İncelemeler

Bayramlar Dışında Öldürmem – Mevki Uygarlığı İncelemesi

Robert Sheckley‘in Mevki Uygarlığı romanı “ölmemenin tek yolu öldürmekten geçiyor” tanıtımıyla Açlık Oyunları gibi bir izlenim yaratıyordu. Fakat aslen satir türünde olan roman daha çok Philip K. Dick‘in ilk eserleri tadında.

Romanın orijinal adı The Status Civilization. Zaten roman aslında statü, toplumsal düzen, hukuk ve denetim üzerine bir eleştirinin hikayeleştirilmiş hali. Bu hikayenin Philip K. Dick’in ilk romanlarına benzediğini söyledim. Philip K. Dick normalde gerçekliğin kayması ve farklı gerçekliklerin kesiştiği bölgelerin hikayelerini anlatır romanlarında. Fakat ilk romanlarında gerçeklikteki kaymalar çok daha açıklanabilir boyutta oluyordu. Bu roman da hafızasını kaybetmiş bir grup suçlunun anılarına ve gerçeklere kavuşma çabasını anlatıyor.

Bu yazı yer yer spoiler içeriyor olacak. İnceleme yerine bir tanıtım yazısı okuma niyetiyle geldiyseniz buradan tanıtım yazımıza erişebilirsiniz.

Robert Sheckley – Mevki Uygarlığı

Mevki Uygarlığı – Genel Bakış

Mevki Uygarlığı akıcı bir dile sahip ve sürükleyici bir hikaye anlatıyor. Ana karakter zeki ve empati kurabildiğimiz biri. Hafızası silinmiş olduğu için bu garip dünyanın sistem ve düzenini onunla beraber keşfediyoruz. Ancak o ya da diğer karakterlerin hiçbiri derin yazılmamış. Zaten öyle yazılmasına gerek de yok çünkü romanın anlattığı şey karakterler değil, içinde yaşadıkları düzen.

Bu düzeni anlatırken yazar hem içinde bulunduğumuz toplumu hem de sahip olduğumuz birçok ideali eleştiriyor. Öte yandan kitabın sonlarına doğru hiçbir kasta sahip olmayan “ütopik” bir düzeni ve bu düzende yargı ve denetimin nasıl işlediğini de öğreniyoruz. Özetle, Mevki Uygarlığı ütopya ile distopya arasında çok da bir fark olmadığını gösteren romanlardan. Bu görüşü işleyen birçok bilimkurgu romanı var. Yine de Sheckley’ninki de bunu iyi işleyenlerden olmuş.

Muhtemelen bu roman etkileyiciliği ile uykularınızı kaçırmayacak. Ya da gidip arkadaşlarınıza soluk almadan bu romandan bahsetmeyeceksiniz. Fakat okurken yer yer keyif alacak, bittikten sonra da günlük hayatınızda zaman zaman hatırlayacaksınız. Çünkü özellikle sonda açığa çıkan denetim ve yargı sistemi güzel ve etkileyici bir fikir olmuş. Ancak bu romanı hayatta kalma oyunlarının anlatıldığı Açlık Oyunları ya da Labirent serileri gibi bir bilim kurgu hikayesi beklentisiyle okursanız büyük hayal kırıklığı olacağını tekrar hatırlatalım. Bu roman bir distopya – ütopya hikayesi.

Hikayeyi biraz öğrendikten sonra okuma hevesi artan okurlar vardır. Siz de tarzda bir okursanız size kitaptan bazı fragmanlık sahneler sunalım.

402 Numaralı Mahkum: Will Barrent

Roman 402 numaralı mahkumun (sizin de zihniniz hemen “sınıf” diye tamamladı, değil mi?) bir uzay gemisinde uyanmasıyla başlıyor. Mahkumun hafızası tamamen silinmiş durumda. Öyle ki nasıl bir durumda olduğunu anlatmak için durumunu benzetebileceği bir referans bile bulamıyor. Çok kısa süre sonra bulunduğu uzay gemisinin Omega adlı bir gezegene gitmekte olduğunu öğreniyor. Omega bir hapishane gezegeni. Yani sadece suçluların yaşadığı bir gezegen. Mass Effect oyunlarında da Omega yalnızca suçluların yaşadığı bir istasyondu. Gönderme var mı yoksa Omega isminin zaten suç ile bir bağlantısı var mı diye araştırdım ama bir şey bulamadım. Siz bir bağlantı biliyorsanız yorumlara yazar mısınız?

Mahkumlar Omega’ya inerken gardiyanlar onların suçlarını okuyor ve Omega’da ikinci bir hayata baştan başlama şansı kazandıklarını söylüyor. 402 numaralı mahkumumuzun adı Will Barrent. 27 yaşında ve cinayetten suçlu. Hafızasını kaybetmiş olan kahramanımız işlemiş olduğu suç ile dehşete düşüyor. Çünkü kendisini bir katil gibi hissetmiyor. Zira silah kullanmakta çok becerikli olsa da birilerini öldürmekten keyif almıyor. Bu da Omega sakinlerinin arasında göze batacak bir fark.

Omega

Omega yalnızca suçluların yaşadığı bir gezegen. Fakat zamanla bu suç kavramının ne denli geniş olduğunu öğreniyoruz. Dolandırıcılar, katiller, hırsızlar burada. Ancak Omega’da muhalif görüşe sahip olmak dışında hiçbir suç işlememiş kişiler de var. Üstelik gezegen mutantlar, uzaylılar ve robotlar ile de dolu. Mahkumlar bir araya gelerek Dünya’nın neye benzediğini hatırlamaya çalışıyor. Su altında yaşamaya mı dönmüştük yoksa şehirler bulutların üstünde miydi?

Will Barrent kısa sürede Omega’da düzenin mevkilerle işlediğini öğreniyor. Mevki atlamak için cinayet işlemek gerekiyor. Birini öldürebilecek mevkiye geldikten sonra ne kadar çok kişiyi öldürebilirseniz o kadar süre hayatta kalırsınız. Mevkiniz düşükse de ne kadar süre kaçabilirseniz o kadar mevki atlarsınız. Çünkü avların kendinden yüksek mevkideki avcıları öldürmesi yasak bu sistemde. Omega çok katı kurallarla yönetiliyor. Will Barrent da sisteme itiraz edip bu kuralların hiç de adil olmadığını söylüyor.

Mevkin yükseldikçe adalet konusundaki fikirlerin değişir, merak etme.

Kurbanlar tanım gereği öldürülecek kişilerdir. Biz hakları koruruz, kurbanları değil. Sizin haklarınız ihlal edilmiyor.

Kurbanları Koruma Derneği Başkanı

Din Kavramı

Omega Kötülük Dini diye bir dine tapıyor. Bu dinde kilise liderleri amca lakabını alıyorlar. Pazartesi günleri ayine katılmak zorunlu. Uyuşturucu bağımlısı olmak ve cinayet işlemenin zorunlu olması gibi. Fakat bu ayinlerde kurulan cümleler iyiliğe tapan dinlerde kurulan cümlelerin birebir aynısı. Yalnızca normal ayinlerde kullanılan kelimelerin yerlerini değiştiriyor. Örneğin, “Kötülük hepimizin içindedir, iyilik yapmak zayıflıktır. İnsan vicdanının baştan çıkarıcı sesine kulaklarını tıkayacak iradeye sahip olmalıdır”. Sheckley aslında insanların neye taparsa tapsın yargılarının, söylevlerinin ve inançlarının benzer cümlelerle ifade edildiğini gösteriyor. Ha iyiliğe tapmışsınız ha kötülüğe. Sonuçta tapmak bir şeyi iyi ve tersini de kötü olarak yaftalamak ve iyi olarak yaftalanan şeye fanatikçe bağlanmak ile alakalıdır. Ancak nereden baktığınıza göre iyi ve kötü, zayıflık ve irade gücü tanımları son derece değişken olabilir.

Dünya Yargı Sistemi

Bu başlık altında kitabın sonunda öğrendiğimiz bir şeyi tartışıyor olacağım. Sürprizi bozmak istemiyorsanız okumayı burada bırakabilirsiniz.

Will Barrent işlemediğine inandığı cinayetin peşini bırakmıyor. Gerçeği bulma isteği onu Dünya’ya kadar götürüyor. Dünya düzeni ise başta ütopya gibi. Fakirlik yok, açlık yok, suç yok… Bu muhteşem düzen içinde Barrent şunu da fark ediyor: Polis yok.

Peki polis yok ise tutuklamaları kim yapıyor? Onları Omega’ya götüren gardiyanlar suç işleme yatkınlığını bulaşıcı bir hastalık olarak gördüklerinden Dünya’ya geri dönmüyorlar. Bir istasyonda yaşıyorlar. Peki o zaman Dünya’da suçluları fark edip tutuklayan polisler bu bulaşıcı hastalıkla nasıl başa çıkıyorlar? Dünya nasıl karantinada kalabiliyor?

Romanın buna verdiği cevap sürpriz kalsın. Ancak polis denetiminin nasıl işlediğini Sheckley güzel tasarlamış. Bence bu denetim hem ütopik düzenin en dehşet verici yanı hem de romanın en vurucu parçası. Üstelik Omega’da muhalif görüşteki kimselerin hiçbir suç işlemedikleri halde tutuklandıklarını düşünecek olursak dehşetin boyutu daha da artıyor. Suçun neden bulaşıcı hastalık olduğu da açıklık kazanıyor. Meğer ana karakterimiz de bu bulaşıcılıktan muzdaripmiş.

Gayet güzel bir son. Ben okurken keyif aldım. Zaten kısa bir roman, siz de 3 saatinizi harcamaktan pişman olmazsınız diye inanıyorum.

Mevki Uygarlığı’nın yazarı Sheckley, Paslanmaz Çelik Sıçan’ın yazarı Harry Harrison ile beraber Bill, the Galactic Hero on the Planet of Bottled Brains adlı bir roman yazmıştı. İnceleme listemde sıraya Yer Açın, Yer Açın‘ı koydum. Bakalım yazarların romanlarında ortaklaşan fikirler bulacak mıyız.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu