İncelemeler

Galip Tekin, Türk Çizgi Romanındaki Fantastik Sürgün

galip-tekin-fantastik-surgun

Galip Tekin’in kendine özgü çizgi romancılığını inceleyen Kutsi Akıllı, onu farklı kılan özellikleri yorumluyor.

Türk halkının özelliklerinden biri de, “gibi” civarında fazlaca dolaşmasıdır. Örneğin biri “Kumpir” diye bir şey satmaya ve iyi para kazanmaya başlarsa, bu ateşleyici hamledir. Hemen onun “gibi” para kazanmak isteyen bir sürü uyanık, “Acaba onun gibi para kazanmak için biz nasıl bir yol bulabiliriz?” diye düşünmek yerine kumpir yapmaya başlar. Derken mahalle başına beş kumpirci düştüğü için hepsi iflas eder ve insanlar kumpir yemek istediklerinde, bulamaz hale gelirler. Konu hakkında çok sayıda örnek bulunmasına rağmen kumpir ile tepe noktaya çıkan bu olguya, “Kumpircilik” denir (Yalan, ben uydurdum ama uydu!).

Kumpircilik, hayatın her yanına dağılmış bir uyanıklık metodu olduğundan, sanatta da hep var oldu. Hatta bir zamanlar bir VIP’miz bile, Picasso gibi çizebileceğini iddia edip, resim işine bulaşmıştı. Başarılı da oldu nitekim. Allah’tan fazla takipçisi olmadı da, o da bu işten ekmek yedi. Bu olgu dokunmadığı hemen hiçbir nokta bırakmadığından, çizgi romana bulaştı tabi. En önemli kumpircilik vakalarından bazıları Galip Tekin gibi hikâye yapmak, Kemal Aratan gibi çizmek ve Sencer gibi boyamaktır.

Yazımızın konusu Galip Tekin ve onu analiz ederken, yazar-çizerlik hayatını 3 temel bölüme ayırabiliriz (Bu bölümleme yazara aittir). Gırgır dönemi, ara dönem ve LeMan dönemi. Bu yazıda işleyeceğimiz, onun kısa sürede efsaneleşmesine sebep olan hikâyelerini çıkardığı ilk dönem olan Gırgır dönemi.

galip-tekin-cizimGalip Tekin’in neden Galip Tekin olduğunu anlamak için gerilere gitmek gerekir. Gırgır’ın çok popüler, Oğuz Aral’ın tartışmasız lider ve gereksiz taramaların kaçınılacak bir şey olduğu günlere. İstanbul vapur hatları seferlerinin, Cuma iş çıkışı saatlerine rast gelenlerinde, koltuklarda oturanların neredeyse bir örnek sarı-siyah basılmış bir dergiyi okuduğu zamanlara.

Gırgır dergisinde, kendisi gibi yetenekli birçok kişi olmasına rağmen, Galip Tekin ne yaparak bu kadar öne çıkmıştır? Dönem faktörü düşünülmeyip, karar “şimdi”ye göre verilirse, ne Kuşlar doğru dürüst seyirci toplayabilir ne de dünyada en çok kopya edilmiş film olan Ejderin Üç Fedaisi, birkaç küçük sinema ve televizyondaki geceyarısı sonrası kuşağı dışında yer bulabilir. Zaman, Galip Tekin’in hikâyeleri için en önemli boyut olmamakla birlikte, hikâyelerin konuları, biçimleri ve işleniş mantıkları açısından göz önüne alınması gerekli bir unsurdur.

12 Eylül civarında Türkiye’de, okumayı ve düşünmeyi seven bir “sol” okuyucu kitlesi vardı. Bu kitlenin okuduğu yayınlar arasında dönemin muhalif yayın organlarından biri olan Gırgır da yer alıyordu. Anarşi, toplum gündeminde önemli yer tutuyordu. İşkence varabileceği en yüksek noktada ve “Dal” en popüler kelimeler arasındaydı. İstanbul’da Aksaray Güneş, Beşiktaş Suatpark ve Karagümrük Arı sinemaları, Capitol, AFM ve Akmerkez sinemalarının bugünkü kapasitesinin çok üzerinde çalışıyordu. Dünyayı kasıp kavuran Eric von Daniken’in kitaplarının etkisi Türkiye’de de hissediliyordu ve bugünkü gibi o gün de Amerika, “Biz uzakta bir adayız, o yüzden düşmanlarımıza uzakta düşmanlar yaratalım, kimse bizimle uğraşabilecek derecede yanımıza yaklaşmasın” düsturunu benimsemiş, Türkiye’yi “stratejik müttefik”i olarak kayırıyordu. Amerikan yardımına Yunanistan’dan daha fazla (yaşlı tank ve uçak hurdası hibesi ile birkaç milyon dolar ve yüzde bilmem kaç faizle birkaç milyon dolar borç alma şansı) mazhar olmak, Amerika’nın bizi Yunanistan’dan daha fazla sevdiğini gösterirdi. Bekara ev verilmeyen, futbolcuların İstanbul’a yakın yerlerde, dansözlerle birlikte çiftliklere kapanıp, transfer sezonu bitinceye kadar gönüllü hapis hayatı yaşadıkları, televizyonun kısıtlı zamanlı, tek kanallı ve siyah beyaz, Eurovision’un milli dava olduğu, halka açık havuzların bulunduğu, kadın matinelerinin pek revaç gördüğü, çocukların hâlâ misket, çakı, yılan, seksek oynadığı günlerdi bunlar.

Bu sarı-siyah derginin çizgi roman ayrılmış sayfalarında, eleştirilerini “mizah” unsurunu öne çıkararak gerçekleştiren hikâyeler yer alırdı. Galip Tekin de Gırgır’daki hikâyeciler kervanına katıldı ve zaman içinde “mizah unsurunu ön plana alan hikâyeler” zincirini kırarak, içinde mizah unsurunu da barındıran hikâyeler çizmeye başladı. Bir süre sonra hikâyeler, karikatürize çizgiden başka mizah öğesi taşımaz hale geldi. Gazete, Gırzara, Sihirli Ayakkabılar, Acaip Hafiye x (küp) (karekök) 007 gibi hikâyelerle yükselen ivme, Tursuntur, Profesyonel, Alavarza, Habil, Hikaye-i Cemil, Ay Sarıyol, Fabrika, Kem Göz, Höyük E-54, Çamur, Boşlukta, Bir Küçük Kara Delik gibi başyapıtlara kadar uzandı.

galip-tekin

Onun bu öne çıkışında, dönemin okuyucu profilini çok iyi analiz ederek, taleplere cevap vermesinin de rolü büyüktür. Hikâyelerindeki alternatifliğin ve hikâye örgüsünde gösterdiği özenin takdir toplaması, onu, bir adım öteye gitmenin arayışlarına soktu.

Hikâyelerini uçuk-kaçık olarak niteleyenlerin bile onun sayfalarından uzak kalamamasının altında, Hitchcock’un “Ben filmlerimin konularını üçüncü sayfadan bulurum” düsturuna uygun davranışı ve onunki gibi karmaşık bir yol izleyerek, kaynağını ancak dikkatlice izlendikten sonra varılabilir hale getirmesi yatar. Herkesin gözü önündeki olayları detaylarla yoğurup, hammaddelikten kurtararak okuyucuya sunması sayesinde hikâyeler, bir taraftan bakılınca çok uzakken, bir taraftan da tanıdık geliyordu. “Keşke benim annem de Filiz Akın gibi olsa” kompleksi, işe girmeden konulan “alaturka” detaylar, davranış ve yorumlarla hikâye, Türkiye’nin her yerinde yaşanılabilir hissine sebep oluyordu.

Herkesin konuştuğu Galip Tekin başarılarından biri, onun uçan daireleri Balat’a, Trabzon’a ya da Diyarbakır’a indirebilmesidir. Genellikle dünyaya doğu-batı paralelinden, kuzey yarıküreden ve Amerika’ya odaklanmış olarak yaklaşan uçan daireler, onun hikâyeleri sayesinde Türkiye’ye de inmiştir (Bu arada dünyada en çok UFO raporu alınan yerlerden biri de Ürgüp-Nevşehir dolaylarıdır ama bu başka mesele. Bu yazının yazıldığı günlerde de Mersin’de polisler uçan daireyi videoya çekmişlerdi ve ilk kez bu konuda polis bir basın toplantısı yaptı). Galip Tekin’den sonra birdenbire yükselen “Galip gibi kumpir” ekolünden onlarca kişi uçan daireleri bizim buralara indirmeye çalışmış ama karakterlerin baştan savmalığı, detayların inandırıcılıktan uzaklığı ya da kurgudaki teklemeler yüzünden o uçan daireler inmemiş, hep havada kalmıştır.

Galip Tekin, hikâyelerinde bir dala bağlı kalmıyor, her hikâyede fantastik konuların bir başkasına değiniyordu. Örneğin Bir Manyağın Hatıra Defteri’nde temel konu reenkarnasyon olmasına rağmen Galip Tekin konuyu öyle işlemiştir ki, sıradan okuyucu tarafından bu hikâye, reenkarnasyon hikâyesinden çok bir “şeytanın oğlu hikâyesi” ya da “bir manyağın hikâyesi” olarak okunur. Hikâyenin belkemiğindeki bu önemli parça, rahatsız edecek düzeyde göze batmaz. Parlak işlemelerinden dolayı kumaşın ne olduğuna bakılmayan bir elbise gibidir. Bununla birlikte kumaş hissedilir ve Amerikan filmlerine bakıp “Ulan bizde niye böyle şeyler yapılamıyor, düşünen adam mı yok?” konulu bilinçaltı ezikliğine ilaç olur.

Bir Manyağın Hatıra Defteri’nde Galip Tekin’in Jerzy Kosinsky’e duyduğu beğeninin dışavurumları da rahatça fark edilir. Bunun yanında hikâyeyi, Galip Tekin hikâyesi yapan önemli detaylardan biri daha mevcuttur: Reddedilene çağrı.

galip-tekin-fotoGalip Tekin kimi zaman öylesine diyaloglar yazar ki, düşünürken insanın kendine sansür koyduğu kadar acı bir konu birden ama geri dönülmez bir noktada karşınıza çıkar. Böylesi şoklar yaratmak ve rahatsız edici olguları hikâyeye yedirerek, sıradanmış gibi bahsedip, okuyucunun kafasında dönüp dolaşacak, Galip Tekin hikâyesini hatırlatacak detaylar vermekte ustadır. Bu hikâyede de böyle bir detay işlemiş, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndaki vurguncu ve karaborsacılara değinmiştir. Gerçekten nerededir bu adamlar? Hiç yok muydular? Millet, toprağını korumak için yağlı kurşunların önüne atılırken lastik, un, şeker karaborsacılığı yaparak parasına para katanlar hakkında bir inceleme bile gördünüz mü? Bazen fark edilmeyecek biçimde akla yazılan bu detaylar, bir gün benzeri bir olaya şahit olunduğunda, akla hemen Galip Tekin’i getirir.

Hikâyelerinde her zaman bu kadar kibar davranmayıp, reddedilene çağrıyı apaçık göz önüne serer. Rahatsız edici ve duyulmaması gereken bazı gerçekler hikâyenin arasına sızıverir. Lanetli’de sübyan koğuşuna rüşvetle girip çocuklara tecavüz eden serseri gibi. O zaman gazeteler zaten çok sattığı için (özellikle de kuponla bir şeyler vererek) bu tip ilgi çekici, olay çıkarıcı habere ihtiyaçları yoktu. Kimse, Üzeyir Garih’in katil zanlısının, mezarlıkta seviştiği kız arkadaşının, 10 yaşındayken Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaki ağabeylerin onu evlerine götürdüğünü söylemesi gibi haberlere yüz vermiyordu. O gün için alternatif medya sayılan Gırgır’da çıkan böyle bir detay, insanları çarpmış, konuşturmuştu.

Galip Tekin “reddedilene çağrı”nın istediği etkiyi yapması üzerine bunu sürdürdü. Özellikle akıl hastanesinden verdiği manzaralar, insanların hep düşmekten çekindikleri ama kapalı bir kutu olması nedeniyle merak edip öğrenmek istedikleri şeyleri anlattığından, onlara utandıkları şehvetli hazlar yaşatıyordu. Verilen Üç – bir (3 Haldol, 1 Akineton) Kokteyl (1 Largaktil, 1 Nörodol, 1 Akineton) gibi detaylar, bazı kişiler için hikâyelere bağımlılık yaratıyordu.

Genellikle hikâyelerinin kurgusunu çok iyi düzenleyip, heyecanı taşıdığından, haftalık olarak yayınlanmasına rağmen, hikâye dokusunun zedelenmemesi ve sıradan kalıpların içine girmemesi için, gereksiz atraksiyonlara pek yüz vermiyordu. (Fabrika hikâyesindeki gibi, morg sahnesindeki çocuğun heyecan unsuru olarak kullanıldığı bölüm sonları pek azdır.)

Karikatürden başlayarak daha figüratif bir çizgiye doğru ilerleyen Galip Tekin, ilk hikâyelerinde görülen ve oklarla işaret yoluyla halledilen kareleme düzensizliklerini yıllar içinde yok etti ve atlanılmadan, bir iki kare geri gidilerek yeniden okumaya başlanmayan hikâyeler çıkarmaya başladı.

İnsan duygularını anlatmanın kalıcılığın en iyi yolu olduğunu çok erken fark ettiğinden, karakterlerini çizerken onların geçmişlerini anlatarak ya da hissettirerek okuyucunun kahramanla özdeşleşmesini sağladı. Tiplerinin gerçeklikleri siyah ya da beyaz değildi. Durumlar, onları grinin çeşitli tonlarına iterdi. Özellikle gücün ele geçmesinden sonraki değişimi çeşitli hikâyelerinde çok iyi biçimde veren Tekin’in, Lanetli gibi hikâyelerinde, beyaz başlayan tiplerin (kendini büyüten kadının üzülmemesi için onu öldürmesine izin veren çocuğun değişimi gibi) zamanla gücün tadına varıp gri ve sonunda siyaha dönüşümünü gözleriz. Ama Galip Tekin’in esas belalısı olduğu kişiler, işkencecilerdir. Hemen her dönemine ait hikâyelerinde (Hikaye-i Cemil, Elektrik, Gorgoda gibi) işkencecileri öldürmekten büyük zevk almıştır Galip Tekin.

Karakterlerini ve kurguyu iyi oturtması, zamandan ve mekândan bağımsız hikâyeler yapabilmesini sağladığından, Ay Sarıyol’da olduğu gibi, Amerika’da geçen bir hikâyeyi, tek bir gökdelen göstermeden, Özgürlük abidesini, Pentagon ya da Beyaz Saray’ı çizmeden sürükleyici kılmasına imkân tanır. Geniş planla ortamı anlatmanın geleneksel anlatım tarzıyla çok uyuştuğu günlerde, hikâyenin Amerika’da geçtiğini gösteren şeyler odadaki Amerikan bayrağı ve 1/8’i ancak gözüken başkanın oval pencereli (?) odasındaki yıldız desenli perdedir. Ama Galip Tekin burada okuyucuyu çevre detaylarından uzaklaştırmak için onun önüne (80’li yıllar okuyucu profili biraz farklı olduğundan) parlak bir karakter koymuştur. Dahi Analizci Carl karakteri. Bu karakter öylesine sağlamdır ki, kimse pencereden dışarıya bakmayı akıl etmez. Arthur Conan Doyle ile başlayan deha seviyesindeki “analizci” karakterler, Galip Tekin’in o dönem hikâyelerinde yer alırlar. Tursuntur’daki “viski şişesi” de Carl ile aşık atacak, hatta onu geçebilecek bir zekaya sahiptir.

Galip Tekin’in karakterleri arasında her türlü tip yer alır. Katiller, serseriler, gömücüler, hatta imamlar. Örneğin Fabrika hikâyesinde başroldeki kişi bir imamdır. Şiir yazan, okuyup üflemek yerine hastaları doktora gönderen Aladağlı İmam Sami. Aynı hikâyede Tekin’in hikâyelerini “yaşar” hale sokan detaylardan birini görürüz. Bu, ne üfürükçü kadının köye gelmesidir ne de köy halkının hoca hakkında “bu adam garip biri” diye düşünmesi. Yalnızca bunlar olsa hikâye, biraz balon ve üst baş değiştirilerek bir Akdeniz (özellikle Korsika ya da Sicilya) ya da Latin Amerika hikâyesine dönebilir. Onu farklı kılan, hikâyesinin içine sokuşturduğu görenekten bir parçadır. Hikâyenin karakterlerinden biri, karısı çıplakken odaya girer ve kadın, “Adam dur, çıplağım, giyineyim” der.

Tabii bu arada din de Galip Tekin hikâyelerindeki yerini almıştır. “Shanna ile Ziva”, bir Adem ile Havva hikâyesidir. Uzay gemisiyle gelen üç kişiden ikisi birlikte olurken kadının eşi aldatıldığını anlayınca onları bu bakir gezegende bırakarak cezalandırmaya karar verir. Burada ilginç bir nokta var. “Shanna ile Ziva”, normal olarak Adem ile Havva’yken birden sayfa sonunda adamın eşine Shanna diye seslenmesi sonucu hikâye, zoraki olarak Havva ile Adem kalıbına girer. İlginçlik buradan sonra başlar çünkü Galip Tekin Bir Yaratık Resmi İle Çizerinin Karanlık Hikâyesi adlı çizgi romanında Ziva adındaki Sovyet asıllı Amerikan Yahudi’si sevgilisinden bahseder. Yere 90 Derece Dik Öldü’de İsa’yı, Al-Baraka’da Mirac’ı çizmiştir.

Daniken’in ortalığı kasıp kavurduğu yıllar Galip Tekin için bir şans olmuştur diyebilir miyiz? Pek değil. O dönem hikâyelerinin bazılarında bu tip bir eğilim varsa da, ara dönemi olarak niteleyebileceğimiz dönemde kendisinin yazıp Kemal Aratan’ın çizdiği, başlangıçta kısmen fantastik öğelerle süsleyerek sunduğu Vah Vahap Vah ile atlanmayacak bir tiraj başarısına imza atmıştır. Bir Küçük Kara Delik, çevreci yaklaşımla yarattığı Fabrika, bir işkencecinin mesai dışı hayatında yaşadıklarını anlatan Hikâye-i Cemil, tamamen gerçek hayattan çıkma Profesyonel ya da Habil gibi hikâyeler, onun bir tarzı takip etmediğini, bir tarza imza attığının göstergeleridir. Hikâyelerinde farklı biçimlerde beslendiği kaynaklarını kendine özgü buluşları, kurgusu ve anlatım tarzıyla birleştirip ayrılmaz bir bütün olarak vermeyi beceren Galip Tekin’in ününü hak ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yazan: Kutsi Akıllı
Bu yazı 2005 yılında Serüven çizgi roman dergisinde yayınlanmıştır. 

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.