu Çilek’i kendisine çekiyordu. Çilek’in başı boynunun üzerinden öne doğru seğiriyordu ama daha fazlası değil. Çünkü Çilek’in o tüpe ulaşamıyordu.

Çilek’in oturduğu geniş koltuktan çıkan çelik kıskaçlar onu boynundan, belinden, bacaklarından, ellerinden ve ayaklarından kavramış, kurtulma izni vermiyordu.

Üstelik başının hizasına yerleştirilmiş içi kan dolu tüp bir ölümlüye ait değildi.

Vampir kanıydı!…

Çilek’in vampirsi içgüdüleri ona bunu fısıldıyordu. Ve bunu bilmek onun mecnun bir Toreador olmaktan sıyrılarak, yırtıcı bir hayvana dönüşme arzusunu kabartıyordu Bunu estetik ruhu ona söylemese de şu anda sözü geçen içgüdüleriydi, daima estetiğe arzu duyan ruhu değil.

Çilek’in yüzünün üzerindeki saçlar geriye savruldu, ardından vampirin başı geriye yattı. Baygın gözler tavana odaklandı, dudakları açık bir şekilde kaldı. Boğazından ihtiraslı bir kadın gibi aralıklı iniltiler yükselmeye başladı.

Toreador’un iradesi, parçalanan bir ayna gibi ufalanarak dökülmeye başlıyordu.

Çilek şimdiye kadar konuşmayı reddetmişti. Fakat artık konuşturulmaya hazır gibiydi. 

Kontrol odasına siyah takım elbiseli, siyah güneş gözlüklü orta boylu bir girdi. O geldikten sonra kontrol odası görevlisi ona rapor vermeye başladı. Bu esnada takım elbiseli adamda gözünü kameralardan alınan görüntülere dikmiş, bir taraftan da kendisine söylenenleri dinlemekteydi.

“Bir buçuk saattir beklemedeyiz efendim. Onu getirdiğimizden beri işimize yarayacak tek bir şey söylemedi. İlk geldiğinde uzun uzun kameraları izliyordu, sonra önüne konan tüpe odaklanmaya başladı. Kısa bir süre bunun etkisinde kaldıktan sonra tekrar kameralara dönerek uzun uzun kendisini serbest bırakmamızı söylemeye başladı.

İlk yarım saat geçtikten sonra kendi kendine şiirler okumaya, ezgiler söylemeye başladı.

Sonrasında yavaş yavaş bu şiirler, ezgiler sayıklamalara dönüştü, iradesi kırılmaya başladı.

Son 15 dakikadır da önündeki tüpe belli belirsiz odaklanmış durumda. İradesi beklediğimizden de çabuk kırıldı diyebilirim. Şimdiki halini görüyorsunuz. Şimdiye kadar bizim istediğimiz herhangi bir bilgiyi kendiliğinden söylemedi ama şu pozisyonda onu rahatlıkla konuşturabilirsiniz gibime geliyor Kenan Bey.”

Kenan Bey kontrol odası görevlisine bakmaksızın siyah gözlüklerinin ardından Çilek’in görüntülerini izlemekteydi. Kafasında on, on beş dakika sonrasını, Çilek ile geçecek olası diyalogunu düşünüyor, ona soracaklarını, söyletmek istediklerini, bunları nasıl söyleteceğini tüm detaylarıyla düşünüyordu. Bu esnada tek elini yüzüne götürmüş, gümüş ve iri yüzüklerle bezenmiş parmaklarıyla uzun, öne doğru kıvrılmış top sakalının üzerinde gezdiriyordu.

Sonra Kenan Bey’in ağzından sakin ve tok bir şekilde şu sözler çıktı;

“Aşağı iniyorum. Çelik kapıları aç benim için.”

Ve ardından geriye dahi bakmadan geldiği kapıdan çıktı, aşağı inen gizli girişe yöneldi. Boş koridorda kundurasının her adımı baştan sona yankı yaparken, koridorda geçtiği yerlerden sonrası adeta kararıyor, gölgelerle kaplanıyordu… 

************************* 

“Alo Cenk.”

“Hakan Bey. Buyurun.”

“Neler oluyor Cenk? Nedir tüm bu olan bitenler bu gece?”

“Hakan Bey. İki haftadır şehir içersindeki dış güçlerin kaynağını ve bunların ne tip aktiviteler içinde olduğunu araştırmaya başladık. Bundan sizde haberdarsınız zaten. Son birkaç gündür birkaç gündür Eski İzmir’de meydana gelen olaylar bizim arayışlarımızla bağlantılı diye düşünerek bu konu üzerine yormaya başladık. Bugün o bölgeye gönderdiğimiz adamlarımız,  oradaki güçler her neyse harekete geçtiklerini söylediler bana. Bir süre onları takip eden grup hakkında henüz bildiğim başka bir şey yok Şu anda İzmir’in dışında, Yedi Uyurlarda, bana daha önce bahsettiğiniz yerdeyim.”

“Senin bahsettiğin adamları takip edenler diyorsun. Onlar şimdi İzmir sokaklarına dadanmış durumda. Çilek’in, Çağlar’ın, Burak’ın evlerine baskınlar düzenlenmiş. Şu anda onlardan haber alabilmiş değiliz. Fakat hedefin odağında bizler varız. Ne tip bir işe bulaştığını bilmiyorum ama şu anda burayı kollamakta zorluk çekiyoruz.”

“Efendim! İsterseniz tekrar oraya dönebilirim, bir buçuk, iki saatimi alır.” 

Telefondan gelen ses birden kesiliverdi. Cenk elindeki telefona baktı. Telefonun ekranı bir gidip bir geldi, kısa bir süre karıncalandıktan sonra aniden kapandı!

Telefon ve hat bloke edilmişti! 

************************* 

“Abi oraya gidip ne olmuş bitmiş öğrenmeliyiz. Oradaki polisler ajanlar bizi fark etmeden içeri girmeliyiz, olay hakkında bulabileceğimiz ne varsa bulmalıyız. Olay bizim önceden tahmin ettiğimizden de büyük görünüyor anlaşılan.”

diyerek sessizliği bozdu Cem. Daima seri bir dille konuşurdu, hatta bazen sözlerini fazla düşünmeden sarf edecek olursa o sözler şiirsel bir anlam bile kazanabilirdi.

“Pekki nasıl yapacağız bunu, var mı bir fikrin?”

diye devam ettirdi Tevfik. Bu konuda aklına birkaç bir şey geliyordu ama aklındakileri tam toparlayamıyordu.

Aynı durum üç vampir içinde geçerliydi. Belki içinde bulundukları zor durum sağlıklı düşünmelerini engelliyordu, belki de aynı anda birçok şey birden düşünüyorlardı. Her iki durumda da insan sağlıklı ve doğru karar vermekte zorlanırdı…

Erdinç tekrar cep telefonunu eline aldı. Son aradığı numarayı tekrar aradı.

Erdinç bekledi, fakat aradığı numaraya ulaşılamıyordu.

“Beyler Cenk abinin telefonuna ulaşılamıyor.”

Üçü tekrar sessizliğe gömüldüler. Ama bu sefer sessizlik kısa sürdü. Sessizliği bozan gene Cem oldu.

“O arabanın polislerin elinde olması bizim için oldukça sakat, biliyosunuz. Cip Camarilla’ya ait. Şirket polislerin suç duyurusundan bir şekilde sıyrılabilir ama asıl sorun Prensin bize yapacağı muamelede. Bizden bu konuda detaylı bir rapor istemenin yanı sıra Maskeli Balo’yu tehlikeye attığımız için bizi cezalandırabilir.

Ahhhhh… Daha fazlasını düşünmek istemiyorum… O köşke gidip durumu çözmeliyiz.

Lanet olsun, ne zaman ihtiyacım olsa basmaz şu kafa!”

“Cem bi sus parası neyse verelim! İki dakika düşünelim olm şurada. Tam aklıma bir şey geliyor, konuşmaya başlıyorsun.” dedi Erdinç. Sözler iğneleyici gözükse de aslında üçlünün birbiriyle konuşma tarzı bu sayılırdı.

“Benim aklıma bir şey geldi!” dedi Tevfik aynı anda.

“Bi planım var ama tutar mı bilmiyorum”

“Anlat abi, nedir?” Cem ile Erdinç aynı anda söze girmişti.

“Bakın şimdi. Hani bizim bi eleman vardı ya Çağlar diye. Kırığın teki hani. Şimdi onu arayacağız abi, ona diyeceğiz ki…”

Tevfik planını bir bir anlatırken Cem ile Erdinç dikkatle onu dinlemeye başlamışlardı…

*************************

35 BNE 3457

Polis amiri Plakanın karşısında durmuş elindeki bloknota bir şeyler yazıyordu. Hemen ilerisinde siyah poşetlerin içine cipin içinde bulunan malzemeler yerleştirilmişti. Çeşitli bağlantı adresleri, telefon numaraları ve silahlar!

Cipin içinde bir kriptoloji uzmanı arabanın içinden parmak izlerini alıyordu. K9 köpekleri dört bir yanı kontrol ederken köşkün dışı güvenlik çemberi ile çevrelenmiş, içi dışı her tarafı araştırılıyordu. Güvenlik, hat safhadaydı…

Polis amiri not tutmaya devam ederken bir polis memuru ona doğru yaklaşmaktaydı. Bir metre kadar yanına geldikten sonra elini başına götürüp selamını verdi, sonra tek eli MP5 silahına gitti, konuşmaya başladı.

“Efendim köşkün dışında adamın biri var. Şarkılar söyleyip dans ediyor. Polis arkadaşlarla devamlı konuşmaya çalışıyor. Güvenlik çemberini aşmayı bile söyledi. Neler söylemeye çalıştığını bir türlü anlayamıyoruz. Üstü başı pislik içinde, yolsuzun biri.”

“Ulan bunca iş güç yetmiyormuş gibi birde şehir dağcılarıyla uğraşıp duruyoruz iyimi. Tövbe tövbe. Adam gitmiyormu buradan? Her yolu denediniz mi?”

“Denedik amirim. Adamın ruhi dengesi bozuk yahu. Mehmet adama copla girdi. Adam garip garip sözler sarfetmeye başladı. ‘Dövüş Kulübü’mü ne öyle bir şeyler diyordu. Sonra o da Mehmet’e vurmaya başladı. Zor ayırdık adamı ondan. Kaçar gibi yaptı, demintekrar çembere yaklaştı. Beş dakika bi ilgileniverin amirim.”

“İyi gidelim bakalım madem.” Dedi polis amiri. Sonra ileriden bir polis memurunu çağırarak cipi gösterdi, bloknotu kalemle beraber çimlerin üzerine bıraktı.

Polis Amiri köşkün dışına çıktığında hemen ileride bahsedilen adamı görmüştü. Sarışın uzun saçlı, topsakallı bir tipti gördüğü. Orta boylu, yırtık pırtık bir kot pantolon ve kırmızı bir tişört vardı üzerinde. Tişörtün üzerinde kocaman harflerle ‘BEN DELİYİM’ yazıyordu. Polislerle kapışmadan evvel çıkarıp kenara bıraktığı birde koyu kahverengi deri ceketi vardı.

Amir tam kapıdan çıkmıştı ki iki polis memuru adamın üzerine doğru koşarak üzerine atladılar. Teki adamı coplarken bir diğeri de ağzını yüzünü kapatmaya uğraşıyordu.

“Yaaaa! Ne yapıyorsunuz arkadaşlar! Ben Dionysos’um inanmıyor musunuz? Koca Yunan tanrısı böyle yere yatırılıp dövülür mü? Size tek ve gerçek bilgeliği getirdim ben, eteklerinden bilgelik saçan birine böyle mi karşılık verirsiniz siz? Bakın Zeus affetmez sizi sonra söyliim.”

“Durun! Kaldırın şunu, kimmiş bakalım?” dedi polis amiri sertçe. İki polis dönüp ona baktılar, sonra yerdeki adamı sıkı sıkı tutup kaldırdılar.

“Dedim size ya. Zeus sizi cezalandırır diye. Geldi işte Hazretleri işte.

Selamlar efendim” dedi kısa bir referans vererek. “Arkadaşlara kendimi tanıttım ama beni takmadılar. İsterseniz siz onlara benim kim olduğumu anlatın.”

Polis amirinin cevabı son derece kesindi;

“Kimsin sen? Ne işin var burada?”

Çağlar yüzünü buruşturarak Polis Amirine baktı. Ellerini iki yana açmış soru sorarmış gibi adamı izliyordu.

“Zeus abi olmuyo böyle ama. Zeus dedik bağrımıza bastık… Cık cık cık… Ayıp oluyo hakkaten. Benim kim olduğumu biliyosun. Ben Dionysos’um ya. Neden böyle yay gibi gerilmişsin anlamadım yalnız.”

Sonra hışımla amirin yanındaki polis memuruna döndü Çağlar.

“Şşş… Sen! Yoksa ona ‘Dövüş Kulübü’nden mi bahsettin ha? İlk kuralın bundan bahsetmemek olduğunu söylemedim mi ben size ha!”

Tam bunları söylemekteyken kenarda kırılmış olan Tuborg şişesini gördü Çağlar. Bir anda elleri iki yanına indi. Tek elinde bir şişe sapı kalmıştı, sapı tutan eli kanıyordu. Çağlar ise kocaman gözlerle bir eline, birde yerdeki güzelim şişeye bakıyordu. Adeta yıkılmıştı!

“Aaaaaaa!!! Olamaz! Şarap şişem! Kırılmış! Ne yaptınız siz! O şarap 10.000 yıllıktı! Bunu nasıl yaparsınız! İlk bağbozumundan elde edilmiş en tombik, en kara üzümlerden yapılmıştı! Sizin için getirmiştim o şarabı!”

“Kes zırvalamayı! Kimsin sen söyle çabuk!” dedi tekrar amir. Bu sefer sözler ağzından tükürüklerle beraber çıkmıştı. Basitçe, onunla uğraşacak zamanı yoktu.

Çağlar Amirin ciddiyetini hiç umursamamış gibiydi. Sözlerine seri bir şekilde devam etti, bir taraftanda geri geri, deri ceketini bırakmış olduğu kaldırım kenarına doğru yürüyordu.

“Ah ne kadar zekiyim ki şaraptan bir tane daha almışım. Bu onun kadar yıllanmış olmasa da aromatik kokusu burnundan gitmez. Al iç istersen Zeus. Böylesini hayatında görmemişsindir. Bir yudum al, zevkten suratın yamulacak, bak göreceksin.”

Çağlar şimdi kaldırımın kenarındaydı, ceketinin içine ellerini soktu, içerde bir şeyleri karıştırmaya başladı. Birazdan ise ceketinin içersinden aradığını bularak onu çekip çıkarttı.

Çağlar’ın elinde deminki Tuborg şişesinin aynısı duruyordu.

“Eheh… İşte buradaaa…” dedi Çağlar dosdoğru karşısındaki polis amirine bakarken.

Ayağa kalkarak tekrar polislerin arasına doğru yürümeye başlayan Çağlar şişeyi ileri doğru uzattı. Fakat amirden bir ses ya da tepki gelmedi. Aynı anda diğer polis memurları ona doğru iyiden iyiye yaklaşmaya başladılar. Çağlar ellerini sağa sola uzatarak hayır anlamında sallamaya başlamıştı şimdi.

“Hop hop hop! Hepiniz beraber olmaz. Ya da olur mu ki bilemiyorum? Kulübün buna dair herhangi bir kuralı yok.

O zaman iyi tamam hadi, hepiniz beraber gelin. Ama bende sizin canınızı yakarım ona göre! Hahahahahaha!”

Çağlar bir taraftan sinir bozucu uzun kahkahasını atarken diğer taraftan ellerini yumruk yapmış, öne doğru komik bir şekilde uzatmıştı. Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşmiş olan Çağlar olduğu yerde kavga beklermişçesine zıp zıp zıplıyordu.

Bu hareketin hemen sonrasında Polis amiri öne doğru birkaç adım attı. Çağlar’ın elinde duran içi dolu şişeye doğru bir hamle yapmayı denedi. Şişeyi elinin tersiyle kenara fırlatacaktı ki Çağlar ondan daha hızı davranarak şişeyi hafif geri çekti. Başparmağının ince bir hareketiyle şişenin ucundaki tıpayı açtı. ‘Pıt’ sesiyle beraber havaya fırlayan tıpanın ardından azotla temasa geçen sıvı dışarı bembeyaz duman püskürtmeye başladı! Şişenin içersindeki sıvı, şarap değil, bir iksirdi!

Çağlar ellerini tekrar iki yana gergin bir şekilde açarak burnuna gelen kokuyu içine çekmeye başladı. Vampir doğasından ötürü bu iksir ona etki edemezdi nasılsa.

“Ahhhh!!! Bu kokuyu seviyorum işte! Buyurun beyler hepiniz için yeteri kadar var!”

Çağlar son sözünü söylerken şişenin içinden dışarı hızla köpükler dökülmeye başladı. Çağlar şişeyi kendi etrafında hızla döndürerek içinde ne varsa etrafındaki polislerin üzerine döktü. Ardından boş şişeyi kenara bir yere fırlatırken kendisi ilerdeki bir polis memurunu ittirerek çemberin dışına çıktı. Ardından ellerini havaya kaldırarak göğe haykırmaya başladı;

“Geriye çekilip yer açın !
Tanrı için!
Tanrıdır çünkü isteyen!
Hep birlikte yürümemizi!
Kalkan, şişen!
Bir uzuvla!

Hahahahahahahahahaha!”

Çağlar sözlerini bitirirken kendini yere atmış, bacaklarını havaya kaldırmış ileri geri sallıyordu. Bunu yaparken, elleri midesinin olduğu yeri sıkı sıkı tutuyordu, yüzü mimikten mimiğe bürünüyordu. Demin Çağlar’ın etrafına üşüşmüş polisler sıvının keskin kokusunun etkisiyle şimdi birer birer yere devrilmişler, hareketsizce yatıyorlardı.

O bunları yaparken Erdinç, Cem ve Tevfik’te köşkün arkasına üç polis çekip etkisiz hale getirmiş, polis kıyafetlerini giyerek köşkün ana giriş kapısından içeri girmişlerdi. Yerde çılgınlar gibi kahkahalar patlatan Çağlar’a baktılar önce, sonra Çağlar’ın iksirinin etkisiyle yerde hareketsiz yatan polislere baktılar. Köşke girmeden önce son gördükleri Çağlar’ın tişörtünün arkasında koca harflerle yazan yazıydı. Önünde ‘BEN DELİYİM!’ yazan tişörtün arkasında ‘SENDE ÖYLESİN TABİİ!’ yazılıydı…

Tevfik Çağlar’a barken Malkavian’ın da göz ucuyla onları kestiğini gördü. Çarpık bir şekilde gülümseyerek başını sallayan Tevfik, Çağlar’ın ilerisinden geçip giderken eyvallah anlamında elini göğsüne birkaç kez hafifçe vurdu.

 *************************

Kenan Bey iki tarafa açılan çelik kapıdan yavaş adımlarla hücreye girdi. O girdikten sonra hücrenin kapıları iki taraftan hızla kapandı, arkadan tıslayan bir ses bıraktı sadece.

Sonra yine yavaş adımlarla Çilek’e arkasından yaklaştı. Başını geri yatırmış Çilek belli belirsiz göz ucuyla onu gördü, ama buna hiç tepki vermedi. Kenan Bey bir süre hor gören bakışlarla onu başının gerisinden süzdükten sonra yavaş yavaş öne doğru yürüdü.

“Çilek Karahan. Burada, benim karşımda. Sizinle yüzyüze tanışabilmek ne büyük şeref.”

Çilek Kenan’ı dinliyordu, ama buna hiçbir tepki vermedi.

“İsmim Kenan Yılmaz, Çilek Hanım. İtalya’da isminizden sıkça söz edilirdi. Venedik isminizle çalkalanıyor adeta.” Diyerek devam etti Kenan. Sesinde bariz bir laubalilik vardı, bunu özellikle yapıyordu.

“Ama şimdi sizin sanatsal kişiliğinizle ilgilenecek durumda değilim. Şimdi, iş yapmamız gerek. Sizden bazı şeyleri açıklığa kavuşturmanızı istiyorum.”

Çilek’in başı yattığı yerden hafifçe kalktı, önündeki iri adamı süzdü. Yüzünde hafif gülümser bir ifade vardı.

“Sanırım geçtiğimiz saatler boyunca size hiçbir şey anlatamadım.”

“Ben sizin oldukça iyi bir oyuncu olduğunuzu düşünüyorum Çilek Hanım. Geçtiğimiz saatlerde bunu bize çok iyi gösterdiniz, emin olun. Ama burada oyun oynamıyoruz.

Buradan kurtulmak istiyorsanız bana cevap vermelisiniz?”

Çilek’in dudakları tekrar genişledi, gülümser bir hal aldı, başını tekrar yana yatırdı;

“Benden ne istiyorsunuz? Kim olduğunuzu bile bilmiyorum. Ayrıca bu gece benim için oldukça önemli bir geceydi ki siz benim bütün zevkimi alt üst ettiniz, bunu farkında olmasanız bile.” 

“Sorularım oldukça basit ve net olacak, cevapları da bir o kadar basit ve net isterim Çilek Hanım. Ve tabiî ki doğru.”

Son sözünün ardından cebinden ufak bir şişecik çıkaran Kenan şişeciğin minik kapağını açtı ve hızlıca Çilek’in ağzına sokmaya çalıştı.

Çilek şişeciğin kendine yaklaştığını görür görmez başını çevirmeye çalıştı fakat fayda etmedi. Şişecikten ağzına birkaç damla da olsa sıvı dökülmüştü ve şişeyi kenara savurmuş olsa dahi iksir tesirini göstermeye başlamıştı.

“Şimdi bana Camarilla üssünün nerede olduğunu söyler misiniz Çilek Hanım…”

Çilek başını hızla kaldırdı, dosdoğru Kenan’ın yüzüne baktı. Yüzü bir anda kaskatı kesilmiş kalmıştı. Soru sorulduğundan sonra kesin ve net ‘hayır’ cevabını verecekti ki iksirin tesirini anladı.

Çilek kendisini doğru söylemeye öyle ya da böyle ikna edilmiş gibi hissediyordu!

Yanlış bir düşünce zihninden getiremiyor olması nefret edilesi bir şeydi!

Kenan Bey ayağa kalktı, Çilek’in bu ilk tepkisinden tatmin olmuşçasına başını dikleştirdi, ellerini göğsünde kavuşturdu. 

“Evet… Sizi dinliyorum Çilek Hanım…”

Çilek’in soluk çimen yeşili gözleri irileşti, irileşti, irileşti…

 
Yazan: Hakan “Eldarin” Arslan

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.