Ergenekon Destanı İncelemesi
Ergenekon Destanı, Ömer Emre Erdur’un çizimleri ve anlatımıyla iki sayı olarak çizgi romana uyarlandı. Devamı da gelecek olan bu çalışma destana ve o dönemin tarihine ilgi duyanlara hitap ediyor.
Zira ben ilk iki sayıyı, destanı ve tarihi olayları yalnızca okulda öğrendikleriyle sınırlı tutmuş bir çizgi roman okuru (cahil) olarak inceledim ve bu çizgi romanın benim gibi cahil kişilerin ilgisini çekecek bir hikaye anlatımına sahip olmadığını düşünüyorum. Nitekim, ilk cildi okumak ilk birkaç sayfasının görsel güzelliği bir kenara koyulacak olursa düz yazı okumakla aynı hissi veriyor.
İkinci sayıda çizgi romana daha uygun bir hikaye anlatımı ile karşılaşıyoruz. Hikayeyi ve görsel tasviri takip etmek de daha kolay oluyor. Hatta ikinci sayının arkasında bir harita da var. Keşke bunu ilk sayının başına koymuş olsalardı. Hikayeyi bitirmeden önce görmek çok daha faydalı olurdu. Anlatılanları takip etmeyi kolaylaştırırdı.
Özetle, Ergenekon Destanı o döneme ve destana ilgi duymayanlar için okuması kolay bir hikaye değil. Görsel anlamda çok güzel panelleri var. Fakat çizgi roman olarak akışı ve hikaye anlatımı sık sık tökezliyor. Bu yüzden Ergenekon Destanı çizgi roman okurlarından çok resimli tarih kitabı okumak isteyenlere hitap edecek bir giriş yapıyor. İkinci sayıdaki iyileşmeler ise umut verici. Zira Ömer Emre Erdur bunun uzun bir yolculuk olmasını istiyor. Çıkan her sayıda hikaye anlatımını geliştirebileceğini bizlere göstermiş.
Detaylı anlatacak olursam:
İlk Sayı: Ejderhanın Rüyası
Ergenekon Destanı ilk sayısında rüya gibi görsellerle karşılıyor bizi. Bozkıra yayılmış obaların ve alevlerin gökyüzündeki yıldızlar gibi parlamasına hayran kalıyoruz. Mitolojik karakterlerin tasviri de keyifli olmuş. Bu sayfalar bizi yavaşça hikayenin tonuna alıştıracak sanıyoruz. Fakat rüya gibi görseller bitince alışa alışa hikayeye dalma süreci de bitiyor. Hikaye anlatıcı bizi denize fırlatıp yüzmeyi öğrenmemizi umar gibi bilgi havuzunun içine atıyor. O dönemde yaşanan siyasi gerginlikler ve gruplar arasındaki ilişkiler konuşma balonlarının ya da hikaye anlatımının içine sıkışıyor. Okur bu bilgileri panellerin çiziminde göremiyor, deneyimleyemiyor. Bu ilişkilerin duygusal ya da hikayesel önemini anlayamıyor. O yüzden tarih kitabı okumaktan farksız bir deneyim oluyor çizgi romanı okumak. Üstelik ilk sayfalarda tadını çıkardığımız görseller de konuşma balonlarının ve o balonlarda geçen terimleri açıklayan başka kutucukların yığını altında kalıyor. Okurken beni yordular.
Görseller ilk sayfaların ardından etkileyiciliğinden ödün verirken hikaye anlatımına pek de bir şey ekleyememeye başlıyorlar. Hatta çoğu zaman bir sahnedeki aksiyonun nasıl ilerlediğini takip etmek de mümkün olmuyor. Kim nerede duruyordu? Bu düşünce balonu kime ait? Zaman zaman anlayamıyoruz. Paneller birbirinden kopuk gibi gelebiliyor. Yabancı gelen isim ve terimlerle dolu yazılı anlatımı da takip etmekte güçlük çekerseniz neler olup bittiğini anlamak güçleşiyor.
Konuşma balonları da doğal bir konuşmadan ziyade bu bilgi veren anlatımı devam ettiriyor. Ancak bu didaktik konuşma balonlarından sonra dönemin bazı gelenek ve yemeklerini göstermek için eklenen konuşma balonları da görüyoruz. Böylece sıkış tıkış siyasi ve tarihi bilgi veren konuşmalarla bölgede yıllar içinde olan olayları 2-3 sayfada öğrenirken yoruluyoruz. Hemen sonra da şu tarz basit bir konuşmaya bir sayfa harcandığını görmek can sıkıyor:
Usta nehir yatağına gidelim, taze su içersin. Ateş de yakarız. Açsan biraz kurut ve kaltak altına bastırma var.
İkinci Sayı: Kurt, Kartal, Aslan ve Domuz
İkinci sayıda paneller arasındaki akış çok daha iyi olmuş. Artık sahnenin nasıl değiştiğini daha iyi görebilmeye başlıyoruz. Hikaye anlatımı kutucuklarıyla dolup taşan sayfalar çok azalmış. Hatta o yığın şeklindeki anlatım da anlatılan şeyin görselleştirilmesi ile çok daha keyifli olmuş.
Fakat hikayenin bir kahramanı olmayan, dış ses konumundaki anlatıcı tarihe dair bilgi verirken “Bundan sonrasını lütfen dikkatli takip ediniz” diye bir kutucuk atınca yine tarih dersinde uyuklamışız ve öğretmen bizi fırçalıyor gibi hissediyoruz. Sınavda çıkacakmışçasına okuyoruz sonraki sayfaları. Ne yazık ki yazarın bu didaktik anlatım tarzı hikaye anlatıcılığını zedeliyor.
İkinci sayıda paneller büyük oranda bir savaş sırasındaki hamleleri ya da siyasi öneme sahip kişilerin konuşmalarını içeriyor. Dolayısıyla ikinci sayı da cahil bir okuru destana ya da dönemin tarihine ilgi duymaya çekemiyor.
O yüzden Ergenekon Destanı özellikle tarihe ya da destana ilgi duyan okurlara hitap ediyor diye düşünüyorum. Fakat bazı panellerin görsel güzelliği her okurun hoşuna gidecektir diye inanıyorum.