İncelemeler

Katiyen Yalnız Kalamıyordum – Yer Açın! Yer Açın! İncelemesi

Harry Harrison‘ın Yer Açın! Yer Açın! romanı bize Dünya’nın aşırı nüfus artışından muzdarip geleceğini anlatıyor. 1966‘da yayınlanan roman 1999 yılının New York‘unda geçiyor. Fakat bazı sahneler bizim gerçekliğimizi betimliyor.

Yer Açın! Yer Açın! romanının orijinal adı Make Room! Make Room!. Roman daha önce de Metis tarafından Türkçe’ye çevrilmişti. Fakat şu an yalnızca İthaki Yayınları’nın Bilimkurgu Klasikleri baskısı bulunuyor. Dolayısıyla bu inceleme de İthaki çevirisini baz alıyor.

Bu yazıda olayların nasıl geliştiğine dair herhangi bir sürprizbozan (spoiler) olmayacak. Fakat Harrison’ın kurguladığı dünyanın detaylarından bahsedeceğim. Bunun sizin romandan alacağınız zevki azaltacağını sanmıyorum. Yine de inceleme yerine bir tanıtım yazısı okumak istediyseniz buradan tanıtım yazımıza ulaşabilirsiniz.

Giriş

Romanın hem kapağından hem de isminden anlaşılacağı üzere Harry Harrison nüfus fazlalığı konusunu işliyor. Bunu yaparken de eleştiri noktadında lafını kesinlikle esirgemiyor. Yazarın eleştirel dilini ilk sayfadan son sayfaya kadar hissediyoruz. Kitabın girişi ise şöyle.

Aralık 1959’da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Dwight D. Eisenhower şöyle dedi: “Bu hükümetin programında… Ben burada olduğum sürece… doğum kontrol problemiyle ilgili politik bir doktrin bulunmayacaktır. Bu bizim işimiz değildir.” O zamandan bu yana hiçbir Amerikan hükümetinin de işi olmadı.

1950’de Amerika Birleşik Devletleri -dünya nüfusunun yalnızca %9,5’ine sahip olduğu halde- dünyadaki hammadelerin %50’sini tüketmekteydi. Bu yüzde giderek artmaktadır ve on beş yıl içinde şu anki büyüme hızıyla Amerika Birleşik Devletleri, yeryüzündeki maddelerden çıkan yıllık ürünlerin %83’ünden fazlasını tüketiyor olacaktır. Nüfusumuz aynı hızla artmaya devam ederse bu ülke, yüzyılın sonunda şimdiki yaşam standartlarını koruyabilmek için gezegenimizin kaynaklarının %100’ünden fazlasına ihtiyaç duyacaktır.

Kitap da tam olarak bu senaryoyu işliyor. Amerika kaynaklara el koyuyor diye dünyanın diğer tüm ülkeleri kıtlığı çoktan yaşamış. Amerikanın nüfusu ile hem üreme hem de göç sebebiyle arttıça artıyor. Sonuç olarak da hiçbir kaynağın kimseye yetmediği, sokakların tıklım tıklım olduğu, her apartmanın basamaklarında uyumakta olan insanların olduğu bir New York betimliyor Harrison bize.

Kitabını da 1955 ve 1959’da doğan çocukları Todd ve Moira’ya ithaf ediyor.

Çocuklar, sizin hatrınız için, umarım bu bir kurgu eseri olur.

Harry Harrison

Nüfus Fazlalığı

Yer Açın! Yer Açın! romanının giriş yazısı Amerika halkıyla diğer halklar arasındaki fırsat eşitsizliğini vurguluyor. Fakat biz daha çok Amerikan halkının kendi arasındaki eşitsizliğini vurgulayan bir hikaye okuyoruz. Diğer ülkelerin göçmenleri tabii bu düzenin en umutsuz vakaları. Bu düzende polisler normal vatandaşlardan daha üstün. Zengin vatandaşlar ise politikacılar ile aynı seviyede ve bu ikili birlikte tüm dünyanın en üstün pozisyonunda bulunan kişiler.

Nüfusun fazlalığı kaynak harcama imkanlarını çok ciddi değiştiriyor. Duş almak halkın çok küçük bir kısmı için mümkün. Zira sular hem çamurlu hem de az. Tarımda kullanılmayan sular içmeye ve yemek pişirmeye anca yetiyor. Su kesintileri çok sık yaşanıyor. Yemekler de çok sınırlı tabii. Genelde yulaf lapası ve yosunlu krakerler ile besleniyorlar. Devlet bazen insanlar için gerekli olan proteinleri içeren toz karışımları ile vatandaşa destek oluyor. Fakat bunlar sağlıklı yaşamak için yeterli değil. Çoğu kişi yetersiz beslenme kaynaklı hastalıklardan muzdarip. Fakat ilaçlar da en az yemek ve su kadar nadir.

Her alanda ve her maddede bir kıtlık söz konusu. Talep çok fazla ancak arz ona yetişemiyor. Zira dünya insanlığa arz edebileceklerinin sonuna gelmiş durumda. Halk kıtlıktan ve yetersizlikten kırılırken bile çocuk yapma konusu onlar için kutsal. Karakterlerden biri böyle bir sefaleti yaşayan insanların dahi bu hayatı yaşasın diye çocuk doğurmaktan vazgeçememesini eleştiriyor. Doğum kontrollerini dini sebeplerden kabul etmeyenleri eleştiriyor. Çocuk yapmaya devam etme kararını yerden yere vuruyor. Yine de sefaleti en ağır şekillerde yaşayanlar dahi çocuk yapmama fikri karşısında dehşete düşüyor, bunu kabul edemeyeceklerini söylüyor.

Kıtlık

Her alanda kıtlığın etkilerini görüyoruz. Ölen birinin eskilikten dökülen eşyalarına sahip olmak adeta yasın üzüntüsünü yok ediyor. Zira artık yeni ya da sıfır ürün diye bir kavram kalmamış. Her şey eski ve bozulan eşyalar da tamir edilemiyor. Çünkü tamirat için yedek parça, yedek parça için de yedek materyal gerekir. Fakat dünyada yedek olsun diye kenara koyacak materyal kalmamış durumda.

Mekan konusunda bile bir kıtlık var. Herkes iç içe yaşıyor. Gürültü asla bitmiyor ve kimse yalnız kalamıyor. Bunun gerginliği ve öfkesini her gün üzerinde taşıyan mutsuz kitlelerin hikayesi bu. Öyle bir dünya ki aslında herkes depresyonda diyebiliriz. Başkalarının televizyon gürültüsü ve çocuklarının bağrışları arasında sessizliğin en büyük lükslerden olduğu bir şehir New York.

Kıtlık kendisine ilginç başka sonuçlar da yaratıyor. Örneğin polisler mermiler çok değerli olduğu için mermi kullanmıyorlar. Bunun yerine kullandıkları cop gibi silahlar ise tehlikeli. Çünkü bir karışıklık olduğunda bir polisin üzerine çullanabilecek insan sayısı çok fazla. Cop da bu durumda pek bir işe yaramıyor. Romanın bir yerinde üzerine atlayan insanlar tarafından ezilerek ölen bir polisin bahsi geçiyor. Fakat üzerinden kalabalıklar geçti diye ölen tek kişi o polis değil. Çöpleri toplayanlar caddelerden ezilmiş ceset toplamaya da alışkın. New York’un sokakları artık deyim olarak değil, gerçekten iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık. Hem de gecenin köründe bile.

Herhangi bir materyalin kıtlığı diğer nadir bulunan ürünlerin fiyatını da sürekli arttırıyor. Bu yüzden New York halkı her gün gelen zamlara isyan ediyor. Mesela et yemek artık bir hayal olmuş. Yosun krakerlerinin fiyatı ise her geçen gün artıyor. Biri fiyatın neden geçen haftaya göre bu kadar zamlandığını sorduğunda satıcı bunun sebebinin benzin fiyatlarında yattığını söylüyor. Karaya yakın olan tüm yosunlar tükendiği için gemiler yosun bulabilmek adına daha da açılmak zorunda kalıyor. Daha fazla mesafe, çok pahalı olan yakıtı daha fazla tüketiyor. Dolayısıyla fiyatlar anında katlanıyor.

Umutsuzluk

Kitabın ağır basan temalarından biri de umutsuzluk ve çaresizlik. Çünkü karakterlere göre artık her şey için çok geç. Mesela çöllük arazileri tarıma uygun hale getirme projeleri varmış. Ancak bu projenin yapılabileceği dönemde buna kaynak harcamak istememişler. Zira tüm topraklar verimliyken böyle bir harcama son derece gereksizmiş. Fakat yanlış sulama, tarım ilaçları ve yoğun toprak işleme gibi sebeplerle humus tabakası yok olmuş. Dolayısıyla verimli topraklar çok kısa süre içinde bitki üretemez hale gelmiş. Su kaynakları da azaldığı için çoğu verimli bölge gittikçe çölleşmiş. Elde çölü verimli hale getirebilecek proje varmış ancak bu kez de kaynak yokmuş.

Doğum kontrolü düşüncesi bir umut doğuruyor. Ancak insanlar üremeyi anında kesseler dahi o anda yaşamakta olan insanları beslemeye yetecek kaynak kalmamış durumda. Doğum kontrolü için bile artık çok geç.

Ana karakterimiz Andy Rusch bir polis. Roman boyunca onun hayatından bir kesit okuyoruz. Fakat bu kesitte daha çok karakterin öğrenilmiş çaresizliğine tanık oluyoruz. Hayatında onu mutlu ve memnun eden gelişmeler olmasına karşın bu gelişmelerin bir değişiklik yaratacağına inanmıyor. Çaresiz bir şekilde her gün 2-3 saat uyuyarak işe gitmeye devam ediyor. Zira hayatta kalmak için bunu yapmaya alışmış. İşe gitmemesi durumunda yaşamaya devam edebileceğine dair tüm inancını kaybetmiş. Onun çaresizlik duyguları bize de geçiyor. Sanki karakterin yapabileceği hiçbir şey yokmuş gibi onu zorlayan durumlara kızıyoruz.

Mevki Uygarlığı ile Karşılaştırma

Bu romanı inceleme listesinde Mevki Uygarlığı‘nın hemen arkasına koymuştum çünkü Mevki Uygarlığı’nın yazarı Robert Sheckley ile Yer Açın! Yer Açın! yazarı Harry Harrison‘ın romanlarını karşılaştırmak istiyordum. Sheckley ile Harrison’ı Bill The Galactic Hero #3‘te buluşturan ortak özellik neydi?

Her ikisinin de tek bir romanını okumuş olmama rağmen ortak noktayı galiba buldum. Her iki yazar da sivri dilli. Hem de bu sivri dillerini toplumların kutsal bulduğu kavramlara uzatmaktan çekinmiyorlar. Devlet, din ve adalet her iki yazarın da romanında masaya yatırılıyor. Sheckley romanında suçluların kurduğu bir hükümeti ve kötülüğe tapan bir dini gösteriyordu. Bunun bugün toplumların başındaki din ve hükümetlerden farklı olmadığını görüyorduk. Görüyorsunuz ya, Harrison da çok farklı bir şey yapmıyor. Onun da bahsettiği unsurların çoğu bugünkü toplumların yaşamakta olduğu sıkıntılar. Belki bazı toplumların diğerlerinden daha fazla yaşamakta olduğu sıkınıtlardır. Fakat Harrison da zaten önce Amerika olmayan ülkelerin batacağını öngörüyordu.

Bu tarz eleştiri ve öngörüler neredeyse tüm distopik eserlerde vardır diyebilirsiniz. O zaman her iki yazarın da bu eleştirileri sürükleyici bir hikayeye yedirdiklerini söyleyebilirim. Ben Harrison’ın hikaye anlatıcılığı bir nebze daha sürükleyici buldum. Fakat Mevki Uygarlığı’nın sonunda açığa çıkan yargı sistemi fikrinden daha çok etkilendim. Ayrıca Sheckley mizaha da daha sık yer veriyordu. İki romanı da tüm okurlarımıza tavsiye edeceğim, pişman olacağınızı sanmıyorum.

Alaycı Kuş ile Karşılaştırma

Yer Açın! Yer Açın! ile karşılaştırmayı istediğim bir diğer roman da Alaycı Kuş idi. Çünkü orada da nüfusun azlığından doğan bir distopyayı okumuştuk. İnsan sayısı o denli azdı ki bütün sistemler çökmüştü. Walter Tevis Alaycı Kuş romanını çok daha sonra, 1980’de yazmış. İşin komik yanı Tevis de Harrison gibi New York’tan nefret ettiği için hikayesinin o şehirde geçmesine karar vermiş. Fakat biri New York’u çocuklar ve göçmenlerle tıklım tıklım insan konservesi olarak betimlerken diğeri sokaklarını kalabalıklardan tamamen arındırmış.

Harrison’ın karakterleri yalnız kalacakları sessiz bir yerin olmamasının bunalımını yaşıyor. Tevis’in karakterleri ise dokunacak, yakınlaşacak ve bir şeyler paylaşacak başka birini bulamamaktan muzdarip. Bu zıtlık dışında ise çok benzer şeyler anlatmışlar. Her iki romanda da denetim ve yargı sistemleri çökmüş durumda. İkisinde de halk cahil ve zekaca düşük seviyede. Fakat birinde eğitim yüzünden, diğerinde eğitimsizlik sebebiyle. Ayrıca ikisinde de Empire State binasının asansörleri çalışmıyor. Tabii ki ikisinde de yedek parça gelmediği için bozulan ürünlerin onarımı yapılamıyor. Fakat Tevis’in romanında sınıflar arası eşitsizlik neredeyse yok. Robotlar ve insanlar arasında bir eşitsizlik durumu var. Son olarak her iki romanın halkı da umutsuzluk ve çaresizlik sebebiyle depresyona sürüklenmiş.

Harry Harrison

Yer Açın! Yer Açın! romanını yazan Harry Harrison’ın en ünlü romanı bu olsa da en ünlü karakteri Paslanmaz Sıçan.

Yazar 1925 yılında doğuyor. 18 yaşında liseyi bitirir bitirmez İkinci Dünya Savaşı için Amerikan ordusuna yardıma gidiyor. Savaş yıllarında yaşadıkları da onda ömrü boyunca taşıyacağı bir ordu nefreti yaratıyor. Savaştan döndükten sonra New York‘ta yaşamaya başlıyor. 1946’da çizimlerini çizgi roman ve dergilere sattığı bir stüdyo kuruyor. Yine bu dönemde Hydra Club adında bilim kurgu yazarlarının buluşma noktası olan organizasyona da üye oluyor. Üyeler arasında Isaac Asimov, Alfred Bester ve James Blish gibi birçok bilim kurgu dehası da var. Hatta Harrison, 1950’de evleneceği Evelyn Harrison‘la da burada tanışıyor.

Harrison’ın kalemiyle Hydra Club

1950’de 3 sayılık ömrü olan Worlds Beyond dergisinde başkalarının hikayelerini resmediyor. Derginin yazarlarından biri de Hydra Club’ın da bir üyesi ve Del Rey Books yayınevinin kurucusu olan Lester del Rey. Del Rey yayınevini Andy Weir‘ın romanlarını basan yayınevi ya da Mass Effect romanlarının yayıncısı olarak biliyor olabilirsiniz. İşte 1951 yılında Evelyn Harrison, Harry Harrison ile boşandıktan sonra Lester del Rey ile evleniyor. Bu da böyle bir magazinsel bilgi.

Fakat Harrison için Worlds Beyond bir açıdan dönüm noktaı oluyor. Yazarlık kariyeri bu dergide ilk hikayesi olan Rock Diver’ı yazmasıyla başlıyor. Hem de onun hikayesinin editörlüğünü Ray Bradbury‘nin de editörü olan Damon Knight yapıyor. Sonra da yazarlığı asla bırakmıyor. 1950 ve 1960’lı dönemde Flash Gordon çizgi romanlarının asıl yazarı oluyor. İlk romanını 1960’ta yazıyor: Deathworld. Onu A Stainless Steel Rat romanı 1961’de takip ediyor. Yıldız Askerleri Gemisi parodisi olan Bill The Galactic Hero serisinin ilk romanı 1965’te çıkıyor.

Kapanış

Yer Açın! Yer Açın! gayet sürükleyici bir roman olmuş. Hem karakterlerini, hem dünyasını, hem de olaylarını yeterince derin anlatmayı başarıyor. Roman 1973 yılında gösterilen Soylent Green filmine de ilham oluyor. Yazımızda da yer yer oradan kareler kullandık. Ancak bu film yazarın 1999 yılındaki New York’u yerine 2022 yılının New York’unu anlatıyor. Ayrıca olaylar da bir süre sonra kitabın anlattıklarından tamamen saparak bambaşka bir yoldan ilerliyor. O yüzden birebir uyarlama olmadığını söylemekte fayda var.

Bakalım Harry Harrison’ın diğer romanlarının yeni Türkçe baskılarına da kavuşabilecek miyiz.

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.