Doctor Who Nasıl Rockstar Oldu?
Bilimkurgu tarihinin en sevilen serilerinden biri olan Doctor Who’nun 9. sezonunu geride bıraktık. Bir önceki sezonda yapılan hatalardan ders çıkarıldığını ve Doctor’un bir Rockstar olarak yeniden doğuşuna tanıklık ettik. Evet, önüne boyuna 9. sezonu incelemeye karar verdim!
Açıkçası Doctor Who’nun bu sezonundan bir hayli çekinmiştim. Çünkü 8. sezonda iyi bir giriş yapmasına karşın, anlatmaya çabaladığı(!) hikayeler vasat ötesiydi. Hatta bu konu hakkında isyanımı da yine sizlerle Doctor, Clara ve Aptal Yerine Konulmak! yazımda paylaşmıştım. Ama merak etmeyin, o yazıda olduğu kadar öfkeli değilim. Gerçekten leziz bir sezon izledik. Şimdi sağa sola sıkı tutunun çünkü yolculuğa başlıyoruz ve TARDIS ile yolculuk etmek bir hayli sallantılıdır!
2013 yılında The Time of the Doctor özel bölümü ile Matt Smith’e veda edip, Peter Capaldi ile tanışmıştık. Capaldi’den beklentim bir hayli fazlaydı. Çünkü Doctor’un artık yaşlandığını biliyorduk. Huysuz ve ihtiyar bir Doctor’u ondan başkası daha iyi canlandıramazdı. Ama ne yazık ki, bunu 8. sezonda göremedik. Gereksiz aşk hikayelerine boğulmuş, sıradan öyküler vardı. Çok şükür 9. sezon ile istediğimize ulaştık.
The Magician’s Apprentice ile başlayan 9. sezon, kendi içerisinde çelişkilerle doluydu. Davros’un yeniden ortaya çıkması David Tennant zamanıyla çelişiyordu. “E arkadaş bu adam ölmemiş miydi?” diye sordum. Sonrasında da eskinin Master’ı bugünün, Missy’si geri döndü. Meğersek o da son anda ışınlanmış. Gerçekten de zayıf bir başlangıçtı. Ama Under the Lake ve Before the Flood ikilemesi ile o eski Doctor Who hikayelerine kesin bir dönüş yaptığımızı hissettim.
Before the Flood, Doctor Who’nun en iyi 10 bölümü arasına girecek yapıdaydı. Karakterlerin derinliği ve hayatta kalmanın neredeyse imkansızlaşması, bölümü her geçen saniye daha heyecanlı kılıyordu. Ekip hem hayalet-vari silüetlerle uğraşıyor, hem de Balıkçı Kral isimli korkunç uzaylının amaçlarını engellemeye çalışıyorlardı. Şöyle kafanızı iki elinizin arasına alıp bir düşünün! Bootstrap Paradox’unu (Ayakkabı Bağı Paradoksu) daha ne kadar güzel anlatabilirlerdi?
Eh bölümün geneline yayılmış bir de belirsizlik havası vardı. Ama ta en başından beri Doctor’un planı tıkır tıkır işlemekteydi. Gördüğümüz onun hayaleti değil, aslında hologramıydı. Bu bölümde o yüzden eski sezonların tadını yakaladım. Siz her şey bitti derken, Doctor’un planı devreye giriyor ve tüm sorunlar çözülüyordu.
Bu iki bölüm ile birlikte içime biraz su serpilmiş oldu. Ama yine yerine oturmayan taşlar vardı. Bunun en büyük sebebi ise sanıyorum Clara’ydı. Bir önceki sezonda, Doctor’a güvenmeyen ve Danny Pink ile saçma bir aşk yaşayarak gözümüzden düşen Clara’nın bir şekilde kefaretini ödemeye çalıştılar. Önceki sezonda, o volkan sahnesinde TARDIS’in anahtarını lavların içine atmayacaktın Clara! Onu yaptın ya, o zamandan beri sana gıcık olan birçok izleyici var.
Bu yüzden Clara’yı 9. sezonda olabildiğince iyi göstermeye çalıştılar. Neden mi? Çünkü diziden çıkacağı belliydi. Hali hazırda sezon başlamadan önce de Clara’yı oynayan Jenna Coleman’ın sözleşmesinin bittiği belirtilmişti. Giderayak, bize onu sevdirmeye çalışıp üzülmemizi istediler. Beklentim bu yöndeydi. Ama sezon finalinde ters köşe yapmış olmaları çok ama çok hoşuma gitti. Şimdilik sezon finalini bir kenara bırakıp, Ashildr ya da kendine verdiği isimle Me’ye bakalım.
Maisie Williams’ın diziye katılacağını duyduğumda, onun Doctor’un akrabalarından biri olacağını düşünmüştüm. Dördüncü Sezon, Altıncı Bölüm’de yani Doctor’s Daughter’da, Doctor’un genlerini kullanarak ona bir kız çocuğu vermişlerdi. Williams’ın bir ihtimal Jenny olabileceğini düşünmüştüm. Moffat’ın bu sezon beni bir hayli şaşırttığını söylemem gerek. Sadece 1-2 bölüm bizimle kalacağını düşündüğüm Ashildr, tüm sezonun hikayesini etkileyecek biri haline getirildi.
Sizin de izlediğiniz bölümleri tekrar anlatmanın bir anlamı yok. O yüzden tekrar tekrar bahsetmeyeceğim. Ama Me, gerçekten incelikle düşünülmüş bir kötü karakter olmuş. Bugüne kadar Doctor’un tüm düşmanlarıyla, dostça bir rekabet yaşadığını gördük. Birbirlerine düşmanlıkları ne kadar amansız olsa bile, yeri geldiğinde arkadaşça tokalaşmayı da başardılar. Me karakteri de, tam anlamıyla 9. sezona “cuk” oturmuş bir karakter oldu.
Doctor gelmiş 2000 küsür yaşına. Evrenin en ücra köşelerine yolculuk etmeyi başarmış, paralel evrenler arasındaki savaşları durdurmuş, düşmanlarının kalbine korku, dostlarına güven saçan biri. Ama o artık yaşlı. BBC utanmasa, Danny Glover ile özdeşleşmiş “I’m too old for this shit” sözünü alıp diziye koyacakmış gibi geldi. Peter Capaldi’nin Doctor’u artık emeklilik günlerinin peşinde. Bugüne kadar en korkunç anlarda bile mutluluktan heyecan dolan Doctor “Artık benden geçti” diyor. Ama bunu da klas bir şekilde yapıyor.
Sezonun ilk bölümünde bir tankın üzerinde, güneş gözlükleri ve elinde gitarı ile giriş yapan Peter Capaldi bunun en güzel örneği. Bir önceki sezonda hikaye yetersizliğinden arka planda kalan Capaldi’nin oyunculuğu, 9. sezon ile tam anlamıyla zirve yapmış. Ağzından çıkan her kelimeyi havada kapar, her mimiği ile yüzünde açılan derin çukurlara anlam yüklemeye başlar olduk. Bu da Capaldi’nin yeteneği değil de, nedir diye size sorarım.
Bunları bir araya topladığımızda Me’nin, Doctor tarafından ona verilen ölümsüzlüğü ile muhteşem bir birliktelik oluşuyor. Çünkü Doctor kendi elleriyle yarattığı bir düşmanla mücadele etmek zorunda. Bu yüzden sonunda en büyük düşmanı, yani kendisiyle savaşmak zorunda. Bir süredir de kendisini saldığı için toparlanma süreci fazlasıyla sancılı geçecek, haberi yok.
Doctor Who’da dikkat ettiğim özelliklerden biri Doctor’un geri planda kaldığı ve diğer karakterlerin öne çıktığı bölümlerin daha ilgi çekici olmasıydı. Blink bölümünde, Doctor’a ayrılan süre bir hayli azdı ama hikaye çok kuvvetliydi. Yan karakterlerin ne kadar kuvvetli olduğunu hissetmemizi sağlıyordu. Tüm hikaye Doctor’un etrafında dönmüyordu. Ama şimdi işler biraz değişmeye başladı. Hikaye Doctor’un çevresinde gelişiyor ve onun sarmalıyor. Kontrol etmek için oldukça yaşlanan Doctor, en sonunda kendi hapishanesi içerisinde kısılı kalıyor.
Heaven Sent bölümünden bahsediyorum. Sadece Doctor’un baş rolünde olduğu ve ilk defa kendi düşüncelerini bu kadar sesli duyduğumuz bir bölümdü. 4.5 milyar yıl boyunca kendi hapishanesinden kaçmaya çalışan bir adamdan korkmanız gerekiyor. Çünkü dışarı çıktığında hesap soracağı çok fazla insan olacaktır. Kendisi de soluğu Gallifrey’de alınca, Zaman Lordları’nın elleri ayakları birbirine dolanıyor.
Yazımın başında Clara’nın kefaretini ödemesi gerektiğinden bahsetmiştim. Face the Raven bölümünde ölümün kıyısından kurtarıp aldığı Clara tüm sezon boyunca birçok badire atlatmıştı. Clara’nın bir şekilde aramızdan ayrılacağı iyiden iyiye kesinleşmişti. Ayrılığı da sezon finalinde görüyoruz. Doctor daha önce Donna’ya yaptığı gibi Clara’nın güvenliğinden emin olmak için onun hafızasını silmeyi planlıyor. Çok karmaşık olaylara sahne olsa da, Me ve Doctor arasında geçen konuşma tüm sezondaki soruların cevabını saklıyor aslında. Buna dikkat etmek gerekiyor.
Rus Ruleti’ne bağlayan ikilinin ayrılığı gerçekten de bana sürpriz oldu. Donna’ya olduğu gibi hafızasının silineceğini düşündüğüm Clara, Doctor’un üzerine giderek son şansını kullanıyor. Böylece Doctor ilk defa gerçek anlamda bir yoldaşını kaybetmiş oluyor. Ölenleri ya da paralel evrende kalanları kayıptan sayıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Çünkü sadece isimlerinin bile geçmesi, Doctor’un yüz şeklinin değişmesine sebep oluyor. Adam Clara’yı tamamen kaybetti! İsmini söylemeyi geçtim, canlı kanlı karşısında durmasına rağmen onu hatırlayamayacak. Bu da bence Clara’nın ayrılığını daha önemli kılıyor.
Bu sezonu önemli kılan ayrıntılardan biri de sonik tornavidaydı. Daha sezon başında sonik tornavidasını değersiz bir çöp parçasıymış gibi yere fırlatan Doctor, sonik güneş gözlüğü ile havasını atmayı başarmıştı. O hava nedense bana sökmemişti. “Yahu atılır mı o güzelim, sonik tornavida yere” diye bağırmıştım. Bak sevgili Moffat, elinde yanar dönerli bir tornavida olmayan Doctor nasıl Doctor olabilir ki? İşte bunu da sezonu bir bütün olarak elimize aldığımızda fark ediyoruz. İtiraf Kadranı’ndan kurtulan Doctor, girdiği boşluktan çıkmayı başarıyor aslında. Magician’s Apprentice bölümünde çılgınlar gibi parti yapan Doctor, sonunda sonik tornavidasına kavuşarak yeniden Doctor oluyor.
9. sezon incelemesini bir hayli uzun tuttum ama anlatmak istediklerimin de bir kısmını es geçtim. Sadece son olarak yılbaşı özel bölümüne değinip, siz sevgili Whovianları kendi zamanlarına geri yollamak istiyorum. Zaten 9. sezon biteli çok oluyor ama yılbaşı bölümünde River ablayı yeniden görmüş olmanın verdiği heyecan ile yazıyı biraz ertelemiştim.
River Song ya da Amy’nin ona verdiği isimle Melody. Doctor Who’nun en gizemli kadınlarından biri. David Tennant döneminde Silence in the Library bölümü ile Profesör River Song karakteriyle tanıştık. Birbirlerine ters giden zaman çizgileri yüzünden de, bir türlü aralarında anlatılmak istenen aşk hikayesini dinleyememiştik. Gerçi aşk hikayesini gördük ama bir türlü nasıl başladığını görememiştik. The Name of the Doctor bölümünde bir eko olarak karşımıza çıkan River Song’un “Goodbye Sweetie” sözleriyle tamamen aramızdan ayrıldığını düşünmüştük. Ama River Song’un dönüşü muhteşem oldu.
The Husbands of River Song yılbaşı bölümü ile River’ı yeniden görmek paha biçilemezdi. Bu bölümle birlikte serinin devamlılığına bağlı kalınmış olması mutluluk vericiydi. “O aslında böyle olmuştu” demek yerine, River’ın Doctor ile son karşılaşması ya da Doctor’un River ile ilk karşılaşmasında anlattığı hikayeyi birebir gördük. Darillium’da geçirecekleri tek gecenin 24 yıl süreceğini duyan River ablanın yüzündeki ifadenin endişeden mutluluğa dönüşmesi, ne yalan söyleyeyim beni baya bir duygulandırdı.
Tamam! Şöyle hızlıca toparlayıp, azad ediyorum sizleri. 9. sezon beklentilerimin üzerine çıkan ve Moffat’ın bir önceki sezonda yaptığı hatalardan ders aldığı bir dönemin yansıması olmuş. Peter Capaldi’nin, Fires of Pompei bölümünde Caecilius’u oynamış olması birçok sıkı Whovian’ı çıldırtmıştı. Moffat sırf bunun için bir bölüm çekerek, Doctor’un neden Caecilius’un yüzünü aldığını görüyoruz. Üzeri bir örtüyle kapatılmak yerine, doyurucu bir hikaye ile bunun anlatılmış olmasından dolayı Moffat’a karşı kaybettiğim güvenim geri döndü.
9. sezon Doctor’un en iyi (Heaven’s Sent), en heyecanlı (Before the Flood) ve en romantik (The Husbands of River Song) bölümlerine ev sahipliği yapıyor. Zygonların hikayesini anlattığı bölüm, önceki sezonlara selam çakmasının ötesine geçemiyor. Ama hikaye bütünlüğünü devam ettirmesi açısından, yapılması gereken bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Russel T. Davies dönemindeki Doctor’da, yarım kalan hikaye görmemiştik. Sanıyorum Moffat, hikayeleri toparlamaya başladı. Çünkü Doctor Who’nun da sonu geldi.
10. sezonunda da aramızda olacak olan Doctor Who daha ne kadar devam eder bilemiyoruz. Ama Moffat’ın yaratıcılığının geri geldiğini görmek iyi oldu. Çünkü Peter Capaldi gibi zengin bir oyuncuyu, iyi hikayelerle anmak istiyoruz. Ve siz ne kadar karşı çıkarsanız çıkın, benim gözümde Peter Capaldi en iyi Doctor oldu!
peter da benim gözümde favoriye oturdu, elbetteki bir yoruma uzunca yorumlar katamam ancak genel olarak iyi bir sezon olduğunda hemfikiriz, davros hikayesi çok iyi olabilirdi ama ikinci bölümde çizgiyi bozdular, hologram mevzu da tahmin edilebilirdi bence, onun dışında bölümler genel olarak sağladı, finalde tekrar clarayı gözümüze gözümüze soksalarda clara için iyi bir son ve genel itibariyle iyi bir iş çıkardılar. okuması zevkli bir incelemeydi
Geri bildirim için teşekkür ederim ^^