Yazarın Kaleminden “Kan Şarkısı”nın Ardındaki Hikaye
Bir yazarın duymaktan en çok korktuğu soru “Fikirlerinin kaynağı nedir?” olabilir. Bu sorudan korkarız çünkü aslında cevabı yoktur. İnsan hafızasını oluşturan nöron ve sinapsis yığınının içinde bir fikrin gerçek kökenini işaret etmek imkânsız bir iştir. Ne zaman korkulan soru gelse küstah bir cevaba sığınır, “Onları merdiven altındaki dolapta bulunan bir reçel kavanozunda saklıyorum,” derim. Fakat bu, korkudan doğan bir küstahlıktır. Yazarlar da herkes gibi, aptal görünmek istemezler.
Kan Şarkısı için fikrin nereden geldiği bana defalarca soruldu. “Merdivenin altındaki dolap” bir röportajdaki ricaya cevap verdiğimde yeterli olmuyor. Yakın zamanda Reddit AMA’da dediğim gibi alelade gerçek hikâyenin onu yazmaya değer bir şeye dönüştüğünü hisseden kadar yıllar boyunca farklı biçimlerde kafamda gezindiğidir. Ne ani bir ruhsal aydınlanma de iç görümde bir şimşek etkisi oldu. Sadece kökeni zamana yenik düşen, uzun süredir gebe olduğum bir fikir vardı. Fakat hiçbir şey boşlukta büyümüyor. İlk ilhamdan tamamlanmış kitaba olan yolculuğu tam anlamıyla betimleyemesem de Kan Şarkısı’nı yazdığım sırada beni en çok bilgilendiren ilham kaynaklarını kesinlikle tanımlayabilirim.
Fantazya edebiyatının erken yaşlarda Lloyd Alenxander’in Prydain Chronicles’ından başlayarak her zaman büyük bir taraftarı olduğumu söylemek tahminen laf kalabalığı olacak. Kan Şarkısı’nda en çarpıcısı David Gemmell olmak üzere yirminci yüzyılın çoğu büyük fantazya yazarının izleri var. Fakat nitelikli bir fantazya türün klasiklerinin bir toplaması olamaz. Kan Şarkısı’ndaki kurgusal olmayan esinlenmeler çok sayıda ve çeşitli.
Her zaman bir tarih delisiydim. Bazıları tarih ucubesi diyebilir. Epik fantazya tarihi temaları orijinal anlatının içeriği dâhilinde keşfetmek için mükemmel bir araç. Ana karakterim Vaelin Al Sorna’nın yaşayacağı bir dünya yaratmak için kendimi sözde Avrupa geç ortaçağ toplumunu Rönesans’ın muadiline dönüştürme kavramının eşiğinde buldum. Birleşmiş Diyar gücünü daimi bir ordudan alan merkezi bürokrasi için feodalizmden kısmen sakınmış bir monarşi. Bu akım Avrupa’da 1500’lerin ortasından itibaren daha bariz bir hal aldı. Diyar’da mahkemeler, hakimler ve davalardan oluşan bir adalet mekanizması var ancak vahşi şekilde pragmatik Kral Janus’tan gelen tek bir kelimeyle iptal edilebiliyor. Bu toplumda Rönesans’ın erken döneminde olduğu gibi sanat ve bilimi de önemli etmenler olarak bulundurmak istedim. Bu dönemde ressamlar perspektifi keşfetmiş ve âlimler rasyonel astronominin temelini kurmuştu.
Fakat kitabı okuyan herkesin bileceği gibi keşfedilen ana tema din ve özellikle inanç. Vaelin’in genç yaşta kabul edildiği baskın dinden bahsediyorum. Kitabı yazmadan önce dini anlaşmazlık hakkında çokça düşündüğümü hatırlıyorum. Teröre karşı savaş başlamıştı ve dünyadaki olaylar şüphesiz olumsuz bir hal alıyordu. Bir insanı soyut bir fikir adına neyin öldürmeye itebileceğini merak ettim. İnancı ve kitaptaki diğer başlıca dinleri yaratmak adına gerçek dünya inançlarındaki herhangi bariz, tembel alegorilerden sakınmaya niyetliydim. Sonuçta, kitaptaki inanç sistemleri büyük dinlerde yaygın olan atalara tapınma, tek tanrıcılık, çok tanrıcılık ve bunun gibi diğer gerçek dünya kavramlarını takip ediyorlar. Ancak bu gibi inançlarla ilişkili ayinlere öykünmüyorlar. İtikad, düşüncelerimde batı ve doğu dininin zıtlığıyla ve Shinto tarzında atalara tapınma ile bir ruha inanmaya odaklanan Aurelian felsefesinin birleşimiyle palazlandı. Özünde doğuya özgü bir kavramı Avrupalılaştırma çabasıyla her biri İtikad’ın farklı yönlerinden sorumlu olan altı farklı düzene dayanan örgütsel bir yapı kurdum. İlahlık fikrine duyulan güçlü antipatiyi aktarmam, olay örgüsünü geliştirmem adına fazlasıyla yararlı oldu. Kitabın diğer büyük teması olan anlaşmazlık için bir temel hazırladı.

Vaelin’in hayatını kuşatan çeşitli savaşları ifade ederken genelde gerçek dünyadaki anlaşmazlıkların altında yatan karmaşıklıkları yansıtmak istedim. “Din savaşı” kavramı tarihte sıkça kullanılıyor ancak daha derin bir okuma tercih ettikleri kutsal kitap için birbirlerini öldüren insanlardan daha farklı bir resim gösteriyor. Ekonomik faktörler de kimi zaman bir o kadar harekete geçirebiliyor. Askeri operasyonların yöntemlerini de çok fazla detaya boğulmadan anlatının güvenilir bir parçası yapmaya çalıştım. Ortaçağ savaşları üstüne yaptığım araştırma, barut öncesi çağdaki savaşların vahşeti konusunda yeterli kanıt sundu ancak modern savaşla bazı şaşırtıcı paralellikler gösterdi. Geniş sayıda askeri hareket haline geçirmek her zaman zor bir işti. Askerlerin etkili olması için ağır bir eğitim gerekiyordu ve Ortaçağ kumandanları lojistik konusuyla bugünün generalleri kadar ilgileniyorlardı. İngiltere Kralı V. Henry döneminden kalan yazışmaların büyük bir bölümü okçulara yeterli derecede ok sağlanmasıyla ilgileniyor.
Can almanın sonuçları bu kitapta ilgilenmek istediğim konulardan biriydi. Günümüzdeki psikolojik araştırma, insanoğlunun içgüdüsel olarak birbirini öldürmek için bir ihtiyaç ya da tutku duymadığını gösteriyor. Böyle bir şey yapmanın etkisini güvenilir bir şekilde betimlemek istedim. Birleşik Devletler Savunma Bakanlığı tarafından İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yapılan ünlü bir araştırma vardı. Bunda muharip birliklerin sadece yüzde onunun aktif olarak düşmana ateş ettiği belirtiliyordu. Çoğu bilinçli şekilde basit bir sebeple kimseyi öldürmemek adına boşluğa ateş ediyorlardı. Vaelin’i değerli bir amaç için can almaktan çekinmeyen ve her şey bittikten sonra travma sonrası stres yaşamaya eğilimi olmayan yüzde onun içinde gördüm. Düzendeki kardeşleri her ne kadar amansız olsalar da onun kadar şanslı değiller. Dökülen kan sonunda büyük bir hasar veriyor. Bu hasar ikinci kitap Tower Lord’da daha ağır bir hal alıyor.
Yazan: Anthony Ryan