Netflix 3 Cisim Problemi Ekibiyle Röportaj
Geçtiğimiz hafta Netflix’te izleyicilerle buluşan 3 Cisim Problemi’nin oyuncularıyla çok özel röportajlar gerçekleştirdik, Liam Cunningham, Benedict Wong, Zine Tseng, Jess Hong, John Bradley ve Alex Sharp’la dizi hakkında sohbet ettik!
Cixin Liu’nun aynı adlı romanından uyarlanan 3 Cisim Problemi geçtiğimiz hafta Netflix’te yayınlandı. İzleyicilerden tam puan alan diziyi biz de incelemiş, çok da beğenmiştik. Şimdiyse dizi ekibiyle yaptığımız özel röportajla karşınızdayız! Liam Cunningham, Benedict Wong, Zine Tseng, Jess Hong, John Bradley ve Alex Sharp’la yaptığımız röportajlar haberimizde!
► 3 Cisim Problemi İncelemesi – Bir Cisim Yaklaşıyor Efendim
Liam Cunningham (Thomas Wade) & Benedict Wong (Da Shi)
Sena: Merhaba, röportaja zaman ayırdığınız için çok teşekkürler! Öncelikle ikinizin de dizideki oyunculuğuna bayıldığımı söylemek istiyorum. Harika iş çıkarmışsınız, tebrik ederim!
Benedict: Teşekkürler!
Liam: Teşekkürler!
Sena: İkiniz de adaptasyon yapımlara yabancı değilsiniz. Benedict, seni Marvel’da, Liam, seni de Game of Thrones’da izledik. Ancak bildiğim kadarıyla bu ilk büyük ölçekli bilim kurgu adaptasyon projeniz. Diziye nasıl hazırlandınız? Kitapları okudunuz mu?
Benedict: Ben ilk iki kitabı okudum. Zorlu bir okuma oldu çünkü bilim teması çok ağırdı. Özellikle oyun bölümlerine geldiğimde “Bunları nasıl çekeceğiz?” dediğim çok oldu. Çekimlerde bu zorlukları aşmak için var gücümle karakterimin özüne asıldım diyebilirim.
Liam: David (Benioff) ve Dan’le (D.B. Weiss) on sene boyunca Game of Thrones’da çalıştım. En güzel replikleri, en harika karakterleri ve en keyifli sahneleri ve senaryoları yazma konusunda ustalar. Benim karakterim biraz esrarengiz bir karakter. Nereden geldiği, yeni amaçladığı, bu yetkiyi ona kimin verdiği belli değil. Adeta bir makine gibi görevini yapıyor. Ekstra araştırma veya hazırlık yapma ihtiyacı duymadım çünkü kelimenin tam anlamıyla anı yaşayan, gelecek için hazırlanan bir karakter. Geçmiş onun için bir anlam ifade etmiyor. Biraz da bu yüzden repliklerimi ezberlemek ve bu muhteşem insanla olan sahnelerime çalışmak dışında bir hazırlık yapmadım.
Sena: Ben de tam sana Wade’in bu yanını sormak istiyordum. Çok gizemli bir karakter, dizinin başından sonuna müthiş bir liderlik örneği gösteriyor ve insanlığın iyiliği için tartışmalı kararlar almaktan çekinmiyor. Ona hak verdiğin oldu mu? Wade’in yerinde olsan olaylara benzer şekilde yaklaşır mıydın?
Liam: Kesinlikle emin değilim. Bay Thomas Wade kadar kararlı bir kişiliğim yok, pek özgüvenli değilim açıkçası. Kendinden bu kadar emin olmak, yeteneklerine güvenmek bence muhteşem bir meziyet. Kurgusal bir evren için konuşacak olursam harika özellikler ama gerçek hayatta kişinin biraz psikopat gözükmesine yol açabileceğini düşünüyorum (Güler). Onun yerinde olmadığım için çok mutluyum ancak onu canlandırmak çok keyifliydi.
Sena: Benedict, senin karakterin Da Shi bence dizide gördüğümüz en “insan” karakterlerden biriydi. Bazı olayları tam olarak anlayamasa da, dışarıdan soğuk gözükse de çevresindeki insanlara içtenlikle yaklaşan ve görevini en iyi şekilde yerine getirmeye kararlı bir karakterdi. Sen onu nasıl tanımlıyorsun? Senin için nasıl bir deneyimdi?
Benedict: Karakteri araştırmaya başlarken ilk önce onun da mensup olduğu terörle mücadele birimlerine odaklandım. Bu birimde çalışan bir memurla görüştüm ve fark ettim ki gerçekten büyük fedakarlık gerektiren bir iş. Da Shi kalbi çok geniş bir karakter, herkesin iyiliği için çabalıyor, çevresindekileri korumayı seviyor ancak maalesef bunun için hayatındaki bazı şeylerden feragat etmesi gerekiyor. Bunu özel hayatına baktığımızda da görüyoruz.
Sena: Evet, aynı zamanda oğlunu tek başına büyütmeye çalışan bir baba.
Benedict: Evet, işi yüzünden oğluyla arasına nasıl bir mesafe girdiğine tanık oluyoruz. Dünyanın yükü omuzlarındayken fedakarlık yapmaktan çekinmiyor.
Sena: Birlikte çalışırken çok eğlenmiş gibi görünüyorsunuz. Peki olaylara bu kadar zıt yaklaşan, farklı kişiliklere sahip karakterleri birlikte canlandırmak sizin için nasıl bir deneyimdi?
Liam: Bence David, Dan ve Alex işlerinde çok başarılı. Karakterler taban tabana farklı olsalar da öyle sahneler yazıyorlar ki sanki bir elmanın iki yarısı gibi hissediyorsunuz. Bazen zıt kutuplar birbirini gayet güzel çekebiliyor işte! İş ilişkileri de çok sağlam. Wade’in Da Shi’nin yeteneklerine olan güveni sonsuz.
Benedict: Katılıyorum. Bence bir yandan da birbirlerine ihtiyaçları var aslında. Dünya tepetaklak olurken yanında görmek isteyeceğin türden iki adam onlar. Karşılarındaki engelden güç alarak ilerliyorlar. Yolun sonuna ulaşmak için ne gerekirse yapıyorlar.
Zine Tseng (Ye Winjie) & Jess Hong (Jin Cheng)
Sena: Selam hanımlar! Röportaja zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. İkiniz de nesillerinizin en önde gelen fizikçilerini canlandırıyorsunuz, kesinlikle kolay bir iş değil. Çekimlere başlamadan önce fizik konusunda herhangi bir çalışma yaptınız mı?
Jess: İkimiz de yaptık tabii. Bir de sette danışman fizikçimiz vardı, Matt Kenzie. Ne zaman aklımıza takılan bir soru olsa hemen yanına gidip sorabiliyorduk. Hatta Zine’le tanıştığım ilk anı hatırlıyorum…
Zine: (Güler)
Jess: …İlk yuvarlak masa okumamızı yapmak için yapım ofisine gelmiştim. Koridorda bir beyaz tahta vardı, Matt Kenzie tahtanın yanında bir şeyler açıklıyordu, Zine de bir yandan onu dinliyor bir yandan da hararetli bir şekilde denklem yazıyordu. Sonra bir anda dönüp “Matthew, bu çok saçma ama ya!” diye bağırmaya başladı (Güler). Kendini epey kaptırmıştı.
Zine: Üstünden çok zaman geçti ama sendeki ilk izlenimimin tahta başında bağıran bir Zine olması da çok üzücü (Güler).
Jess: Sakın öyle düşünme! Çok komik bir andı bence.
Zine: Matthew da harikaydı. Oxford Üniversitesi’nden gelen doktoralı bir fizikçi kendisi. Gerçek bir bilim insanı olmanın nasıl bir duygu olduğunu görmesi için Jess’i Oxford Üniversitesi’ni gezmeye bile götürdü.
Jess: Beni iki tane öğrencisiyle tanıştırdı. O dönem öğrencilerdi ama şu anda mezun olmuş olabilirler galiba?
Zine: Olabilir, üstünden iki sene geçti.
Jess: Evet, belki çoktan mezun olmuşlardır. Bu iki fizik öğrencisi beni ve Jovan Adepo’yu (Saul Durand) alıp Oxford’a götürdü, onların bir gününe eşlik etme fırsatımız oldu. Onlardan fizikle ilgili şeyler öğrenmeye çalıştım, hiçbiri aklımda kalmadı tabii ama beni asıl etkileyen şey bu iki öğrenci benden fersah fersah zeki olsalar da onların da sen ben gibi insan olduğuydu. Yorucu bir günün ardından birer bira içip rahatlamaya gidiyorlar, maç izliyorlar, ilişkiler, dostluklar kuruyorlar. Günün sonunda kendi kendime “Evet, karakterlerimizin izleyicilere sunmamız gereken bir imajı var ama bir yandan da izlerken bağ kurabilecekleri insanlar olmalılar,” dedim. Karakterlerimizi canlandırırken de buna ağırlık vermeye çalıştık.
Sena: İlk sezonu izledim ve emeklerinizin karşılığını verdiğinizi rahatlıkla söyleyebilirim, tebrikler! Aslında ikiniz de birbirine çok benzeyen ama bir o kadar da farklı karakterler oynuyorsunuz. Ye Winjie de Jin de trajik olaylar ve kayıplar yaşıyor ancak tepkileri birbirine taban tabana zıt. Ye dünyayı tereddütsüz ateşe atıyor, Jess ise onu kurtarmak için canını dişine takıyor. Bu zıtlıkla ilgili yorumlarınız neler?
Zine: Biraz komik aslında ama Jess’le ben gerçek hayatta da çok farklı insanlarız. Ye ve Jin ise çok çok güçlü, çok zeki…
Jess: Çok hırslı.
Zine: …Evet, ikisi de çok hırslı.
Jess: Bu açılardan benzeseler de onları şekillendiren asıl etken içinde bulundukları koşulların ve ortamların çok farklı olması. Mesela Ye Winjie çok izole bir ortamda yaşıyor.
Zine: Evet, dış dünyaya çok kapalı.
Jess: Resmen nefes bile alamıyor. Kendini onun yerine koymak çok kolay. İlginçtir ki kitapta kendimi en yakın hissettiğim karakter oydu. “Evet, onun yerinde olsam aynısını yapardım. Kesinlikle haklı,” derken buldum kendimi. Jin’in durumu biraz daha farklıydı, Yeni Zelanda’dan Oxford’a kabul alıyor, kendini geliştiriyor, yetenekleri çevresinde kabul görüyor. Ama Ye’nin hayatı gerçekten daha zor.
John Bradley (Jack Rooney) & Alex Sharp (Will Downing) (Diziyi bitirmediyseniz burada ufak Spoilerlar mevcut)
Sena: Merhaba, röportaja zaman ayırdığınız için çok teşekkürler! Öncelikle ikinize de bu kadar erken veda ettiğimize üzüldüğümü söylemek istiyorum, Will ve Jack izlemesi çok keyifli bir ikiliydi.
John: Çok incesin, çok teşekkürler!
Sena: Kamera karşısında birlikte yer almak nasıl bir deneyim oldu?
John: Çok keyifliydi!
Alex: Kesinlikle. Sete adım attığımız ilk an herkes için biraz gergin olur çünkü hiç tanımadığımız insanlarla bir anda aşıkları ya da en yakın dostları oynamak zorunda kalırız. İyi geçineceğimizi, gerçek hayatta da samimi olabileceğimizi umarız. John tanıştığım en karizmatik ve sevecen insanlardan biri, onun en yakın arkadaşını canlandırmak benim için inanılmaz kolay oldu. Çekimler bittiğinde de en yakın dostlarımdan biri oldu, mesleğimizin güzel yanlarından biri de bu bence.
John: Alex’e kelimesi kelimesine katılıyorum. Birlikte çok eğlendik. Will ve Jack zaten diziye çok yakın arkadaş olarak başlıyorlar ama mesela arada bir sahne var, ilk kez birbirlerine karşı duvarlarını indirip içten bir şekilde dertleştikleri sahne. Böyle sahneleri en iyi şekilde oynamak için rol arkadaşına yüzde yüz güvenmen gerekiyor. O sahneyi Londra’nın kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde bir avuç set çalışanıyla birlikte çektik. Çekimlerin önemli bir kısmını yeşil perde önünde, CGI eşliğinde yapmıştık ama o sahnede sadece iki adamdan ibarettik. Rol kesmek de mümkün tabii ama böyle sahnelerde gerçekten samimi olduğun bir kişiyle kamera karşısındaysan hem oynamak hem de duyguları izleyiciye geçirmek çok daha kolay oluyor.
Sena: Dizide karakterlerin çoğunluğunu bildikleri dünyanın yıkılışıyla mücadele ederken görüyoruz. Jack’le Will ise bence onları bu koşullar altında gerçekliğe, hayata bağlı tutan yegane insanlar olarak öne çıkıyor. Siz hikayeye olan etkinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
John: Cevaplaması zor bir soru. Jack’in karakterini ilk görüdüğümde dikkatimi çeken ilk özelliği alaycılığı ve nevi şahsına münhasırlığı oldu. Beklenen şekilde davranmıyor, olaylara kendine has bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Mesela cenazeden sonraki bar sahnesinde herkes üzgün üzgün otururken herkesi güldürüp konuşturmayı başaran tek kişi o. Tam Will’in grubun içinde ihtiyaç duyduğu türden bir dayanak. İkiliyi grubun geri kalanından ayrı bir yere koyan şey de bu bence.
Alex: Ben gerçek hayattaki dostlarına, onların kendine has özelliklerine her anlamda hayran olan bir insanım. Bu açıdan Will’le çok benziyoruz, o da Jack’e aynı gözle bakıyor. Jack’in özgüvenine sahip değil mesela, bu genel itibarıyla tüm dostluklarının temelini oluşturuyor.
Sena: Alex, senin karakterin oldukça derin bir karakterdi. Arkasında tamamlama fırsatı bulamadığı pek çok pişmanlığı vardı ve dizide bunlarla nasıl yüzleştiğini yakından izleme şansı bulduk. Onunla nasıl bir bağ kurdun?
Alex: Will’le kesinlike çok büyük bir bağ kurdum. Hatta biraz abartı gibi gelebilir ama gerçekten hayatımı değiştiren bir deneyim oldu benim için. Ölümlü olduğu gerçeğiyle barışan, bu gerçekle huzur bulmayı öğrenen, olgunlaşan bir karakteri canlandırmak inanılmazdı. Ben onun başına gelen şeyleri yaşamadım, nasıl canlandıracağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Onu anlamaya çalışmak benim için çok heyecan verici ve şaşırtıcı bir yolculuk oldu.
Sena: John, son sorumu sana sormak istiyorum. Biraz alakasız olacak ama dizideki odanın tasarımına bayıldım, bir sürü Marvel ve Star Wars referansı vardı. Çekimler bittikten sonra setten bir şeyler çaldın mı?
John: Yok, çalmadım. Birilerinin çekimlerden sonra beni arayıp “John, Kaptan Amerika kalkanını bulamıyoruz, sen mi aldın yoksa?” demesi beni aşırı korkutuyor, bu yüzden hiçbir setten hiçbir şey çalmam (güler).
Alex: O odadaki her şey inanılmaz pahalıydı zaten ya.
John: Cidden çok pahalılardı, karakteri de çok güzel yansıtıyordu bence. Fakir bir aileden gelmiş, mutlimilyoner olmayı başarmış ve ilk iş tüm hayallerini gerçekleştirmiş biri. Aslında setten bir şey aldım: Jack’in şirketinin ürettiği atıştırmalıklar vardı ya? Onlardan bir paket alıp eve götürdüm ama sadece o kadar (güler).