Doğu Yücel Röportajı
Fantastik edebiyatın günden güne geliştiği ülkemizde başarılı fantastik kurgu eserlerine daha sık rastlar olduk. Son dönemde çıkan en başarılı fantastik kitaplardan biri olan “Varolmayanlar” kitabının yazarı Doğu Yücel ile konuştuk. Yakın zamanda “Hayalet Kitap“ın da yeni baskı yapması üzerine de konuşmadan geçmedik.
Yazar, senarist, editör ve bir müzik otoritesi olan Doğu Yücel ile yaptığımız keyifli röportaj.
Keri: Merhaba Doğu, ben seni yakınen tanıyorum ancak tanımayanlar için kendinden biraz bahseder misin?
Doğu Yücel: Zor soru :) 15 Nisan 1977’de doğdum. Kendimi bildim bileli hayal gücünün esrarengiz dünyasıyla haşır neşirim. Star Wars, E.T., Back to the Future gibi filmler, Alacakaranlık Kuşağı gibi diziler, Conan, Spiderman gibi çizgi romanlara olan hayranlığımın iteklemesiyle ilkokul yıllarında kendi özgün öykülerimi oluşturmaya başladım. Çok çocuksu ve ilkel öykülerdi ama yıllarca çalışarak üniversite yıllarında onları belli bir seviyeye ulaştırdım. 1997’de Gençlik Kitabevi’nin, 1999’da Nostromo Bilimkurgu dergisinin yarışmalarından ödülle dönünce yazarlık konusunda ilerlemeye karar verdim. Sonra kitaplar, filmler falan geldi, hala şoktayım :)
Keri: Önceleri öykü yarışmaları, sonrasında korku hikayelerinin derlendiği “Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları” isimli kitap ile başlayan bir edebiyat süreci var. Bu dönemleri biraz anlatır mısın?
Doğu Yücel: İlk “elle tutulur” öykülerimi İngilizce derslerinde yazmaya başlamıştım. Türkçe derslerinde, bilirsin, kompozisyon yazdırırlardı. Kompozisyon nedir, hala anlamış değilim. O yüzden Türkçe derslerinde çok kötüydüm fakat İngilizce derslerinde öykü yazdırıyorlardı. İşte o zaman mutluluktan uçuyordum. Bir süre sonra Türkçe yazmaya başladım. Üniversitenin ilk yıllarında öykü dergilerine öykülerimi göndermeye başladım. Şu hayatta kendim dahil hiçbir şeyi ciddiye almam, disiplinsiz ve dağınık bir adamım. Ama iş öykülere gelince tam tersi. O ilk öykülere verdiğim emek gerçekten çok acayipti. Hepsini en az 6-7 kere sıfırdan yazıyordum. O zaman bilgisayar da yok, elle yazıp daktiloda temize çekiyordum. Daktilodaki bazı tuşlar çalışmıyordu, o harfleri tek tek elimle yazıp dolduruyordum. Bir şey silmek, yerine başka bir şey yazmak ise imkansızdı. Sonra elektronik daktilo denen bir cihaz çıktı. 30 saniyeliğine hafızaya alıyordu yazılanı, yani 30 saniye içinde hatanızı düzeltebiliyordunuz. Mucize gibi bir şeydi benim için. 1996’da Gençlik Kitabevi öykü yarışmasına katıldım, dereceye bile giremedim. 1997’de tekrar katıldım, önce “birinci oldunuz” dediler, sonra “birinciliğe layik eser göremediğimiz için birinciliği paylaştırıp adına başarı ödülü dedik” dediler. En büyük mutluluğum ve en büyük hayalkırıklığım peş peşe gelmişti. 1998’de “bu defa lami cimi olmadan birinci olacağım” diye kafaya koyup daha iyi üç öykü için çalıştım ama o zaman da “İlahi Düello” isimli öykümdeki dini meselelerle uğraşan tema yüzünden elendiğimi öğrendim. 1999’da hastası olduğum Nostromo Bilimkurgu Öykü Dergisi’nin yarışmasında başarı ödülü kazandım. Jürisinde Giovanni Scognamillo, Metin Demirhan, Bülent Somay gibi ustaların olduğu bir yarışmaydı. “Gerçekten yapabilirim” dediğim sayılı anlardan biriydi o ustalardan ödül almak. Sonra da tüm öykülerimi bir araya getirip yayınevlerine götürdüğüm, “yerli fantastik basmıyoruz” yanıtıyla reddedildiğim uzun bir süreç var. Fakat o sürecin sonunda önce Çitlembik’ten, sonra Stüdyo İmge’den “Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları” çıktı. Biraz uzun mu anlattım? :)
Keri: Öykülerden sonra ilk roman “Hayalet Kitap” geldi. Öykülerden sonra roman yazma arzusu nasıl oluştu?
Doğu Yücel: Hayalet Kitap’ın en başta uzun bir öykü olacağını düşlüyordum. Çıkış öyküsü kitapta da yer alan “Dünyanın En Güzel 13. Kızı” isimli kısa öyküdür. Fakat zamanla geliştirdim onu, karakterleri arttı, yan hikayeler çoğaldı ve uzun bir romana dönüştü:) Genel olarak bir sonraki adımda ne yapacağımı hesaplamayı sevmiyorum. Aklıma gelen fikrin peşinden gidiyorum, o fikir beni nereye götürürse oraya gidiyorum. Profesyonel bir yazar gibi düşünemiyorum, biraz paranormal bir ilişkim var edebiyatla. Aklıma gelen öykü konusuna itaat ediyorum, o ne derse o oluyor. “Varolmayanlar”ın fikri aklıma geldiğinde o fikirden çok korkmuştum. O büyük fikri bugünkü donanımımla layığıyla kağıda geçiremeyeceğimi düşünmüştüm. O noktada başka bir öykü fikrine, daha basit bir kurguya geçebilirdim ama bunu yapamadım. “Hayalet Kitap”ta da öyle oldu, bulduğum basit öykü fikri beni roman yazmaya itti. Çok mu şizofrenik yanıt oldu haha:) Ama cidden yazarlık süreci böyle bir şey…
Keri: “Hayalet Kitap”, Durul Taylan ve Yağmur Taylan tarafından “Okul” ismiyle beyazperdeye uyarlandı ve oldukça ses getirdi. Kitabı yazarken bir senaryo düşüncen var mıydı?
Doğu Yücel: Açıkçası vardı, yazarken içten içe “Hayalet Kitap”ın filme dönüşeceğini biliyordum sanki. Küçük yaştan itibaren hayalet filmlerine çok meraklıyım. Hayaletler genelde gerçek hayatta bir haksızlığa maruz kalan ve öldürülen masum varlıklardır. En azından her filmin sonunda bu gerçek ortaya çıkar. “Hayalet Kitap”taki “platonik aşkı yüzünden intihar ederek hayalete dönüşen adam” fikri aklıma geldiğinde bunu izlediğim hiçbir filmde görmediğimi, bunun sinemaya uyarlanabilir “parlak bir fikir” olduğunu düşünmüştüm. Sonra bu fikir geliştikçe gelişti ve romanı yazarken çoğu sahne gözümün önünden bir film sahnesi gibi geçti. O dönemde Altıncı His ve Olağan Şüpheliler sayesinde final twist’leri moda olmuştu ama çoğu zorlama twist’ler oluyordu. Hayalet Kitap’ın twist’ini bulduğumda, ki twist bulmak için bulmamıştım, “tamam bundan artık kesin film olur” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Tabii o twist’i bence filmde hak ettiği beceriyle uygulayamadık, o ayrı.
Keri: Hemen sonrasında yine “Küçük Kıyamet” filminin senaryosu ile korkuları beyazperdeye aktardın. Seni senaryo yazmaya iten ne oldu? Yazdıklarını karşında görmek nasıl bir duygu?
Doğu Yücel: En başta dediğim üzere aslında benim hayal gücüne dair merakım sinemayla başladı. Çok büyük bir Spielberg hayranıydım, annem de bana “Küçük Spielberg” derdi. Sonra bir gün yine bir Spielberg filmi izlerken “Anne Spielberg tek başına bunları nasıl hayal ediyor, bu sahneleri nasıl yazıyor” demiştim. Annem hayatımı değiştiren yanıtı verdi: “Spielberg yazmıyor ki, senarist yazıyor”. O andan itibaren çok küçük yaşta olmama rağmen jenerikteki senarist isimlerine dikkat eder oldum. Hemen bir koşu E.T’nin senaristinin E.T. senaryosundan yola çıkarak yazdığı E.T. romanını okumuştum. O andan itibaren eğer öykü yönetmenden çıkmadıysa filmlerin esas kahramanlarının senaristler olduğunu düşünmeye başladım ve bir gün sevdiğim filmlere benzer senaryolar yazmayı hayal ettim. O yüzden yazma sürecimin başlangıcında zaten bir sinema sevdası vardı. Hayalet Kitap’tan önceki öykülerimde de sinematografik bir taraf görülebilir. Zaten ilk öykü kitabımdaki Rüya Çocuk kısa film olarak çekildi. Bariyer ve Tiyatrodaki Hayat’a da teklif gelmişti ama sonra o projeler yatmıştı. Sonuç olarak; aslında ben hayalimdeki filmlerin romanlarını yazıyorum diyebilirim. Yazdığım şeyleri beyazperdede görmek ise büyük bir zevk. Okul’da yazdığım repliklerin genç yıldız oyuncular tarafından oynandığını görmek, Emre Kınay, Ahmet Mümtaz Taylan gibi ustalarla yarattığım karakterleri izlemek inanılmaz bir duyguydu. Küçük Kıyamet’te Cansel Elçin, Başak Köklükaya, Binnur Kaya gibi oyuncularla çalışmak da onur vericiydi. Umarım daha iyi filmlerde de adım bir köşede olur ileride.
Keri: Uzun bir aranın ardından “Varolmayanlar” isimli şehir fantezisi türündeki kitabınla yeniden kitaplara döndün. Varolmayanlar, benim şahsen çok beğendiğim bir kitap oldu. Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Doğu Yücel: İlk öykü kitabımda bir öykümde Mars’ta bir ova bulunuyordu, bilim insanları adını Carl Sagan’dan yola çıkarak Sagan koyuyorlardı. Bu öyküyü yazdıktan sonra gazetede Mars’ta yeni bir bölgeye Sagan adının verildiğini okudum. Derken buna benzer rastlantılar devam etti. Ben de “hayal ederek yazdığımız şeyler gerçekleşiyor olabilir mi?” diye düşünmeye başladım. Bu fikir başka fikirleri beraberinde getirdi ve yavaş yavaş büyük bir yapbozu andıran Varolmayanlar tablosu bir araya gelmeye başladı. Romanın isminde esinlendiğim Italo Calvino’nun Varolmayan Şövalyesi’nde olduğu gibi varoluşu irdeleyen bir öykü olmasına gayret ettim. Diğer yandan Zeitgeist gibi belgeseller sayesinde ekonomik sisteme ve eşitsizliğe duyduğum rahatsızlığın arttığı bir dönemdi, bu isyanımı da Varolmayanlar’da dile getirmeye çalıştım. Gençken Gündüz Vassaf’ın anarşist manifestosu “Cehenneme Övgü” beni çok etkilemişti. O yüzden bu kitabın da öyle bir hissiyata sahip olmasını istedim. Romandaki isimsiz karakterin yani kod ismiyle Varolmayan’ı Türkiye’nin V For Vendetta’sı gibi kurguladım. Umarım az çok başarmışımdır.
Keri: Aynı zamanda birbiri ile kardeş olan korku türünden fantastiğe de bir geçiş söz konusu. Bu nasıl gelişti?
Doğu Yücel: Benim sevdiğim türler belli: bilimkurgu, büyülü gerçekçilik, fantastik, “urban fantasy”, korku, gerilim, gotik… Bir de benim “alacakaranlık kuşağı” diye adlandırdığım tür… Bu türleri birbirinden çok ayırt etmiyorum. Hepsi de gerçekliğe hayalperest bir müdahalede bulunuyorlar. Benim de gerçeklikle bir alıp veremediğim var. O yüzden ona var olan tüm silahlarla saldırmayı seviyorum. Bu büyülü gerçekçilik olmuş veya korku-gerilim olmuş fark etmez. Aklıma hangi tarzda bir öykü geliyorsa, o öyküyü en iyi şekilde yazmaya çalışıyorum. Romanlarda özellikle eklektik bir yapı oluşuyor böylece. Varolmayanlar “şehir fantazyası” olarak özetlenebilir ama içinde bilimkurgu da var, gerilim de var, azcık polisiye de var. Bu çeşitlilik bence günümüzde şart artık.
Keri: Kitapta dikkat çeken bir özellik de karakterin isminin hiç geçmemesi. Okuyucunun, karakteri kendi ile özdeşleştirmesini mi amaçladın? (Ben kendimden çok fazla şey buldum doğrusu. :) )
Doğu Yücel: Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle karaktere yeterince kuvvetli bir isim bulamadım:) Aradım taradım, hiçbir ismi bu tuhaf karaktere yakıştıramadım. Sonra düşündüm; romanın çoğu günlük anlatımıyla aktarılıyor ve insanlar günlüklerinde kendi isimlerini yazarlar mı diye sordum kendime. “Hulk çok kızdı” diye konuşan sadece Hulk vardır herhalde:) Eski günlüklerime baktım, olayları anlatırken, diyalogları aktarırken “Doğu” diye belirtmemişim hiç. Bunu fark edince karakterin isminin günlüklerde geçmemesi daha bir mantıklı diye karara vardım. Ve evet dediğin gibi böylece okur da karakterle daha güçlü bir bağ kurabilirdi. Ya da karakterin ismine dair kendi içlerinde bir oyun yapabilirlerdi.
Keri: Kitapta kalemin gücünü harika bir şekilde anlatmışsın. Kalemin, yazının ve hayalgücünün değiştirebileceği şeylere inanıyor musun?
Doğu Yücel: Hayalgücü bence hayatı değiştirebilir. Buna inanıyorum, daha doğrusu inanmak istiyorum. Kendi geçmişime baktığımda, Jules Verne, Lovecraft gibi ustaların benim hayatımı, hayata bakış açımı değiştirdiklerini görüyorum. Kitaplar beni değiştirdiyse ben de hayatın bir parçası olduğuma göre hayatın kendisi de değişmiş oluyor. Özellikle ülkemizde hayalgücüne dair işler yapmak diğer coğrafyalara göre daha zor. Oysa hayallerle ve efsanelerle dolu bir ülkede yaşıyoruz. Yeni kurduğumuz Fabisad derneğinin mottosu olan “hayal gücü özgürleştirir”e kesinlikle inanıyorum. Ülkemizde insanoğlunun hayal gücü ihtiyacını sömüren bir otorite altında yaşıyoruz, sadece politik dünyadan değil, okullardaki, evlerdeki, mahallelerdeki var olan otoriteden söz ediyorum. Masallarla ve öykülerle değil, safsatalarla, yalan dolanla hayatımız yönetiliyor. Tam bu noktada hayal gücü her şeyi değiştirebilecek olan tek güçtür.
Keri: “Hayalet Kitap”a geri dönecek olursak, kitap 10 yıl sonra yeniden raflardaki yerini aldı. Genelde beyazperdeye aktarılan kitapların kitap olarak başarısının düştüğünü görüyoruz. Böyle bir endişen var mı?
Doğu Yücel: Bu istatistiği bilmiyordum açıkçası ve şimdi endişelendim Kayra:) Şaka bir yana, benim bu konuyla alakalı tek endişem şu: “Okul”u sinemalarda 1 milyon kişi izledi, televizyonda defalarca gösterildi, hep iyi ratingler elde etti. Kabaca bir hesapla sanırım toplamda beş milyon kişi izlemiştir. Şimdi “Hayalet Kitap” için “Okul”un esin kaynağı diyoruz ama film ve kitap arasında dağlar kadar fark olduğunu romanı okuyanlar biliyor, diğerleri bilmiyor. Bu noktada özellikle “Okul”u beğenmeyenlerin “Hayalet Kitap”ı okumalarını dilerim. Çünkü hem filmi başka bir gözle değerlendirebilirler, hem de bambaşka bir öyküyü okuyabilirler. Ve umarım bir gün, adı artık “Okul 2” mi olur, ne olur bilmiyorum ama “Hayalet Kitap”ın hak ettiği sinema uyarlamasını da hayata geçiririz.
Keri: FRPNET okuyucuları ve fantastik edebiyat severlere söylemek istediğin son olarak ne söylemek istersin?
Doğu Yücel:Yerli fantastik büyük bir çıkışta. Ben şahsen artık büyük ustalar dışında çeviri kitap okuyamıyorum. Türkçe yazılmış eserler bana hem dil olarak daha düzgün, hem de bu ülkede yaşayan fertlerin sadece buraya özgü hayal gücü, duygu ve düşüncelerini daha iyi aktarıyorlar gibi geliyor. O yüzden yerli fantastiğe ve fantastiğin her türüne ilgi göstermelerini dilerim. Sadece progresif metal dinlenmeyeceği gibi sadece fantastik kurgu da okunmaz, hayaller sınırsızdır, her tarz, her kitap bu sıkıcı gerçekliğe katlanmamızda bize yeni bir şey sunuyor. Hepsinden faydalanmakta yarar var :)