Köşe Koltuğu #4 – Enfes Çizgi Romanlar
Elbette, hayatımızın bir noktasında bizleri etkileyen birçok çizgi roman oldu. Herhangi birini anlatmak için kelimeler yetmez.
Bu hafta Köşe Koltuğu’nda, okunduğunda ağızda enfes bir tat bırakan çizgi romanlar var. Pınar Varol, Ömer Şentürk, Özay Şen, Volkan Tezkan, Burak N. Aydın, Yasin Erkaya ve Kayra Keri Küpçü yazdı.
Pınar Varol
Hayatımda ilk çizgi romanları arkadaşlarımdan değil, annemden babamdan görmüş, onların gençliklerinden beri kitaplıklarında sakladıkları ciltleri okuyarak tanımış biriyim. Hal böyle olunca, o küçük yaşımda aklımda ve kalbimde en çok yer eden çizgi romanlardan birisi ülkemizde 80’li yıllarda yayınlanmış olan Asteriks oldu.
Goscinny’nin yazdığı, Uderzo’nun çizdiği Asteriks’i çizgi romanlarından tanımadıysanız da Gérard Depardieu’nun oynadığı filmlerden hatırlayabilirsiniz. Maceralar gayet neşeli ve pozitif, yer yer karikatürize bir şekilde anlatılıyor. Romalılara karşı ellerindeki ne işe yaradığı isminde saklı olan sihirli Devegücütazıhızı şerbetiyle direnen Galyalıları anlatan bu seride esas karakterler olsun, arada sırada gözüken yan karakterler olsun hepsi çok güzel işlenmiştir.
Çok değil 2-3 macera okuduktan sonra karakterlerin huyu suyu, iletişimleri öğreniliveriyor ve insanın kanı kaynıyor. Mesela Hopdediks’in (yeni çevirilerde Oburiks) bir oturuşta koca koca domuzLAR yemesi yüzünden yirmi sene sonra bugün kiloyla köfteciye gidince siparişi abartıyorum, bitirene kadar iki ayran söylemek zorunda kalıyorum. Gerçi insan seçici oluyor böyle huyları edinirken; Devegücütazıhızı şerbetinden içip şimşek gibi koşan Asteriks’e özenip 1 km koşmuşluğum yoktur mesela.
Sizlere bir de ilk kez koleksiyonunu yaptığım çizgi roman olan Tenten’in Maceraları’ndan bahsetmek isterim. İlk edindiğim cilt Tenten Tibet’te bana annemin hediyesiydi ve bir solukta okumuştum. Çizimlerinin sade, fakat bol bol detayla dolu olması beni çok etkilemişti. Aylar yıllar içerisinde azmedip bütün seriyi tamamladım ve her zaman gerçeğin peşinde koşan gazeteci Tenten’in hemen hemen her macerasını soluksuz okudum.
Tenten’de de Jules Verne tadında, bilimkurguya göz kırpan kısımlar vardır. Ay’a seyahat ettikleri maceralar “Hedef Ay” ve “Ay’a Ayak Basıldı”, 1950 ve 1952 yıllarında, Ay’a ilk kez ayak basılmasından neredeyse 20 yıl önce yazılmıştır ve teknik açıklamalar olsun, çizimler olsun son derece başarılıdır. Hergé’nin detaylı, özenli, sade ve eğlenceli tarzı dünyanın dört bir yanında geçen Tenten’in Maceraları’nı benim için çok ayrı bir yere koyar.
Ömer Şentürk
Çizgi roman okumayı çok severim. Hatta bazı çizgi romanların en az yazılı metinler kadar faydalı olduğu kanaatindeyim. Özellikle tarihsel olayları konu alanlar en sevdiğim çizgi roman türüdür. Bu alanda da Jacques Tardi, baş çizerim diyebileceğim birisidir. Gerektiği yerde yazar olarak da katkıda bulunduğu eserler arasındaysa en olmazsa olmazım Uçma Sanatı’dır. İspanya İç Savaşı’nı belirlediği bir karakter üzerinden anlatsa da tüm savaşın, tüm İspanya halkının sesi olmayı başarmış bu eser gerek çizimleri, gerekse anlatım tarzıyla mutlaka okumanız gerek bir çizgi roman.
Tam 75 yıl önce, 1939’daki sinema filmiyle ününe ün katan Oz Büyücüsü (Wizard Of Oz), Marvel tarafından bir çizgi roman olarak da karşımıza çıktı. Günümüzde çekilen filmlerdeki göndermelerle de tazeliğini hala koruyor bu film. Öncelikle keyifli bir edebi eser olarak yayınlansa da zamanla çok farklı uyarlamalara sahne olan eserin çizgi romanı da muazzam. Renkli çizimler, yorumlanmış harika bir hikâye ve ana yapıyı bozmadan karşımıza çıkan bu çizgi roman mutlaka okunmalı.
Robert Rodriguez ve Quentin Tarantino ortaklığıyla film olarak da karşımıza çıkan Günah Şehri (Sin City), yarattığı noir dünyayla hem çizgi roman hem sinema dünyasını doyurmayı başarmış bir eser. 7 ciltlik Günah Şehri, içerdiği karakter bolluğu ve içerdiği karakterlerin yaşamları sebebiyle bir çizgi romandan fazlası olduğunu size daha ilk sayfalarında kanıtlıyor. Frank Miller’ın en iyi işi olarak saydığım, çizgi roman deyince akla gelen en büyük eserlerden olan Günah Şehri, tekrar tekrar okunabilecek bir eser.
Özay Şen
Çizgi Roman’ın, çocuk işi olduğunu düşünenler artık kaldı mı bilmiyorum ama, çocuk işi bile olsa gözlerimizin önüne sundukları dünyalar bizleri şaşırtmaya devam edecek. Bu konuda birçok örnek gösterebilirim. Ama çizgi roman denilince aklıma gelen 2 büyük başyapıt var.
İlki Alan Moore’un Watchmen’i. Bu çizgi roman o kadar güzel ki, anlatacak kelimeler bir araya toplanmaktan çekiniyor. Çünkü oluşturulacak cümle Watchmen’in güzelliğini anlatmaya yetmeyecek. Soğuk Savaş döneminde, dünyanın sonunun sandığımızdan daha yakın olduğunu bas bas bağıran bir gerçek. Bunun için kıçlarına tayt çekmiş, süper kahramanları anlatmaya bile gerek yok. Sanıyorum, bir Alan Moore hayranı olmamın en büyük sebebi, küçüklüğümden beri beni bilinmezliğe sürükleyen Rorschach testlerinin vücut bulmuş halinin, karşımda olmasıydı. Gerçekleri korkmadan, tüm toplumun suratına haykıran bir kahraman.
Ozzymandias’ın dahice planları ve Dr. Manhattan’ın soğuk bakışları altında yatan vızır vızır düşünceler, gerçekliği büküyor. Komedyen’in geçmişi ise gerçek dünyanın ne kadar pislik olabileceğini ve insan zihninin ne kadar çabuk kırılabileceğini anlatıyor. Süper kahraman olmak her yiğidin harcı değil!
Öte yandan dünyanın sandığımızdan daha da mistik bir yer olduğunu gösteren Hellboy var. Mike Mignola, hem yazıyor hem çiziyor. Bu çizgi roman dünyası için beklenmedik bir gelişme değil. Ancak bu konsept bir yerden sonra kabak tadı vermeye başlar. Hellboy ise böyle bir tadı asla okuyucusuna sunmuyor! Mignola bunu hem Hellboy ile hem de devamında çıkardığı, Hellboy’a bağlı B.P.R.D ile devam ettirdi. Elbette yardıma koşan yazarlar ve çizerler oldu. Mike Mignola’nın Hellboy’u, yataklarımızın altında bizim ruhumuzu sonuna kadar emmeye çalışacak yaratıkların gerçekliğini gözler önüne seriyor.
Volkan Tezkan
Kırmızı Urbalılar Geliyor!!!
Kaptan Swing’le ilk tanışmam ilkokul yıllarına dayanır. O zamanlar gazetelerimiz kuponla ansiklopedi verme çılgınlığına başlamamıştı fakat, haftasonları çok güzel çizgi romanlar veriyorlardı. Bir pazar günü verdikleri Kaptan Swing çizgi romanı ile başlamıştı Ontario kalesini savunmam.
1773 yılında Kuzey Amerika kolonileri, kendilerinden haksız vergiler toplamaya çalışan İngiliz Krallığına karşı ayaklanmışlar ve Kırmızı Urbalılar’a (İngiliz Askerleri) karşı kendi askeri birliklerini kurmuşlardı. Bizim gözüpek kaptanımız ise bu birliklerden biri olan Ontario Gölünün yanında bulunan Ontario kalesideki Ontario Kurtlarının başıdır. Kafasında kunduz kürkünden şapkası, belinde bulunan süvari kılıcı ve hiç şaşmayan tabancası ile Kırmızı Urbalılara Ağır kayıplar verdirmektedir.
Elbette yalnız değildir kaptanımız bu savaşında. Her zaman yanında bulunan ve ortama neşe katan Mister Blöf (başarılı bir kumarbazdır), onun zayıflıktan kemikleri sayılan fakat dirayetli ve sosis canavarı köpeği Puik, ağzından hiç güzel yahut olumlu söz çıkmayan Kızılderili şefi Gamlı baykuş ve tabii ki kalenin aşçısı güzeller güzeli sarışın Betty.
Bu ekibin maceraları 1966 yılında Giovami Sichetto, Dario Guzzon ve Pitero Sartosis tarafından çizilmeye başlanmış. Günümüzde de Sergio Bonelli Editore tarafından yayınlanmaya devam etmektedir. Eğlenceli zamanlar geçirmek ve Kırmızı Urbalılar’a karşı beraber direnmek isteyenlerin kitaplıklarında yer ayırmasını tavsiye ederim.
Burak N. Aydın
Martin Mystère/Nathan Never
Çok küçüklükten beri her akımdan çizgi roman okudum, Amerikanları da, Japonları da, Avrupalıları da. Ama benim için ünlü Fumetti (İtalyan çizgiromanları) eserlerinden “Martin Mystère” çizgi romanı ve baş karakteri Martin hep özel bir yer tutmuştur. Son yıllarda ona “Nathan Never” da eklenince ve hatta ortak hikayeleri bile yayımlanınca, bu ikisi beraber tadından yenmez oldu.
“Martin Mystère”, 1982 yılında yazar Alfredo Castelli, çizer Giancarlo Alessandrini tarafından yaratıldı ve “Sergio Bonelli” firması da yayımladı. O zamandan beri dünyanın her yerinde çeşitli dillere çevirilerek yayıldı. Bilimkurgu/fantastik/macera türü diyebileceğimiz çok çekici bir kombinasyonda konuları olan çizgi romanın ana karakteri Martin Mystère, geniş yelpazede yetenekleri olan bir adamdır. Sanat tarihçisi, arkeolog, antropolog, yazar, TV yapımcısı ve tuhaf nesneler koleksiyoncusu olmasının yanında, tam zamanlı bir maceracıdır.
New York’da yaşayan Martin, bir yolculuğunda kurtardığı ve ona ölümüne sadık Neanderthal adamı “Java” ve uzatmalı nişanlısı “Diana Lombard” ile dünyanın her ülkesinde gizemli yerlere gider, tuhaf olaylara karışır, zamanda ve mekanda akılalmaz yolculuklar yapar. En önemli düşmanı, gençken beraber doğaüstü bir eğitim aldığı ve sonradan taraf değiştiren eski dostu “Sergej Orloff” ve her zor anında karşısına çıkan “Karanlık Adamlar”dır. Martin yolculuklarından birinde eski Mu uygarlığından kalmış efsane silahlardan olan Murchadna’ya sahip olur; olağandışı gezilerinde sadece Mu değil, Atlantis, Agartha, Avalon gibi kadim ırkların izlerine rastlar ama Karanlık Adamlar yüzünden hiç birinden bir tanık veya delil getiremez. Martin Mystère, Bonelli firmasının yayımladığı diğer popüler çizgi romanlar olan “Dylan Dog”, “Mister No”, “Zagor” ve “Nathan Never” ile aynı kurgusal evrende yaşamaktadır.
İşte bu sayede konuyu son yıllarda okuduğum en iyi bilimkurgu çizgi roman serisi olan “Nathan Never”a bağlayabileceğim. Nathan Never göreceli olarak yeni, 1991 yılında yayıma başlamış bir çizgi roman. Seride yer almış yazar ve çizerlerin listesi epey uzun, başarılı her İtalyan çizgi romancısı bir şekilde bu projede çalışıyor gibi görünüyor. Çizgi romanın ana karakteri Nathan, yakın gelecekte yaşayan ve Alfa Ajansı isimli bir özel güvenlik firmasında görevli yüksek seviyeli bir özel ajandır.
Nathan sadece Alfa Ajansı’nın müdürü “Edward Reiser”in verdiği uçuk kaçık görevlerde değil, üstün becerileri sayesinde gerektiğinde polis güçleri ve hatta ordunun operasyonlarında da görev alabilmektedir. Ajansın diğer üst seviye görevlileri olan yakın arkadaşları “Legs Weaver”, “Sigmund Baginov” ve android “Link” ile şimdiye kadar tonla hayal gücünü zorlayan iş başarmışlardır. Karakterler her bölümde uzay çarpışmaları, mutantlar, robotlar, teknolojik seri katiller, sanal dünyadaki suçlular, canavarlar ve aklınıza gelmeyecek daha bir sürü şeyle karşı karşıya kalırlar. Nathan Never çizgi romanları tüm ünlü bilimkurgu romanlarına, filmlerine ve bilimkurgu animelere bir saygı duruşu gibidir, her maceradaki tüm göndermeleri kavramak mümkün bile olmayabiliyor.
Nathan Never ve Martin Mystère’nin karşı karşıya geldiği özel sayılar ise beni her zaman çocukluğuma götürmeyi ve hayal dünyasında kaybolmamı sağlamayı başarmıştır. Bu ikisi benim için, tüm diğer okuduğum çizgi romanlar arasında hep unutulmaz ve vazgeçilmez olacaklar.
Yasin Erkaya
Çizgi roman okumaya başlayalı fazla olmadı ve bundan muhteşem bir keyif alıyorum. Şu anda evimin her tarafı çizgi roman. Benim için olmazsa olmaz çizgi romanlar şunlar:
Avengers vs X-Men: Şu an X-Men dünyasında ve Marvel evreninde nelerin olup bittiğini öğrenmek istiyorsanız, buradan başlamak en iyisi. Bu çizgi romanın isminden anlayacağınız gibi, herkes birbirine giriyor. Gerçekten özgün ve sürükleyici bir konusu var. Hiç beklemediğiniz bir karakter bir anda gün yüzüne çıkıyor, başından beri iyi dediğiniz karakter kötüye dönüyor. Aa savaş var, oley aksiyon dediğiniz anda gözyaşlarına boğulup “neden onu öldürdün!” diye sitem edebiliyorsunuz.
Marvel/DC gibi yayınlar köklü değişimler yapmak yerine, işe yaran ve satan ne varsa ısıtıp ısıtıp koymaya alışkın. Zaten almanızın sebebi grafiklerinin iyi olması ve aksiyon olmasıdır. Fakat Avengers vs X-Men çok daha kapsamlı. Bu çizgi romanı okurken ütopya algınız değişecektir. Güce sahip olmanın nasıl bir duygu olduğunu, neden tehlikeli olduğunu anlayacaksınız. “Süper kahraman ahlakı” ve davranışları biz insanlara çok uçuk ve kimi zaman mantıksız gelebilir. Bu çizgi roman sayesinde kendinizi onların yerinde görebilirsiniz.
The Dark Knight Returns: Batman’i hepimiz tanıyoruz. Batman Batman’dir! O her şeyi yapabilir, o her şeyin üstesinden gelebilir. Fakat eskiden Batman çocuklara uygun, pelerin giyen neşeli bir adamdı. Bu algı bu çizgi roman ile değişti. Batman’i Batman yapan çizgi roman budur!
Karamsar, bıkkın, kendisini hiç tanımayacak, sıradan insanlar için kendi canını riske atan, adam gibi adam… Çoğu gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman listesinde bulunduğunu görünce dayanamayıp aldım. Robin ile ilişkisi, Joker’in yaptıkları, Superman ile kapışması, post apokaliptik dönem ve Batman’in her koşulda Batman olması… Çizgi romanı kadar iyi olmasa da iki parçalık bir çizgi filmi mevcut.
Daytripper: Gerçek dünyamızdan bir öykü. Fantastik hiçbir şey içermiyor. Abartılı hiçbir şey içermiyor. Arkadaşınla oturup muhabbet etmek kadar dünyasal ve doğal bir çizgi roman. Tek bir farkı, önemli bir farkı var. Bu yaptığımız her şeyin aslında ne kadar kıymetli olduğunu, sadelik deyip geçmemek gerektiğini anlatan, duygu yüklü muhteşem bir öykü. Kitabı bitirir bitirmez ailemi arayıp onları sevdiğimi söyledim.
Kayra Keri Küpçü
Çizgi roman okumak veya ilk çizgi roman deneyimi deyince aklıma hep Alan Moore’un yazdığı “Öldüren Şaka” gelir. 90’lı yılların başlarıydı ve daha 10’lu yaşlarıma henüz basmıştım veya basmamıştım bile. Yanlış hatırlamıyorsam Milliyet gazetesi bu çizgi romanı gazete eki olarak vermişti o yıllarda. Küçük bir çocukken renkli, resimli bir hikaye olması nedeniyle dikkatimi çekmişti ve okumuştum. Ciddi anlamda bir “çizgi roman” ile ilk tanışmamdı. Hemen sonrasında bir tutku oldu mu, hayır ama yıllar içerisinde oluşacak çizgi roman tutkuma küçük yaşta iyi bir temel atmıştım. Hikayenin derinliğini anlamamıştım ama daha o zamanlarda bile Batman’e bir sempatim oluşmuştu.
Sonraki yıllarda yayıncılık sektörüne girmemle birlikte gerçekten çok sevdiğim serilerin editörü olarak kendimi buldum. Bunlar arasında Sandman ve Sin City serisinin yeri ayrıdır. Özellikle Sandman, hem fantastik hem de mitoloji seven biri olarak beni çok derinden etkilemiştir. Yapılan mitolojik ve tarihi göndermeler, anlatımdaki edebi üslup ve karakterlerdeki muhteşem ahenk beni bambaşka yerlere götürüyor. Hatta öyle ki, Sisler Mevsimi cildini okuyup bitirdikten sonra, yazmaya mitoloji yazarlığıyla başlayan biri olarak dayanamayıp Neil Gaiman’ı telefonla aramıştım. Önce asistanı Lorraine Garland ile konuşmuştum. E-posta yoluyla ismen tanışıklığımız vardı kendisiyle. Daha sonra Neil Gaiman ile konuşup kendisine, hikayeyi çok beğendiğimi ve tüm iyi dileklerimi iletmiştim. Aradan belli bir süre geçtikten sonra Sandman’in ilk cildinin yeni baskısı için bu kez ipleri elime almıştım. Sandman’in ilk cildini yeniden yayına hazırlayacaktım ve çok heyecanlıydım. Tekrardan o fantastik rüyaya dalıp Sandman’in çizgileri ve konuşma balonları arasında kaybolmuştum. Her hikayede ve her olayda başka bir diyara veya başka hayallere sizleri sürükleyen bir çizgi roman serisinden bahsediyorum. Eğer hâlâ okumadıysanız mutlaka ilk fırsatta okuyun.
Bunun dışında sizlere önerebileceğim ve beni etkilemiş başka çizgi romanlar da Maus, Günah Şehri ve Watchmen’dir. Herkese öneririm.