Steampunk Havasında Bir Batman Serüveni – Gotham’ın Gaz Lambaları İncelemesi
Batman en sevdiğim çizgi roman kahramanı olmayabilir ama kesinlikle okumaktan en keyif aldığım çizgi roman kahramanlarından birisi. Süper kahraman hikayelerinden çok dedektif hikayelerinden hoşlanmamdan dolayı olabilir, bilemiyorum; belki de o gotik atmosferi beni cezbediyordur. Gotham’ın Gaz Lambaları kitabında işin içine bir de Viktoryen Dönem sonrası bir atmsofer girince işler iyice güzelleşiyor.
JBC Yayıncılık tarafından yayınlanan ve Emre Taşkıran’ın güzel çevirisi ile dilimize kazandırılan Gotham’ın Gaz Lambaları kitabı alternatif bir Batman macerasını bizlere sunuyor. Kitapta 1800 sonlarında geçen iki macera yer alıyor.
Batman’in Karındeşen Jack ile İmtihanı
Takvimler 1889’u gösteriyor ve Bruce Wayne’in Avrupa seyahatiyle hikaye başlıyor. Hikayede psikanalizin babası Sigmund Freud ve Bruce Wayne arasında bir rüyanın yorumlanması sohbetiyle başlıyor her şey. Aslında bu rüya, hepimizin bildiği bir anının döneme uyarlanmış bir halinden ibaret. Sonrasında seyahatini bitiren Bruce Wayne, Titanic benzeri bir gemiyle -Titanic’in sefere çıkmasına daha 22 yıl var- Londra’dan Gotham’a dönüyor. Öyle bir dönem ki, Londra’nın Karındeşen Jack dehşeti ile uğraştığı, gaz lambalarıyla aydınlatılmış puslu sokaklarında vahşi cinayetlerin işlendiği bir Londra’dan bahsediyoruz.
Bu atmosferden çıkıp benzer bir atmsofere, Gotham’a gelen Bruce Wayne bir sürprizle karşılaşıyor. Jim Gordon’ın komiser olduğu Gotham sokaklarında bela eksikmiş gibi bir de Karındeşen Jack burada da ortaya çıkıyor.
Karındeşen Jack’in kimliği her hikayede gizemini korumuş ve sürprizlerle karşımıza çıkmıştır. Bu hikaye de modern bir Batman macerasının geçmişte geçen bir tasviri şeklinde bize sunulmuş. Tabii Karındeşen Jack sürpriziyle.
Hikayenin Alan Moore’un From Hell çizgi romanından esinlenmiş olduğu noktaları görmek mümkün. Hem alternatif hem de dönem hikayelerini seviyorsanız hoşunuza gidecektir. Hikayede Harvey Dent ve Joker’i de kısaca görüyoruz.
Bir Deli Ortalığı Karıştırıyor
Aklınıza ilk olarak Joker geliyor değil mi? Hayır, o değil. Bu kez Alexandre LeRoi ile tanışıyoruz. Gotham’da düzenlenen bir panayırı durdurmaya çalışan LeRoi, Joker’i aratmayacak işlerle ortalığı karıştırıyor.
Bu sefer alışık olduğumuz karanlık bir Gotham yerine gün ışığıyla aydınlanmış, neşeli bir Gotham ortamı bizi karşılıyor. Dönem ise öyle bir dönem ki, Edison henüz ampulü bulmamış, kadasında Kinetiskop planları yapıyor. Hikayede kendisiyle de kısaca tanışıyoruz.
Alexandre LeRoi, bir yandan panayırı durdurmaya çalışırken hikayede çok sık görmediğimiz Batman de LeRoi’u durdurmak için kolları sıvıyor. LeRoi’un neden bunu yaptığını ise hikayede öğreniyorsunuz. Aslında Gotham’ın Gaz Lambaları kitabının bu ikinci hikayesi, George Simenon’un polisiye romanlarını aratmayan bir dedektiflik hikayesi sunuyor bize. Açıkçası ikinci hikayeyi çok sevmedim. Özellikle hikayenin en başları biraz karışık, sonrasında ise konu başlıyor ve bağlanıyor ama bir Batman macerasından ziyade aksiyonu olan bir Sherlock Holmes hikayesi gibi görünüyor. Hikayenin sonunda ise tarihte yaşanan bir felakete gönderme yapması hoş olmuş.
Kitabın genelinde hüküm süren 1800 sonları dönem çok güzel yansıtılmış. İlk hikaye karanlık ve gotik bir havada geçerken ikinci hikayede steampunk öğelerine daha çok rastlanıyor ve ikinci hikayede hoşuma giden detaylardan biriydi doğrusu.
Alternatif Batman hikayelerini seviyorsanız, özellikle de gaz lambasıyla aydınlatılmış atmosferler hoşunuza gidiyorsa Gotham’ın Gaz Lambaları çizgi romanını okuyun. Brian Augustyn’in kaleme aldığı bu hikayelerden ilki Hellboy’un yaratıcısı Mike Mignola’nın çizimlerini taşıyor.
JBC Yayıncılık, hem baskı kalitesi hem de çeviri kalitesiyle güzel bir iş ortaya koymuş. Kitaplıkta olması gereken bir Batman serüveni… Sıralamadan bağımsız olarak istediğiniz zaman okuyabilirsiniz.
İyi okumalar!