Fantastik Edebiyat Dünyasının İstemediği Adam – Kazuo Ishiguro
Kazuo Ishiguro’nun yeni romanı The Buried Giant fantastik edebiyat dünyasını ayağa kaldırdı. Geçtiğimiz günlerde yazar Ursula Le Guin, Kazuo Ishiguro‘ya biraz kızmıştı.
Herkesin dilindeki soru aynı: Edebi kitaplar yazan bir romancı, fantastik edebiyat dünyasına adım atarak hata mı yaptı?
Bazı kulüpler var, kapıları dışarıdan gelenlere sıkı sıkıya kapalı. Hayatınızı saygın işler yaparak geçirmiş biri olsanız dahi, o kulübe daha evvel dahil olmamış olmanız yeterli oluyor kapıdan içeri alınmamak için. Çünkü bazı kulüplerin varlık sebebi bazı kişileri içeride tutmak, bazı kişileri dışarıda bırakmak üzerine kurulu. Bir nevi dayanışma kültürü, o kültürle yeni tanışan kişilere sen bizden değilsin muamelesi yapabiliyor. Her yerde oluyor bu: iş dünyasında, medya ortamlarında, insanların sosyalleştiği her yerde.

Edebiyatta bu durumun bir örneği, Japon asıllı Britanyalı romancı Kazuo Ishiguro’nun yeni kitabı The Buried Giant ile yaşandı. Kitap çıkalı şunun şurasında birkaç hafta oldu lakin daha konusuna dair söylentiler duyulmaya başlandığında karar verilmişti sanki. En ünlü eseri Günden Kalanlar’da hafızaya, insanın hatırlama işini nasıl bir silme ve yeniden düzenleme işine dönüştürebileceğine odaklanan Ishiguro, 10 yıldan sonra gelen yeni romanında bildiğimiz fantastik edebiyatın kodlarını kullanmıştı.
Ejderhalar, miğfer giymiş savaşçılar, destan tadında bir hikaye. Kral Arthur’un ölümünden sonraki Britanya’da geçen öyküde Britonlarla Saksonlar arasında büyük bir mücadele sürüyor. Bu arada adanın üzerine çökmüş esrarengiz bir sis nedeniyle orada yaşayan herkes eski hatıralarını teker teker yitiriyor. Kahramanlarımız Beatrice ve Axl, oğullarını aramak için çıktıkları yolculukta farkına varıyorlar ki çocuğun başına ne gelmiş olduğunu artık hatırlayamıyorlar. Aslında Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’yı yazmasıyla mukayese edilebilecek bir durum: bizi şapkasından bir tür tavşan çıkarmaya alıştıran bir yazarın bambaşka bir tavşanla karşımıza gelmesi. Aslında gayet hoş bir sürpriz. Aslında sevinilesi bir durum. Ishiguro kitap çıkmaya yakın başlıyor söyleşiler vermeye.
New York Times’la yaptığı mülakatta ağzından çıkan şu sözcükler de tartışmanın fitilini ateşliyor: “Okurlar benimle birlikte bu kitabın içine girecekler mi? Yapmaya çalıştığım şeyi anlayacaklar mı, yoksa yüzeydeki öğelere ön yargıyla mı yaklaşacaklar? Tüm bunlar bir fantezi mi diyecekler?”
Bu sözlerden pek çok kişinin anladığı, Ishiguro’nun fantastik edebiyata çok yüksek bir değer atfetmediği. Onu aşağılarda bir yerde konumlandırdığı. Bir fantastik roman yazarı olarak tasnif edilmekten ziyadesiyle korktuğu.
Ishiguro’nun sözlerine en esaslı tepki, fantastik edebiyatın büyücülerinden birinden, Ursula Le Guin‘den geldi. Mart başında blogunda yayımladığı yazıda “Evet, muhtemelen fantezi diyecekler bu kitaba,” sözleriyle yanıt verdi Ishiguro’nun son sorusuna. “Neden demesinler ki? Sanki yazar bu sözcüğü bir hakaret gibi algılıyor. Bu bana bir hakaret gibi geliyor, öylesine düşünceden yoksun bir önyargıyla yaklaşıyor ki konuya, bu durum beni bir tepki vermeye yöneltti.”
Le Guin’i Türkçesini Metis’in yayımladığı Yerdeniz Üçlemesi’nden de tanıyor olabilirsiniz, Mülksüzler romanından da. Fantastik edebiyat hakkında söz söylemeye yetkili biri olarak Le Guin, Ishiguro’yu sıkıştırmışken bırakmıyor, kitabındaki diyalogların nasıl da düz ve sıkıcı olduğunu söylüyor. “Kitabı okumak bana acı verdi,” diyor hatta. Asıl darbeyi vuruyor sonra: “Çok meşhur bir romancı olduğu için eminim ki onun önyargısını paylaşan eleştirmenler, yazar olarak ciddiyetinin bu çocuksu fantazi hevesiyle pislendiğini yazmayacaktır kesinlikle.”
Ishiguro’nun öyle çok kavgacı bir kişiliği yok ama Amazon’un en çok satanlar listesinin en tepelerine çıkan kitabını savunmaktan geri durmuyor. “Şayet canavarlar ve perilerin yer aldığı ve almadığı kitaplar arasına bir çizgi çekiliyorsa, ben canavarlar ve perilerin tarafındayım,” diyor. “Bunun böylesine büyük bir mevzu haline geleceğini hiç düşünmemiştim. Kitaba dair okuduğum her makale ya ‘kitabında bir ejderha var’ diyor ya da ‘eski kitaplarının ne kadar da çok sevmiştim ama bunu seveceğimden emin değilim’.”
Galiba asıl sorun biraz da Ishiguro’nun fantastik edebiyatın kurucu babalarına hayranlık göstermek konusunda istekli olmaması. J.R.R. Tolkien’in kitaplarını dahi okumadığını itiraf eden bir romancı var karşımızda. İçine düştüğü durumda fantastikçiler onu “Sen ne anlarsın” diyerek tatlı tatlı tokatlıyor, türün kurucu babalarına ve kurallarına uymayan bir fantastik romanı asla ve kata kabul etmeyeceklerini zevkle dile getiriyorlar. Velakin görmedikleri şey belki de “Yüksek edebiyatı sattın, fantastik roman yazdın” diyen seçkincilerle “Sen ne anlarsın fantastik edebiyattan, yürü git” diyen fantastikçiler arasında kalan Ishiguro’nun bir köprü işlevi görerek birbirinden ayrı gibi duran iki alemi birbirine yaklaştırması.
Üye olmayanlarla birlikte bir kulübe geliyor, içeridekileri de hep birlikte muhabbete çağırıyor. Davete icap edip etmemek, kulüp üyelerine kalmış.
Yazan: Kaya Genç