Atmosferini Soluduk – Sanal Ülke İncelemesi
Simon Stalenhag‘ın yazıp çizdiği Sanal Ülke, okurunu betimlediği dünyaya anında çeken muazzam bir kitap. Bu distopik hikayenin adeta havasını soluyup kokusunu aldık. O nasıl bir atmosfer yaratmadır öyle!
Ben kendimi bu kadar atmosfere kaptırdığım yalnızca tek bir kitap daha biliyorum: Yol. Cormac McCarthy’nin vefat haberini hüzünle karşıladığımız şu günlerde McCarthy’nin kalemini anımsatan bir kitap okumaktan hayli memnun oldum.
Yol’da betimlenen sessizliği duymuş, havadaki külü tatmış ve üşümüştüm. Öyle güçlüydü betimlemeler. Sanal Ülke’de de tüylerim diken diken oldu, kulaklarıma da arabanın tavanına çarpan yağmurun sesi doldu. Her sayfada biraz daha hüzünlendim.
Görseller ve Yazıların Bütünleyici Uyumu
Stalenhag’ın bu atmosferi yaratırken en büyük yardımcısı hikayesini güçlendiren muhteşem, muazzam ve gerçekçi görselleri olmuş. O görseller dünyayı ve karakterimizin gördüklerini betimlemek konusunda çok başarılı. Hatta o kadar başarılı ki bazı sayfalarda yazı eklemeye dahi gerek kalmamış. Görseller kendi hikayesini başarıyla anlatmış. Bu yüzden yazar her iki medyumun hem iş bölümü hem de iş birliği yapmasını sağlamış.
Sanal Ülke bir yolculuk hikayesi. Ana karakterimizin varmak istediği bir yer var ama hikayenin sonuna kadar bu yolculuğun sebebini ve varacakları noktadaki hedeflerini öğrenemiyoruz. Yolculuk devam ederken görseller bize karakterimizin gözüne yansıyanları betimliyor. Yazılar ise bu sorumluluktan kurtuldukları üzere karakterin iç dünyasını bize açma görevini üstleniyor. Böylece karakterin savrulan düşünceleri arasında topladığımız bilgi kırıntıları ile tüm hikaye yolculuk boyunca yavaş yavaş inşa oluyor. Yani görseller şimdiki zamanı betimlerken yazılar geçmiş ve şu an arasında gel git yapıyor.
Özet bir yorum isterseniz: Sanal Ülke’nin atmosferi muazzam. Okuru dünyasının içine çekip orada yaşatıyor. Görselleriyle büyülüyor, hikayesiyle sürüklüyor. İçeriğiyle memnun ediyor ve kendine hayran bırakıyor. Hatta rahatsız edici sahnelerde bile bu hayranlık artarak devam ediyor. Distopik ve siberpunk bilimkurgu türündeki Sanal Ülke, Ready Player One romanının sanal olmayan dünyasını biraz anımsatıyor. Zaten şu görseli kapak fotoğrafıyla siz de benzetirsiniz muhtemelen:
Hem, Sanal Ülke’nin de film uyarlaması geliyor. Onun yönetmen koltuğunda Spielberg yerine yine sinema salonlarını doldurmuş olan bir isim var: Russo kardeşler.
Sanal Ülke Ne Anlatıyor?
Kitabın olayı tam da bunu öğrenmek aslında. O yüzden sürprizleri bozmadan, sadece ilk sayfalardan bahsedeyim.
İlk sayfalar bize bir savaş olduğunu anlatıyor. Bu savaş, can kaybını en aza indirmek için drone’lar aracılığıyla yapılmış. (Yani aslında robotlar). Drone’ları da güvenli bir mesafeden cihazlara bağlanan pilotlar kontrol etmiş. Ve savaş asgari can kaybı ile bitmiş. Bu bilgi havada asılı kalıyor.
Ana karakterimizle o bir çölde yürürken tanışıyoruz. Peşinde onu takip eden minik bir oyuncak robot var. Robot da eline bağlı bir halatla peşi sıra bir kano sürüklüyor. Michelle ve onun Skip diye seslendiği robotu yola hazırlıklı çıkmış gibi duruyor. Ellerinde silahları, gidecekleri yeri detaylandıran haritaları ve broşürleri var. Ancak yolu bildikleri dışında bu yolculukları hakkında bir şey öğrenemiyoruz. Çölün ortasında neden bir kano sürükledikleri de muamma.
Dünya ise kafa karıştırıcı. Zira çölün ilk tasviri bizi cesetlerle dolu bir bölgeyle karşılıyor. Ana karakterimiz de bunların arasından, bu tarz ortamlara alışkınmışçasına ilerliyor. Ölümün sık, kanunun seyrek olduğu topraklar bize o başta bahsi geçen savaştan sonra neler olduğunu sorgulatıyor. Hani asgari can kaybı yaşanmıştı? Kim bu cesetler?
Kitabın kalanı da aklımıza takılan sorulara yanıt bulmaya çalışırken karakterimiz ve robotuyla yolculuk ederek geçiyor.
Yazılara Örnek
Görsellerden örnekler paylaştım. Yazıyı da sürprizini bozmayacağı bir yerden örnekleyeyim.
Bu düşünceler ana karakterimize değil, bir başkasına ait:
Savaş sırasında gözümün önünde birisi vuruldu. Adı Peter’dı. Birlikte Fort Hull’ın B çadırının arkasındaki terasta sigara içip lazanya hakkında konuşuyorduk. Peter lazanyaya bayılıyordu. Mermi ona isabet ettiğinde beşamel sos tarifinin tam ortasındaydı. ALA’nın siyah hücum gemilerinden biri kimse fark etmeden ufuk çizgisinden belirmişti. Kısa sürede üç el ateş açıldı ancak ikisi aramızdaki beton duvara isabet etti. Üçüncüsü ise Peter’ın burnunun yanından geçip elmacık kemiğine geldi. Gereksiz yere ayrıntılara girmek istemiyorum ancak (…) Kurşun Peter’ın ağzının üstünde ne var ne yok her şeyi parçaladı.
Bombardıman sona erdiğinde orada kıvrılmış şekilde uzanmışken önümdeki kaldırım taşlarının üzerinde her yere saçılmış pembe parçaları görünce (…) düşünme fırsatım oldu: İşte oradaydı! Beşamel sos tarifi.
Kaldırım taşlarının üzerine saçılmış parçaları her ne kadar bir araya getirip eski yerine geri koymaya çalışsam da hiç kimse mevcut teknolojiyle onları bir araya getiremezdi. (…) Söylemek istediğim, lazanya dediğimiz şeyin aslında beynin fiziksel kısımları ile bunların bir arada bulunuş şekli arasında bir yerde ortaya çıkan bir olgu oluduğu. Lazanyanın bundan daha fazlası olduğunu iddia edenler ya beynin parçalarının ne kadar karmaşık olduğunu ve bu parçaları bir araya getirmenin ne kadar farklı yolları olduğunu hafife alıyor ya da lazanya olgusunu abartıyor.
Eleştirimiz de Yok Değil Ama!
İthaki’nin hatası olduğuna inandığım ama öyle olup olmadığını kontrol edemediğim bir şey var: İki sayfada görseller tekrar etmiş. (Sayfa 70&84 ve 79&107). Yani önceden gördüğümüz bir görsel, farklı bir yazı ile tekrar karşımıza çıkıyor. Ve hikayenin uyumu ile yazarın titizliği göz önünde bulundurulduğunda bu durum absürt kaçıyor. Kaldı ki o sayfalara asıl yakışacak olan görsellere de internetten ulaşabildim. Özetle, İthaki’nin iki sayfada asıl görsel yerine yanlışlıkla önceki sayfalardan görselleri tekrar bastığına inanıyorum. Bu da aslında son derece üzücü ve hayal kırıklığına sebep oluyor.
Yazım konusunda da yine İthaki’den kaynaklı hatalar var. Bazı cümleler yanlış ekler sebebiyle yapı bozulmasına uğramış. Açıkçası bu tarz hatalar çok sık oluyor yayıncılıkta. Zira bir cümleyi değiştire değiştire baştan yazınca, düzelsin diye uğraşınca, bazen o yapılan son değişiklik yüzünden cümlenin yapısı bozuk kalabiliyor. Fakat yayınevinin son kontrolleri yaparken bunu fark etmesi gerekirdi.
Denizden gelen bulut kütleleri tepelerden süzülüp yolun üzerini çöktü.
sayfa 69
Yayınevini ve Türkçe çeviriyi rahat bırakacak olursak (ki hakkını vermek gerek, cilt lezziz olmuş), yazarı da ancak hikayesinin sonunu kısmen açık bıraktığı için eleştirebiliriz. Fakat ben bu hikayenin muğlak bir son ile bitmesini sevdim aslında. O yüzden bunu eleştirmezdim. Yine de muğlak sonlardan hoşlanmayan okurlarımızı uyarmamış olmayayım istedim.
Sanal Ülke’yi de tüm okurlarımıza tavsiye ederim. Yazarın Döngü’den Hikayeler kitabını da çok merak ediyorum artık. Russo Kardeşlerin hazırlamakta olduğu The Electric State filmi için de heyecanlanmamak elde değil.