3,2,1, Let’s Jam! – Cowboy Bebop Dizisi İncelemesi
Netflix’in live-action anime uyarlamalarının son halkası Cowboy Bebop’ı sizler için erkenden izledik ve spoilersız olarak inceledik.
Cowboy Bebop anime dünyasının en sevilen yapımlarından. Bilimkurgu sosuna bulanmış western olarak tanımlayabileceğimiz bu kült eser, Samurai Champloo’dan tanıdığımız üstat Shinichiro Watanabe’nin ellerinden çıkma. Aslen Spike Spiegel adında bir “uzay kovboyu” ve dostlarının güneş sistemini dört dönüp kelle avı işleri yapmalarını konu alır. Tek cümleyle anlatmak zor tabii zira iyi işlenmiş bol katmanlı karakterleri, kendine has görselliği ve funk, blues, jazz esintili müzikleriyle gerçekten müthiş bir animedir. İlhamını westernlardan ve Philip K. Dick gibi sevdiğimiz yazarlardan almış, aralarında Tarantino’nun da bulunduğu pek çok ustaya da ilham kaynağı olmuştur.

Elimizdeki iş böyle bir efsane olunca Netflix uyarlaması haberi animeyi izleyen bünyelerde büyük korkuya yol açmıştı. Animeler live-action’a nasıl uyarlanacağı halen çözülememiş yapımlar çünkü. Anime formatında çalışan diyaloglar, hikayeler ve karakterler Hollywood usulü yapımlarda çalışmıyor işte! Yapım şirketleri her seferinde milyon dolarlar döküp inatla denedi, hepsinde gördük. Suratlarında en ciddi ifadeleri, kafalarında rengarenk peruklarıyla birbirine “Konoyaroo” çeken adamları ne kadar ciddiye alabiliriz ki sonuçta? Kötü tecrübelerin üzerine Bebop gibi uyarlaması güç bir anime eklenince hayranlardaki panik hali dağ oldu doğal olarak. İlk duyuru geldiğinde herkes hemfikirdi: ya çok iyi yapacaklardı ya da çok kötü. “İzledin gördün Sena, sence yapabilmişler mi?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim, cevap veriyorum: Bilmiyorum.
Ehem şimdi siz okuyucularımız tarafından taş ve sopalarla linç edilmeden önce şu “Bilmiyorum’u” biraz açmak istiyorum. Yorumlarınızın nasıl bir bakış açısı ve beklentiyle izlediğinize göre kökten değişeceği bir yapım var karşımızda. Elimizdeki iş kesinlikle kusursuz değil. Göze batan eksileri var, hatta kimilerine göre göz ardı edilemeyecek eksiler bile olabilir bunlar. Ama buna rağmen şu ana kadar yapılmış en iyi anime uyarlaması da yine bu. “Anime uyarlamalarının kötü talihi artık bozulsun!” diyenlerin seveceği, yüksek beklentilerle dalıp orijinali gibi kült bir iş bekleyenlerin tadının kaçacağı bir iş.

Neden en iyi uyarlama bu?
Önce şu konuda bir anlaşalım: Animenin hayranları için alışması zor bir dizi Cowboy Bebop. İlk bölümü bitirdiğinizde muhtemelen sizler de benim gibi ekranın karşısında kalakalacaksınız. “Beğendim mi, beğenmedim mi, ne izledim ben ya?” ikilemine düşeceksiniz. Çünkü dizi orijinal yapıma her saniyesinde, her mekanında, her diyaloğunda saygı duruşunda bulunsa da onun birebir uyarlaması olmaya çalışmıyor. Aksine, kökleriyle bağını tam olarak koparmadan Bebop evrenini kendine has bir şekilde yorumlama çabası var (özellikle sezon finalinde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız). Sizi ikileme düşürecek nokta da işte bu “kendine has” yenilikler olacak.
Diziye alışma sürecinin neden zor olacağını ve eksilerini birazdan anlatacağım ama önce ekibe büyük alkış istiyorum çünkü gerçekten derslerine çok iyi çalışmışlar. Karakterlerimiz Spike, Jet, Faye, Ein, Vicious, Julia ve nicesinin hikayelerinde irili ufaklı değişiklikler yapılmış. Kimisinin işlettiği dükkan değişmiş, kimisinin hikayelerde bulundukları nokta. Genelde uyarlamalarda bu tarz hamleler hayranlardan tepki alır ama şaşırtıcıdır ki Cowboy Bebop’da bu değişiklikler kesinlikle iğreti durmuyor. Hatta değişiklik demeye de dilim varmıyor, “ufak dokunuşlar” diyeyim. Bunun sebebi de hikayeleri nasıl ele alacaklarını, karakterleri nasıl oturtacaklarını çok iyi çözmüş olmaları. Watanabe’nin bir elinin Netflix’in üzerinde olmasının da etkisi büyüktür tabi. Bebop evrenini gerçekten dibine kadar kullanmayı başarmışlar. Temizinden artı puanı yapıştırıyorum.

Oyunculukları da övmeden geçemeyeceğim çünkü herkes tam anlamıyla karakterlerine bürünmüştü. İlk başta çok mekanik geliyor aslında oyunculuklar. Çünkü bir anda çok fazla karakter yığılıyor ve bizden animeyi izleyip gelmiş olmamızı bekliyorlar gibi bir hava oluşuyor. Ama sonrasında karakterler birbirlerine alışıyor, biz de onlara alışıyoruz ve bu noktadan sonra dizi şenleniyor.
Yan karakterlerinden ana karakterlerine herkes akılda kalıcı, orijinal havayı yansıttıklarını rahatlıkla görebiliyorsunuz. John Cho, Mustafa Shakir ve Danielle Pinada diziyi resmen sırtlanmışlar. As kadro bu kadar iyi olmasa diziyi aynı gözle yorumlar mıydım inanın emin değilim. Başlangıçta John Cho konusunda çok fazla tereddüt vardı çünkü kendisi 50, Spike ise 27 yaşında. Yalan yok, gözlerim bazı noktalarda daha genç bir aktör aradı ama Cho, Spike’ın alaylı ve melankolik havasını başarıyla canlandırmış. Bebop üçlüsünün ekip dinamiği hemen izleyiciye geçiyor, sanki senelerdir birlikte yolculuk ediyor gibi hissediyorsunuz. Yan karakterlerden Gren ve Ana olarak izlediğimiz Mason Alexander Park (önümüzdeki günlerde adını çok duyacaksınız, kendisi The Sandman dizisinin Desire’ı) ve Tamara Tunie’ye de ayrıca alkışlarımı sunuyorum, özellikle Tunie müthiş bir performans sergilemiş.
Sadece Alex Hassel ve Elena Satine’in karakterleri Vicious ve Julia’ya ufak bir parantez açmak istiyorum burada. Spike’ın geçmişinin en önemli parçaları olan ikilimiz dizide en büyük değişiklikleri geçiren isimler. Özleri büyük ölçüde korunmuş ama artık daha derin karakterler. Motivasyonları, eylemleri ve planları epeyce farklı. Bu kısmı sevip sevmediğim konusunda emin değilim açıkçası, Netflix “Bakın nasıl Bebop hikayesi yazacağımızı öğrendik gerisi bizde,” deyip ikilinin climax’ini çok düşünmeden yazmış gibi hissettim izlerken. Biliyorsunuz, Vicious da Julia da kilit karakterler ve bu aceleye gelmişlik hissiyatı hiç hoşuma gitmedi, buradan eksi puan veriyorum. Dinamiklerini ve oyunculukları çok beğendim ama o ayrı.

Neleri olmamış?
Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına. Cowboy Bebop’ın kilit elementlerinden biri dizide maalesef mevcut değil: Ton. Animeyi kült yapan temel özelliklerden biriydi kendine has sanat yönetmenliği. Bebop denince gözümüzün önüne hemen bir renk paleti gelir, yer yer ışıltılı, yer yer soluk, biraz cyberpunk, biraz noir ve bu gerçekten müthiş bir kombinasyondur. Teoride live-action’a da fazla masraf çıkarmadan uyarlanabilecek şeyler bunlar ama dizi sanat yönetmenliği açısından farklı bir rota izlemeye karar vermiş. Hani fragmanlar çıktığında “Bu ne yahu parodi mi çekmişler?” dediğiniz sahneler var ya? Heh, işte tüm dizi o kıvamda.
Tamam, eyvallah, öyle olsun, “biraz kendini ciddiye almayan rahat bir hava takınalım bunun da tarzı bu olsun” diyebilirsiniz ve düzgün uygularsanız inanın gıkım çıkmaz. Ama çoğu sahne tondan ve derinlikten yoksun, ucuz koreografiler ve ucuz CGI’yla bezenmiş durumda. Resmen ucuz yani, dizinin sanat yönetmenliğini tanımlayabilecek başka bir kelime gelmiyor aklıma. Gözünüzün bir yerde alıştığını hissedeceksiniz ama keşke o kadar para döktükleri işe, özellikle de sanatsal yanı yüksek bir işe bu şekilde yaklaşmasalardı.
Şimdi dizinin sanat yönetmenliğine laf ettim ama burada ufak parantez açmak istiyorum çünkü bu şekilde geçiştirirsem haksızlık etmiş gibi hissedeceğim. Sahneler büyük ölçüde animedeki versiyonlarından bire bir uyarlanmış, müzikler zaten orijinal yapımın efsane müzikleri, karakterlerin sahneye giriş çıkışları bile direkt animeden alınma. Derinlikten ve tondan yoksun olması kesinlikle sadakat noktasında sınıfta kalmışlar anlamına gelmiyor. “Yuh aynısını yapmışlar, hem de kendilerine has yapmayı başarmışlar,” diyorsunuz izlerken. Ama kendine has yapma şekilleri çiğ kalmış işte. Niyet güzel, uygulama kötü ve dizinin en büyük hatası da bu.

Sonuçta…
Uzun lafın kısası, Cowboy Bebop animeyi kült yapan etmenleri (en azından kilit elementlerini) maalesef bünyesinde barındırmıyor. Ancak evreni, karakterleri ve hikayeleri yansıtmada oldukça başarılı ve yazının başında da dediğim gibi şu ana kadar yapılan en iyi live-action anime uyarlaması. Fullmetal Alchemist, Bleach ve Death Note gibi oldukça başarısız uyarlamalara imza atan Netflix nihayet işi rayına oturtmaya başlamış. Sevilen müzikleri, tanıdık karakterleri ve hikayesiyle bitirdiğinizde mutsuz ayrılmayacağınızı düşündüğüm bir iş ortaya koymuşlar. Animeye yabancı izleyicilerin bir nebze sıkılabileceğini düşünsem de bence keyifli zaman geçireceksiniz. Spoiler yasağı nedeniye üzerine konuşup tartışamayacağımız şeyleri de sonra konuşuruz artık
Cowboy Bebop, 19 Kasım’da Netflix’te olacak, izledikten sonra yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!
Elinize sağlık. Güzel bir tanıtım olmuş. Dizinin ana karakterlerden biri olan Eddy’i çıkarmaları ya da hiç göstermeleri tamamen ayrı facia zaten.
Ayrıca yapılmış en iyi anime uyarlaması Live-Action Gintama’dır. Şiddetle tavsiye ederim. Bu biraz netflixde yapılmış en iyi uyarlamadan bahsetmek olmuş. Şu ana kadar seyrettiğim en iyi uyarlama Gintama Benizakura hikâyesini anlattıkları film. Sonra Liar Game adlı bir manganın başarılı bir dizi uyarlaması daha var.
Son olarak ise Bleach konusuna değinmek istiyorum. Yahu animede başrol karakterlerden birinin saçı bildiğin turuncu yahu havuç gibi hatta o kadar turuncu ki çocuklar dalga geçiyordu o derece. Ama filmde nasıl közlenmiş patates renginde >_< hele Orihime'nin kömür karası saçlarına hiç bir şey demiyorum! İnsan açıp bir mangaya, animeye bakar yahu. Hadi bir film için saçını boyama ama peruk diye bir şey var öyle değil mi? Bu tip detaylara çok takılıp kızıyorum ben. Aynısı Wotaku live action'ı için de geçerli Narumi'nin saçı bildiğin koyu pembe ama filmde kömür karası.
Ayrıca Faye çoğu zaman işlerinde güzelliğini kullanabilen başına buyruk bir karakter, inşallah filmde kezban usulü bir karakter yapmamışlardır. Hani malum The Witcher Yennefer faciasını gördükten sonra insan bir düşünüyor.