Bağnazlıklarının Sebebi Korkularıydı – Uzak Yarın İncelemesi
Uzak Yarın romanında atom bombaları bütün şehirleri yok etmiş. Hayatta kalanlar bombanın düşüncesiyle hâlâ korkudan titriyor. Onları atom bombalarından Tanrı’nın gücü hariç ne koruyabilir ki? İncelememiz sizlerle.
Leigh Brackett’ın anlattığı gelecekte atom bombaları dünyanın tüm ülkelerindeki bütün şehirleri yok etmiş. Nüfusun çok büyük bir kısmı bombaların etkisiyle anında küle dönmüş. Hayatta kalmayı başaranlar da yalnızca şehirlerden uzakta yaşayanlar olmuş. Şansa şehirlerde yaşamayan birileri varmış. Yoksa insanlığın kendi elinden çıkan bu yıkım onun sonu olacakmış. Dolayısıyla hayatta kalanlar Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’na şehir kurmayı yasaklayan 13. maddeyi eklemişler.
Amerika Birleşik Devletleri’nin hiçbir yerinde, bin kişiden veya iki buçuk kilometrekareye iki yüz binadan fazlasını barındıran hiçbir şehrin, hiçbir kasabanın, hiçbir topluluğun kurulmasına veya mevcudiyetini korumasına izin verilmez.

Ana karakterimiz Len Colter, Bartorstown kelimesini duyduktan sonra bunun ne olduğunu merak eden bir çocuk. Bombalardan öncesini hatırlayan babaannesinin anlattığı o muhteşem şehirlerden biri mi? Yani 13. maddeyi yok sayarak şehir kurmaya cesaret eden birileri olabilir mi?
Babam bana öyle bir yerin olmadığını söylemişti. Bartorstown’ın sadece bir fikir olduğunu söylemişti.
Giriş
Bu incelemede romanın genel konusunu ve temalarını inceliyor olacağım. Olaylardan ve hikaye örgüsünden pek bahsetmeyeceğim için spoiler pek yok diyebilirim. Eğer inceleme yerine bir tanıtım yazısı okumak istiyorsanız buradan tanıtım yazımızı okuyabilirsiniz. En sonda Uzak Yarın’ı bağnazlık teması üzerinden John Wyndham‘ın Krizalitler romanıyla karşılaştıracağım.
Olaylar iki kuzenin, Len ve Esau Colter’ın, bir mezhebin dini buluşmalarını merak etmesiyle başlıyor. Piper’s Run adlı kasabada yaşayan bu iki çocuğun o buluşmaya gitmeleri yasak. Çünkü aileleri o mezhebin vaazlarının tehlikeli olduğunu düşünüyor. Ancak kuzenler bu buluşmalarda insanların kendilerini yere atıp yuvarlandığını duymuşlar. Hatta bazen kadınların etekleri bile açılıyormuş onlar yuvarlanırken. O gece o buluşmaya gitmezlerse bir yıl sonraki festivalleri beklemeleri gerekecek.
Kuzenler babalarının sözünden çıkıp gizlice mezhebin buluşmasına gitmeyi başarıyor. Fakat orada tanık oldukları sahnenin tüm hayatlarını değiştireceklerini bilmiyorlar. Zira mezhebin üyelerinden biri onların aşina olduğu bir adamı göstererek “Bartorstown’lı!” diye bağırıyor. Suçlanan adamı çırılçıplak soyan halk onu taşlayarak öldürüyorlar. Neye tanık olduğuna anlam veremeyen ve deli gibi korkan çocuklar tüm hikaye boyunca bu geceyi anımsayacak.
Bartorstown nedir? O adamı neden öldürmüşlerdir?

Uzak Yarın
Leigh Brackett orijinal adı The Long Tomorrow olan Uzak Yarın romanını 1955 yılında yazmış. Dolayısıyla kitapta yaşlıların şehirden hatırladığı televizyonlar, radyolar ve bilgisayar kavramı hep o dönemin teknolojisine uygun. Fakat hikayede biz bu teknolojik aletleri pek göremiyoruz çünkü teknolojiye dair her şey tamamen yasak. Halkın gözünde atom bombaları ile yıkımın gelmesinden teknoloji sorumlu. Bu yüzden din kitapları dışındaki kitapları okumak, şehir ve teknoloji ile ilgilenmenin cezası ölüm. Hatta yazılı bir kural olmasa bile merak etmek de yasaklı davranışlar arasında.
Ancak Esau bu yasağı deliyor. Bulduğu bir eşyanın ne olduğunu merak ediyor. Orasını burasını kurcaladıktan sonra bunun ses çıkaran bir kutu olduğunu fark ediyorlar. Dolayısıyla büyüklerinin hikayelerinden yola çıkarak bir radyo bulduklarına inanıyorlar. Bu radyo aracılığıyla da Bartorstown’ın ne olduğunu öğrenmek istiyorlar. Zira kimse o kelimeyi ağzına almadığı için merak ediyorlar.

Bağnazlık ve Korku
Roman karakterlerimiz iki çocukken başlıyor ve yıllarca başlarından geçenleri anlatıyor. Bunu anlatırken de aslında gördükleri her grubun kendine has bir bağnazlığı olduğuna vurgu yapıyor. Tüm toplumları bağnazlığa sürükleyen ortak faktör ise korku. Herkes korkuyor. Geçmişte yaşadıkları acıyı tekrar yaşamaktan, çocuklarına da yaşatmaktan korkuyorlar. Bu yüzden geçmişin hatalarını anımsatan her şeye çok sert tepkiler veriyorlar. Başlarına aynı kötülüklerin gelmemesi için çok sıkı önlemler almaları gerektiği konusunda hemfikirler. Ancak bu çizgiyi nerede çekecekleri bazen bulanık oluyor.
Mesela atomu parçalayanın en başta merak olduğunu düşünüyorlar. Fakat merak etmek de insanın doğal bir özelliği. Buna ne boyutta izin verebiliriz? Bu sorunun cevabı sorduğun kişinin kişisel görüşüne göre değişiyor. Cezanın ne durumda kesileceğinin kuralları biraz bulanık olsa da cezanın ne olduğu daima net. Teknoloji ile uğraşan, şehir kuran ve bu yollarla Tanrı’nın karşısında Şeytan’ı seçen herkesin cezası önce sürgün, sonra ölümdür.
Colter’lar bunun Piper’s Town’daki halkın bağnazlığı olduğunu sanıyor. Ancak hikaye ilerledikçe gördükleri farklı halklarda ideolojiler değişse bile bağnazlığın baki olduğunu görüyorlar. Nitekim teknolojinin kurtuluş olacağını düşünenler bile bu düşüncelerinde bağnazlar ve başka ihtimali kabul etmiyorlar.

John Wyndham’in Krizalitler Romanı ile Karşılaştırma
Toplumların bağnaz bir şekilde kendinden olmayanı dışlama ve hatta ölümle cezalandırmaları üzerinden Uzak Yarın bana 1955’te basılan bir başka kitabı, John Wyndham’ın Krizalitler romanını anımsattı. Zaten 2016’da Krizalitleri inceleyip başlığına “Hoşgörüsüzlük ve Bağnazlık” demişiz. Krizalitler incelememizi buradan okuyabilirsiniz.
Gerçekten de romanlar arasındaki fark büyük oranda bağnazlığın sebebinden kaynaklanıyor. Krizalitler romanında toplumlar kendilerinden farklı olandan korkuyorlar. Ancak bu korku empati yoksunluğu ve hoşgörüsüzlükten kaynaklanıyor. Farklılığa tahammülü olmayan bir toplum betimlemesi var orada. Küçücük bir çocuğu bile, daha düşünme yetisi elde edememişken farklı diye öldürebilecek bir toplum…
Uzak Yarın ise farklılık karşıtı ya da empati yoksunu bir toplumdan bahsetmiyor. Hatta birçok farklı kültürden insanın bir arada yaşadığını görebiliyoruz. Bu romandaki bağnazlık geçmişte yaşadıklarının travmaları atlatamayan, ödü kopan insanlardan kaynaklanıyor. Yer yer idam cezasını emreden kişiler kendi sebep oldukları vahşet karşısında donup kalabiliyorlar. Çünkü canını aldıkları kişi için üzülüp onu kurtaramadıkları için kederlenebiliyorlar.
Krizalitlerde ise vahşetten etkilenmeyecek kadar gözü dönmüş, karşısındakini insan yerine koymayan toplumlar görüyoruz. Bu açıdan ben Krizalitleri çok daha karanlık bir distopya olarak görüyorum.
Leigh Brackett
Brackett 7 Aralık 1915‘te doğmuş. Eşi de Weird Tales yazarı Edmond Hamilton‘mış ve sağdıçları Ray Bradbury olmuş. Çift bilim kurgu ve fantastik edebiyat ile ilgili birçok iş yapsa da genelde ayrı çalışmışlar. Beraber yazdıkları hikaye sayısı çok az.

Brackett’ın lakabı The Queen of Space Opera. Yani Space Opera’nın Kraliçesi diyorlarmış ona. Uzak Yarın romanını yazdığında 40 yaşındaymış. Yazarın ismi Star Wars: The Empire Strikes Back ile de birlikte geçiyor. Fakat aslında senaryo ona ait değil. Zira film için bir senaryo yazsa da George Lucas onu beğenmeyerek reddetmiş. Ancak Leigh senaryoyu Lucas’a gönderdikten kısa süre sonra kanserden vefat etmiş. Lucas yazarın senaryosunu beğenmemiş ve kendisi yazmaya karar vermiş. Fakat yazarın birkaç fikri de senaryoda kendine yer bulduğu için senaristlere onun da ismini yazmışlar.
Cyberpunk akımının değerli yazarlarından Pat Cadigan‘ın roman için yazdığı ön sözü İthaki de kitabın girişine yerleştirmiş. Bu yazı Brackett’in kadın oluşuna vurgu yapıyor. Dolayısıyla ön sözden etkilenerek kitapta cinsiyet temasını da inceleyeceğimizi sanmıştım. Fakat öyle olmadı. Yazar yer yer cinsiyetle ilgili ifadeler kullanabiliyor: “tüm erkeklerin yaptığı gibi”, “en çok kadınlar bağırıyordu” ya da “kadınlar böyleydi” gibi. Ancak bu ifadeleri bence betimleme seviyesinde kalıyor. Yani romanın cinsiyet temasını işlediğini söyleyemeyiz. Yazarın cinsiyeti de hikayesine ya da cümlelerine yansımıyor.