Köşe Koltuğu #2 – 90’ların En Sevilen Çizgi Dizileri
Bu hafta köşe koltuğuna, birbirinden renkli çizgi filmler oturdu.
Yazarlarımız Pınar Varol, Burak N. Aydın, Ömer Şentürk, Ninsu Kahraman, Gökçe Dil, Özay Şen ve Volkan Tezkan koltuğumuzdaki yerlerini aldı!
Pınar Varol
Gerçek Canavarlar
Aaah, hiç unutmam, sene ’99, ortaokuldayım, hayatımdaki güzelliklerin hatrı sayılır kısmı Nickelodeon çizgi filmlerinden ibaret! Kanalizasyonlardaki yatılı okullarında yaşayan ve ödev olarak insanları korkutmaları gereken canavarlar Ickis, Krumm ve Oblina’nın sesleri bugün bile hala kulaklarımda. Esas kahramanlar dışında da adeta bir Monster Manual dolusu kadar çeşit yaratık vardı. Öğretmenleri Gromble ve kırmızı topuklu ayakkabılarını (dört ayağında dört adet) bir türlü unutamıyorum. Bugün kırmızı ayakkabıları çok sevip de bir türlü içime sindirip satın alamıyorsam bu durumun sorumlularından birinin Gromble olduğunu düşünüyorum.
Gözü para ve hazineden başka bir şey görmeyen Çılgın Korsan Jack ve yancısı sıçan Lapacı ile malesef çocukluğum bittikten sonra tanıştım ve bu yüzden çocukken izlemiş olup büyüdüğümde tekrar izlerken daha önce anlamadığım esprilere aydınlanma zevkini kaçırmış oldum. Üstüne üstlük çok az bölümü yayınlanmıştı ve Türkiye’de neden hepsi yayınlanmıyor diye üzülüyordum. Bu kadar güzel bir çizgi filmin sadece 23 bölüm yapılıp bitirilmiş olmasına ihtimal vermiyordum, ama gelin görün ki öyleymiş.
Burak N. Aydın
90’ların Amerikan animasyonu dizilerinin çoğu aklımızda büyük yer etti belki, ama bunların arasından benim için özellikle ‘Inspector Gadget’ (Müfettiş Gadget) hep ön plana çıkmıştır. Inspector Gadget, aslında 80’lerde ‘DIC Animation’ firması tarafından gösterime sokulmuş, ama bizde 90’larda ünlenmiş bir animasyon dizisi. Her ne kadar ABD/Fransız/Kanada ortak yapımı olsa da, animasyon sürecinin büyük kısmının Japonya ve Tayvan’daki stüdyolarda tamamlanmış olması anime meraklıları için küçük ama önemli bir trivia.
Hikayeye gelirsek, Müfettiş Gadget, teknolojinin en son olanakları ile donatılmış bir cyborg polistir (pek Robocop gibi değil ^_^;). Her başarılı kahramanın karşısında olduğu gibi, Gadget’ın da karşısında gizli organizasyon ‘M.A.D.’ ve şeytani lideri Dr.Claw (Doktor Pençe) bulunmaktadır. Fakat amansız müfettişimizin ufak bir problemi var ki, o da epey boşkafalı ve saf bir tip olması. Bu anlamda kendisini sinemanın ünlü Fransız polislerinden Müfettiş Clouseau’ya (Peter Sellers) rahatlıkla benzetebiliriz. Gadget, Clouseau karakterinin bilimkurgu versiyonudur bile denilebilir, kıyafetine kadar ona benzer. Her ne kadar envai çeşit cihazları olsa da, başını soktuğu her türlü beladan kurtulmasının tek sebebi, onu gölgesi gibi takip eden yeğeni ‘Penny’ ve akıllı köpeği ‘Brain’.
Penny çok zeki ve beceriklidir ama asıl yan karakter bence Brain’dir. Çizgifilmlerde akıllı köpek sterotipi çoktur ama Brain gibisi azdır. Brain söylenen her şeyi anlar, her türlü aleti kullanır, her kılığa girer, kendini asla belli etmez. Ayrıca kaç köpeğin video görüşmeli telsizi vardır ki? Gadget’ın bir de üstü vardır, Şef Quimby; ne yazık ki şef olan bitenden habersiz, her olayı Gadget çözüyor zannetmektedir. Gadget’ın baş düşmanı Dr.Claw ise her zaman yüksek arkalıklı koltuğundan emirler veren, kedi seven ve kimliği asla belli olmayan süper kötü lider tipi olarak çizgifilmde önemli yer almaktadır. Gadget onu asla yakalayamaz, M.A.D.’in kötü ajanlarını hep masum vatandaşlar zanneder ve Claw’un tüm saçmasapan tuzaklarına itina ile düşer (ve çoğunlukla Brain tarafından kurtarılır).
Gadget’ın suçla olan (başarısız) savaşında kullandığı tonla cihazın çoğu vücuduna takılıdır ve “Go-go-Gadget!” diye sesli komut vererek onları aktive eder. Gadget’ın biyonik aletleri ve sesle aktivasyon özelliği, sayısız mecha animeye bir saygı duruşu gibidir; hatta Gadget’ın kendisi de bir mecha’dır aslında. Her ne kadar çocuklar için hazırlanmış bir çizgi film bile olsa, hayata biraz naif bakmayı başarabilen her yetişkinin de çok zevk alacağı ve eğleneceği bir dizidir Inspector Gadget.
Ömer Şentürk
Oldukça zengin bir çizgi film şöleniyle çocukluğumu bitirdiğim için oldukça şanslı olduğumu düşünürüm. Bu şölen içinde de ‘’Hey Arnold’’ın bende ayrı bir yeri vardır. İçerdiği her karakterin kendine has tuhaf özellikleri nedeniyle de Sosyolojik açıdan incelenebilecek bir çizgi dizidir. Beni en çok etkileyen yanıysa bölüm konularıydı. Hey Arnold, realist bir coğrafyada geçmekteydi. Bu da onu oldukça keyifli bir hale sokuyordu.
İkinci olarak da ‘’Life With Louie’’ isimli çizgi filmle devam etmek istiyorum. Bu isim size yabancı gelebilir çünkü biz Louie’yi Louie Anderson olarak asker babasıyla beraber tanıdık. Oysa Louie’yi özel kılan, içerdiği anaç ve doğal havaydı. Louie Anderson’ın hayatında herkesten bir parça vardı. Asker anıları anlatan bir baba, anaç bir anne ve hayata yeni yeni alışan çocuklar. Louie Anderson’ın bu sıradan dünyası çocuksu düşünceleriyle bile sizleri içine çekebilecek bir yapımdı.
Ninsu Kahraman
Tam bir çizgi film çocuğu olduğumu düşünürsek sanırım bu konular tam bana göre diyebilirim. 91 doğumlu olduğum içinde o dönemde kablolu yayında yayınlanan tüm çizgi filmleri izliyordum. Gerçi hala kablolu yayınla ulaşılabilecek çizgi filmlerin çocuğunu izliyorum, dedim ya tam bir çizgi film çocuğuydum. Kendi özel kurulumlarım bile vardı hatta.
Warner Bros çizgi filmleri başladığında, özellikle Bugs Bunny hayranı olduğum için, hemen önüme bir havuç gelirdi ve izlediğim süre boyunca kıtır kıtır o havucu kemirirdim. O dönem yayınlanan çizgi fimlerin hepsini hemen hemen eşit derecede sevdiğim için “En sevdiğim” “En bayıldığım” falan diye ayırmayacağım tabii. Fakat özellikle Jetgiller’den çok etkilenirdim. Yani o uçan arabalar, servis yapan robotlar, yemek pişiren buzdolabı ve hatta yürüyen yollarına bile bayılıyordum. Teknolojiyle çok iç içe olmamı sağlayan da sanırım Jetgiller oldu.
Bitmek tükenmek bilmeyen bir merak oluşturuyordu çünkü içimde, ki küçük bir çocuğun merakının yetişkin bir bireyi kat be kat geçeceğini hesaba katarsak Jetgiller resmen bir canavar yaratmaya çalışıyordu. Bir kız çocuğu olarak o otomatik oje süren makinanın da hafızamdan hiç silinmediğini belirtmek isterim tabii. Hala düğmelere basınca hazır yemek getiren bir buzdolabının hayalini de kurmuyor değilim aslında ama sanırım şimdilik metrolardaki “yürüyen yol” ile yetinmeliyim.
Gökçe Dil
90’ların çizgi filmi demek benim için tek bir şeyi anlatıyor: Ay Savaşçısı. Zeka seviyesi düşük, tembel ve görünüşte benmerkezcil tipli, komik saçlı bir kızın bu kadar hayatımda yer etmesi, bir dönemi tanımlaması biraz enteresan. Zira çok çizgi film izleyen biri olarak arada kaynaması mümkündü. Fakat bu animeyi ciddiye almamı sağlayan, bugün bile hayatımda ciddi etkilerini görmemin sebebi arkadaşlığın ne kadar önemli olduğunu anlatmasıdır. Önce üç, sonra beş ve en sonunda sekize çıkan bir arkadaş grubunu izledim ben, sürekli saftirik tiplerin içinden çıkan “gezegen taşı, evren tılsımı” vs. gibi şeyleri arayan savaşçıları değil.
Hepsi birbirinin arkasındaydı, biri düşse diğeri kaldırırdı ve birbirilerinin kaprislerini çekmek hiçbirine zor gelmezdi. Dostluk böyle bir kavram oldu gözümde, hala aynı mantıkla ve sadakatle dostlarıma bağlı olmamın tek nedeni de Ay Savaşçısı’nı toplamda 4 kere izlememdir. Demiyorum ki doğru bir şeydir bu, zira kimse sosyal ilişkilerini bu şekilde biçimlendirmiyor ve bazen çok zorlanıyorum aynı felsefeyi sürdürmekte fakat sağda solda görülen “çizgi filmler veletlerin zihinlerini bulandırıyor” haberleri benim için geçerli, evet. Bir de Mamoru’nun gönlüme uyan yegane erkek olması da bu seriyi unutulmaz yaptı, kabul ediyorum.
Hazır shoujo konuşurken, Candy’den bahsetmeden geçmek istemiyorum. O nasıl bir kızdı yahu? Kardeşi kardeşe kırdırdı, Anthony’nin sebebi oldu, Terry’e perdeleri yırttırdı. Fark ediyor musunuz, memleketteki entrika ve uzun bakışmalı diziler, Candy’i izleyen gençlerin senarist olma yaşıyla uyumlu başladı! Bir Georgie olmasa da (o bildiğin yolluydu) Candy bugünün evladına kezbanlıkta yol göstermiş, yumuşak başlı adamın öldüğü, sert çocuğun kızı kaptığı hayat kuralını oturtmuş bir seriydi.
Özay Şen
Çizgi film izlemek halen, hayatımın büyük bir bölümünü oluşturuyorum. PC başında kahvaltı ederken, Simpsons’ların eski bölümlerini izlemeye bayılıyorum. Eh tabii, bizimkilerden biri başıma dikilip “Kazık kadar adam oldun, hala çizgi film izliyorsun” diyorlar. Bunun kazıklıkla alakası yok, seviyorum arkadaş!
Çocukluk travmamı yaşatan çizgi filmler başında Kızıl Baron (Red Baron) gelir diyebilirim. Mecha animelerine ve robotlara karşı olan ilgim Kızıl Baron ile başlamıştı. Her robotun bir pilotu vardı. Bu devasa robotlar içerisinde de devasa, teknolojik kalpler olurdu. Rakibini yenmek için bu kalbi durdurman gerekiyordu. Kızıl Baron, bir karşılaşma sırasında rakibinin kalbini yerinden sökmesine rağmen, robot halen ayakta duruyordu. Neden mi? ÇÜNKÜ RAKİBİMİN İKİ TANE KALBİ VARMIŞ! Bu sebeple Kızıl Baron, hayatımda yaşadığım ilk plot twist olma özelliğini taşır.
Son olarak Batman: The Animated Series, çizgi roman aşkımın başladığı yer oldu diyebilirim. Ah, o çizgi filmin açılışı yok mu? Kendimden geçiyordum. Karanlık Gotham silüeti üzerinde Batman’in logosu belirir. Kötü adamlar ne olduğunu bilmez halde, Batman’den dayak yemeye başlarlar ve o araba! Gelmiş geçmiş, en iyi Batmobile olabilir.
Bu seride Batman ve Robin bir yana Joker, Two-Face, Penguen gibi rahatsız karakterleri tanıdıktan sonra kötüler dünyasında da çok hoşlanmaya başlamıştım. İlk başta Batman’in, kötülerle dövüşen, daha da kötü adam olduğunu düşünüyordum. Artık biliyorum ki, Batman bundan çok daha ötede bir karakter!
Volkan Tezkan
Bu üç kelimeyi duyduğu zaman çocukluğuna dönen 4 kuşak yetişti ülkemizde. İlk defa 1960 yılında ve sadece altı sene yayınlanmıştı. Ancak ülkemize geç gelmiş olması ve tek kanallı dönemde çocuk olan bizlere izletilen nadir çizgi filmlerden biri olması nedeni ile çok sevildi Çakmaktaşlar.
90’ların renklenip çeşitlenen ekranında kendine sağlam bir yer bulmuş ve o kuşağın çocuklarını da kendisine bağlamayı başarmıştı. Dinazorlarla birlikte yaşayan “medeni” mağara adamlarının komik hikayeleri ile büyüdük hepimiz. İhtiyaçları olan her şey ellerinin altındaydı. Çevreciydiler! Arabalarını kendi ayak güçleriyle çalıştırır, iş yerinde tüm ağır işler için dinazorlarını kullanırlardı.
Kabasaba fakat eğlenceli Fred, onu sürekli dengeleyen güzel eşi Wilma, küçük kızları Peables ve tabii ki köpek yerine besledikleri dinazorları Dino ile Flintstones (Çakmaktaşlar) ailesi oluşuyordu. Yan komşuları Barney daha ufak tefek, kibar ve nokta gözlüydü. Sarışın ve güzel eşi Betty ve o aile için fazlasıyla güçlü olan oğulları Bamm-Bamm ile Rubles (Çakıltaşlar) bir bütün oluşturuyordu.
Sabahçılar için okul sonrasının, öğlenciler için ise okul öncesinin yegane eğlence kaynağı idi. Genelde aile reislerinin yaptığı sakarlıklar ve talihsizlikler üstüne yapılan durum komedisi tadındaki çizgi dizi, üstünden 50 yıl geçmesine rağmen kitlesini kaybetmemiştir. Herhangi bir zaman ve herhangi bir yerde denk gelindiğinde, yine oturulup izlenir bir kült çizgi dizi halini almıştır.
Eğer eski çizgi filmler ilginizi çekiyorsa FRPNET Genel Yayın Yönetmeni Kayra Keri Küpçü’nün yazdığı “Çizgilerin Gücü Adına” kitabını okumanızı şiddetle ve önemle tavsiye ederiz.