Thelma’dan Önce
Yakın dönem İskandinav sinemasının en başarılı bulduğum yönetmeni Joachim Trier, gelecek sene “Thelma” adını verdiği filmde doğaüstü güçlere sahip bir üniversite öğrencisinin insan ilişkilerini ele alacak. Bu fantastik film öncesi Trier’i buralara getiren aşamalardan ve yönetmenin İskandinav sineması tarihindeki konumundan bahsetmek istiyorum.
Victor Sjöström, Mauritz Stiller, Gustaf Molander gibi isimlerin etkisiyle 20. Yüzyılın ilk yarısından itibaren güçlü bir etki yaratan İskandinav Sineması, bu etkiyi günümüze kadar sürdürmeyi başarmıştır. Post-war dönemde Ingmar Bergman’ın, Bo Widerberg’in katkılarıyla belki de en ihtişamlı dönemini yaşayan İskandinav Sineması; sonrasında yetiştirdiği Lasse Hallström, Søren Kragh-Jacobsen ve Roy Andersson gibi isimlerle bu ihtişamı korumakla kalmayıp; Lars von Trier’in ve Thomas Vinterberg’in ‘’Dogme 95’’ akımıyla etkisini daha da arttırmıştır.
İskandinav sinemasının 20. Yüzyılın başlarından beri sürdürdüğü başarının kaynağında İskandinav topraklarının sağladığı sinematografik atmosferin etkisi büyük. Ancak tek başına bu sinematografinin İskandinav sinemasının ününü sağladığını söylemek edebiyata büyük haksızlık olur; , Victor Sjöström ve Mauritz Stiller, filmlerinde Nobel ödülü sahibi yazar Selma Lagerlöf’ün anlatımındaki şiirsel İskandinavya tasvirleri ve anlatısında duyguları büyük bir ustalıkla kâğıda aktarması söz konusu sinemanın gelişimine ve tanınmasına büyük yarar sağladı. Daha sonraki zamanlarda Bergman’ın Oda Üçlemesi’nde (Säsom i en spegel, Nattvärdsgâterna, Tystnaden) rastlanan Dostoyevsk izler ile birlikte İskandinav Sineması kendisini edebi bağlantılarla tanıttı dünyaya. Bergman’dan sonra bu edebi bağlantıların bir süre aksadığını söyleyebiliriz. Tabi bu aksama 2006 yılında Reprise adlı ilk uzun metraj filmi ile karşımıza çıkan Joachim Trier ile son bulacak gibi duruyor.
Norveç sinemasının önemli yönetmenlerinden Erik Løchen’in torunu olarak dünyaya gelen Danimarkalı Joachim Trier, ister istemez sinemanın içinde büyümüş bir yönetmen. Senaryolarını arkadaşı ve meslektaşı Eskil Vögt ile yazmış olduğu 3 filmi ile şimdiden adından sıkça söz ettiren; BFI, Criterion gibi kuruluşlar tarafından olumlu sözlerle ifade edilen bir yönetmen olarak emin adımlarla ilerleyen bir filmografi çiziyor seyirciye.
Neredeyse her röportajında sinemasının kaynağını edebiyattan ve hayallerden aldığını söyleyen Joachim Trier; filmlerini birleştirilmiş parçalardan, yamanmış bölümlerden yarattığını söyleyerek bu tarzını ‘’patchwork aesthetic’’ isimlendiriyor.
‘’Gerçekten dünyayı buna maruz bırakmak istiyor musun?’’
Reprise, 2006
Daha ilk filminden gençlerin kaygı dolu dünyası içinde buluruz kendimizi. Edebiyat, kaygı, umut, anı, hayal gibi kavramlar Reprise’in ilk sahnesinden itibaren canlanmaya başlar. Kitaplarının basılmasına ve sonrasına dair kurdukları hayallerle tanırız Erik’i ve Phillip’i. Kız arkadaşıyla bir şeyleri yoluna sokmak için zorlama bir şekilde anılarını ’’tekrardan’’ yaşamaya çalışır Erik. Yaşatmaya çalıştığı anıları ile yaşamaya çalışır. Erik’in geçmişe duyduğu özlem Phillip’in geleceğe duyduğu özlem ve kendisine zorla direttiği hayalleri ile bir dilemma yaşatır seyirciye. Bu konuda ilk olarak Erik’in kitabının basılması da iyi bir örnektir. Erik; kitabı ve kız arkadaşı ile ilgili hayal kırıkları sebebiyle geçmişe büyük bir özlem duyarken Phillip gelecek hayalleri kurmaktadır. Farklı uzay ve zaman aralıklarında hayatta kalmaya çalışan iki dostun portresini çizer Joachim Trier, daha ilk filminden tarzını yanıstmayı başarır.
Filmografinin ikinci ve İskandinav topraklarındaki son parçası olan ‘’Oslo, 31 August’’ Joachim Trier’in edebiyat sevgisinin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. İlk olarak Fransız yönetmen Louis Malle tarafından uyarlanan Pierre Drieu La Rochelle’in romanı ‘’Le Feu Follet’’nin modern bir uyarlaması olan ‘’Oslo, 31 August’’ anlatım tarzı sebebiyle Joachim Trier’in tarzını yansıtan, yönetmenin tarzını yansıtan bir filmografi yaratma isteğini gösterebilen bir film. Anders, uyuşturucu bağımlılığı sebebiyle yaklaşık 1 yıllık rehabilitasyon sürecinden sonra görüştüğü arkadaşlarının yaşamına uyum sağlayamaz ve geçmiş özleminin pişmanlıkla iç içe geçtiği Oslo manzaraları etrafında şekillenir film. Bergman’ın düşünceli erkek karakterlerini anımsatır bir nebze de olsa Anders. Joachim Trier ikinci filmini de İskandinav gençleri üstüne kurar ve bu kurgu Anders’in yaşadığı nostalji ve pişmanlık ile ‘’Oslo, 31 August’’u yılın en iyi filmlerinden biri hâline getiririr.
‘’Bu filmde, yurdumuzdan çok uzakta olduğumuz anlarda biz Rusları saran, ulusumuza özgü o ruhsal durumu, nostaljinin Rus biçimini anlatmak istemiştim.’’
Tarkovski, 1981
2015’in Joachim Trier’in kariyeri için bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Başka bir ülkede film çekmek her yönetmen için zordur. Yılmaz Güney’in Fransa’da sürgünde çektiği Yol veya Andrey Tarkovski’nin İtalya’da çektiği Nostalghia… Stanley Kubrick’in İngiltere yılları veya Lasse Hallström’ün filmografisini bir anda Amerika’ya çevirmesi… 2015’te Louder Than Bombs isimli yeni filmini Amerika’da çekme kararı alan Joachim Trier de bu kervana katılmış oldu.
Louder Than Bombs, anlatı tarzındaki benzerlikleriyle bir şekilde Trier tarzını yansıtmayı başarmış bir film. Mesleği sebebiyle bana Haneke’nin karakterleri hatırlatan Savaş fotoğrafçısı Isabelle’in ölümünün çocukları (Jonah ve Conrad) ve kocası (Gene) üzerinde bıraktığı etkilere dayanan film, filmografinin önceki iki parçası gibi kurgudaki geri dönüşleri ne çocukların anneye duydukları özlemi düşleri yoluyla ekrana aktarması sebebiyle bir Joachim Trier filmi olduğunu kanıtlıyor. Bu filminde Amerikalı oyuncularla çalışan Joachim Trier’in ismini bir Smiths albümünden alan filmi Louder Than Bombs; yönetmenin Amerika’ya karşı duyduğu ilginin dışavurumu olarak değerlendirebilir.
Joachim Trier’in karakterleri unutulanı, özlem duyulanı hatırlamak için çırpınırlar. Bu çırpınışa karşı her birinin farklı bir çözümü vardır: Anders için bu çözüm uyuşturucudur, annesinin babasını aldattığını öğrenen Jonah kendi karısını aldatır, Erik ise bitmiş bir ilişkiyi yaşadıklarını tekrarlamaya çalışarak düzeltmeye çalışır. Şimdiden kurtulmaya çalışan; anılara veya hayallere gömülen karakterler Trier sinemasının mihenk taşıdır; kanla beslenen bir vampir gibi bir Trier filmi de karakterlerinin ruhuyla beslenir, o ruhlar sayesinde kendisini bir devinim içerisinde ilerletmeyi başarır.