AYBABTURöportajlar

Erbuğ Kaya, Yapay Zekayı Yaratan İnsanların Hayatlarını Merak Etmesinden Doğan Yeni Romanı İnsanlık Deneyi’ni Anlattı

Yazar Erbuğ Kaya, ile 2020‘de çıkan Bilimkurgu romanı İnsanlık Deneyi’ni ve yeni projelerini konuştuk.

Çocukken radyo anteninden yaptığı kılıçla sinekleri avlanacak devler kabul edip maceralara dalan, ansiklopedilerden okuduğu şehirlere arkadaşlarını hayali yolculuklara çıkaran yazar Erbuğ Kaya, bugüne kadar bizi Giddar serisi ile fantastik diyara, Maderzad Palas ile büyülü gerçekliğe fırlatmıştı. Son romanı İnsanlık Deneyi ile de geleceğe götürdü ve yarattığı bilimkurgu dünyasının kapılarını açtı.

Sevgili Erbuğ Kaya‘ya İnsanlık Deneyi‘ni, duyguları olan ilk yapay zeka Havva‘yı, teknolojiyle evrilen gelecekte insanlığı, 2020‘yi ve yeni projelerini sorduk. Bakın bize neler söyledi…

“Subay olacak, yok değil, inşaat mühendisi olacak, yok o da değil derken hayatımı yapmayı sevdiğim işlere doğru çevirdim. Yazmak, kurgulamak, tasarlamak… “

Banu Yapar: Merhaba Erbuğ Bey, takipçilerimiz sizi fantastik, bilimkurgu öykü ve romanlarınızla tanıyor. Ancak siz hem yazar hem sanat yönetmeni, hem de eski FRP kafe işletmecisisiniz. Eski röportajlarımıza denk gelmeyenler için kendinizden bahseder misiniz?

Beş yaşında okuma yazma bilmezken sayfaları kargacık burgacık karalayıp roman yazmaya çalıştım. Dinlediğim masallardan etkilenip radyo antenini kılıç, evin içinde uçan sinekleri avlanacak devler kabul edip maceralara daldım. Okumayı öğrenince o maceraları kitapların içinde buldum. Ansiklopedilerden okuduğum şehirlere arkadaşlarımı hayali yolculuklara çıkardım. Evimizin arkasındaki ormanda arkadaşlarımla yaptığımız oklarla yaşadığımız maceralar aileleri kaygılandıracak boyutlara çıkaran bir çocuktum.

Babamın işi sebebiyle Türkiye’nin birçok yerinde yaşadım. Liseyi bitirene kadar yedi farklı okulda okudum. Bu okullardan biri de Heybeliada’daki Askeri Deniz Lisesiydi. Subay olmak istemediğime karar verdim ve askeri liseden ayrıldım. Bizim zamanımızda tercihler üniversite sınavından önce yapılır, tercih formları sınav sırasında görevliye teslim edilirdi. Mimar olmayı düşünüyordum. Ailemin isteğiyle inşaat mühendisliği de
yazdım. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliğini kazandım. (Bu olayın detayını öğrenmek isteyenler Youtube’daki Tedx videomu izleyebilirler.) Tüm eğitim hayatım boyunca iyi bir öğrenci olmanın baskısıyla inşaat mühendisliğinde direniyordum ama aklım hâlâ yaratıcı işlerde, hayal kurgulamaktaydı. Her yaz yaptığım stajlarda mühendisliğin akademik yönünden hoşlanırken piyasasından nefret ediyordum. Derslerden çok Mustafa İnan’ın ve Oğuz Atay’ın izlerinde dolanıyordum. 96 yılıydı, Bukowski, Henry Miller, Ingvar Ambjörnsen ve Hermann Hesse okuduğum zamanlardı, nasıl elime geçti hatırlamıyorum ama Yüzüklerin Efendisi okumaya başladım. Fantastik hikayeleri hep çok sevmiştim ama Yüzüklerin Efendisi gibi bir öyküyle ilk kez karşılaşıyordum. Şaşkınlıkla, heyecanla ve keyifle kendimi hikâyeye kaptırmıştım. Balrog’la savaşı sırasında Gandalf’ın öldüğünü okuduğumda mühendislik fakültesinin merdivenlerinde oturuyordum. Ağlamak için boş bir amfiye kaçmıştım. (2. ve 3. cilt daha yayınlanmamıştı.) Elimde Yüzüklerin Efendisi’ni gören bir arkadaşım o okuduğun kitaptaki gibi dünyalarda oyun oynayan insanlar var, görmek ister misin deyip, beni yine boş bir amfide FRP oynayan bir grubun yanına götürmüştü. Beni götürenin de oynayanların da kim olduklarını hatırlayamıyorum ama FRP denilen oyuna hayran
kalmıştım. Stephen King Kara Kule serisinin ön sözünde 66, 67 yıllarında Yüzüklerin Efendisi’nden nasıl etkilendiğini ve kendi tarzında ama öyle bir öykü yazmak istediğini anlatır. Çağdaşları Stephen Donaldson ve Terry Brooks’un da aynı etki altında olduğunu ekler. 68 kuşağı yazarlarının yaşadığı heyecanı ben de 96 yılında yaşıyordum. Kendimi bildim bileli yazıyordum artık nasıl bir roman yazmak istediğime karar vermiştim.

97 yazında hayatımın aşkı, yoldaşım Funda’yla tanıştım. Olmam beklenen yoldan çıkıp da hayatıma yepyeni, zor ve hatta birçok açıdan tehlikeli yeni bir yön verirken her zaman yanımda olacak aşkla karşılaşmam çok özel bir şanstı. Her şey yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı. O sene Giddar’ın ilk izleri aklıma düşmeye başladı. Ani bir kararla inşaat mühendisliği eğitimimi yarıda bıraktım. Memur ailenin bir çocuğu olarak elbette bu kararımın ciddi maddi sıkıntılı karşılıkları oldu. Üniversiteden bir ömürlük dostlar, bolca deneyim ve aslında hayatıma nasıl bir yön vermek istediğimi anlayarak çıktım.

98 – 2000 yılları arasında Funda ve ortaklarla önce Geçit ardından Kayıp FRP kafeleri açtık. Geçit Kafe o dönemin FRP camiasıyla tanışmam açısından güzeldi ancak Kayıp Kafe’nin gönlümde her zaman çok özel bir yeri oldu. Orası kafeden çok herkesin birbirini tanıdığı, keyifli oyunların oynandığı bir kulüp gibiydi. Aylarca devam eden maceralar, ânında kurulan oyunlar, her pazartesi sabahı müdavimlerinin özel seansları, DM’i zor bulunan oyunların oynandığı etkinlikler, arkadaşlar, dostlar… Ancak tüm özelliğine, güzelliğine rağmen Kayıp Kafe uzun sürmedi. Daha önce söylediğim gibi bu geçişler ciddi maddi sıkıntılara sebep oluyordu.

2000 yılının başlarında tasarım yaparak para kazanmaya başladım. O zamandan beri çeşitli firmalarda tasarımcı olarak çalıştım. Yaratıcılığı tetikleyen bir iş olduğu için tasarım yapmayı çok sevdim. Dört kez, Microsoft tarafından MVP (Most Valuable Professional) ödülüne layık görüldüm. Şu anda, Görsel Tasarım ve Kullanıcı Deneyimi birim müdürü olarak Intertech’te çalışıyorum.

97 yılından beri kurguladığım Giddar’ı 2002 yılında yazmaya başladım. Giddar 2009 yılında Kalkedon Yayınları’ndan yayınlandı. Türkiye’de epik fantastik ya da diyar fantazyası olarak isimlendirilen türde yayınlanan (bildiğim kadarıyla) üçüncü romandı. Yazmak istiyordum. Bambaşka yerlerde geçen yerlerin hikayelerini anlatmak istiyordum. Giddar bu hayallerin sonucuydu. Giddar serisinin ikinci kitabı Beşlerin Çağı 2012 yılında İthaki Yayınları’ndan çıktı. Bu kitapların şu anda baskısı bulunmuyor maalesef. 2017 yılında bu sefer büyülü gerçeklik, şehir fantazyası türünde Maderzad Palas Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı. Arkadaşlarım Maderzad Palas’ın yani Ali’nin dünyayla tanışma hikayesinin de kolay olmadığını bilir. Yeni romanım İnsanlık Deneyi’yse Kasım 2020’de Doğan Kitap’tan yayınlandı. Bu sefer yakın geleceğe bakıp neler olabileceğini görmeye çalıştım.

Subay olacak, yok değil, inşaat mühendisi olacak, yok o da değil derken hayatımı yapmayı sevdiğim işlere doğru çevirdim. Yazmak, kurgulamak, tasarlamak… Elbette önce Funda, sonra destek olan arkadaşlar yanımdaydı ve yaşadığım her olayın deneyimleri çok değerliydi.

Banu Yapar: Önceki yıllarda Giddar serisi ve Maderzad Palas romanlarınızla Fabisad’ın düzenlediği Gio En İyi Roman kategorisinde aday oldunuz hatta Giddar üçlemesinin ilk kitabı The Summons of the League adıyla bu yıl Amazon’da yayınlandı. Eserlerinizle hem ulusal hem uluslararası alanda elde ettiğiniz başarıyı neye bağlıyorsunuz?

Şans, hayal, tutku, sabır, çalışmak, disiplin. Bir kişinin hayali varsa, o hayale tutkuyla bağlıysa, o hayale ulaşmak için çalışırken sabırlıysa ve kendine özel disiplininden ödün vermiyorsa ve hayat onu çok kötü, zor
durumların için atmadıysa o kişinin yaşamında fark yaratabileceğine inanıyorum. Askerlik ve mühendislik eğitimlerim çok değerliydi. Aşk hep yanımda. Yazdığım her cümle önce Funda’nın elinden geçiyor. Her zaman birlikte anlatmaya niyetlendiğim öyküye en doğru cümlelerle ulaşmaya çalışıyoruz.

“Ben İnsanlık Deneyi’nde bu tehlikeyi yaratan insanların hayatlarını merak ettim. Neler düşündüler, ruh halleri nasıl olabilir, tehlikeyi gerçekten göremediler mi neden böyle bir şey yapıyorlar? Duyguları olduğunu iddia eden bir makine karşısında insan kendini nasıl konumlandıracak?”

Banu Yapar: Fantastik ve şehir fantazyasından sonra şimdi de bilimkurgu romanı İnsanlık Deneyi ile okurların karşısına çıktınız. İnsanlık Deneyi’nde esin kaynağınız ne oldu, yazmaya ne zaman başladınız, hikayeyi nasıl kurguladınız?

Sosyal ağın absürt bilgeliğindeki değişik bir çağda yaşıyoruz. Nano teknoloji, 5G, kuantum mekaniği, genetik düzenlemeler, trans hümanizm, yapay zekâ, yapay zekâ geliştiren yapay zekâ kavramları ortalarda uçuşuyor. Edebiyatta ve sinemada yapay zekânın insan ırkı için tehlike oluşturabileceğini anlatan birçok bilimkurgu eser var. Ben İnsanlık Deneyi’nde bu tehlikeyi yaratan insanların hayatlarını merak ettim. Neler düşündüler, ruh halleri nasıl olabilir, tehlikeyi gerçekten göremediler mi neden böyle bir şey yapıyorlar? Duyguları olduğunu iddia eden bir makine karşısında insan kendini nasıl konumlandıracak? İnsanlık Deneyi’ni böyle bir merakla 2015 yılında yazmaya başladım.

Banu Yapar: Bu kez yakın gelecekte bir hikayeye götürüyorsunuz bizi ve duyguları olan ilk yapay zeka Havva ile tanışıyoruz. Havva’nın roman karakterleri ve hikayeyi nasıl etkileyeceği hakkında ipuçları verir misiniz?

Fazla ipucu vermemek için şunu söyleyebilirim; kodlanmış da olsa duygularında Lilith esintileri taşıyan ve tutkularının peşinde gözü kara olan bir kadın çevresindeki karakterleri ve hikâyeyi ne kadar etkilerse Havva da o kadar etkiliyor.

Banu Yapar: Havva’nın geliştirilmesi hurdalıktaki bir otobüste başlayan 5 çocuğun arkadaşlığına kadar uzanıyor. Peki bu arkadaşlık dünyanın geleceğini nasıl değiştirecek?

Dediğim gibi o yapay zekayı yaratan insanların hayatını, motivasyonlarını merak ettim. Böyle önemli bir gelişmenin yaratıcılarını anlatırken hikâye bence onların çocukluğuna kadar inmeliydi. Hatta her şeyin sebebi elindeki cenneti kaybeden insansa bu çok önemliydi. Bu arkadaşların dünyanın geleceğine nasıl etki ettiklerini kitabı okuyanlara bırakmak isterim.

“İnsan belki onu doğuran makineye anneye benzer sevgi, onunla sohbet eden robota aşka benzer duygular yaşayacak ama onun adı hala sevgi, hala aşk olacak.”

Banu Yapar: Bilimkurgu türünde yazarken teknoloji ve yaratıcılıkla dostluk, aşk ve aile bağları gibi insani duyguları harmanlıyorsunuz. Dünyanın teknolojiyle evrilen geleceğinde insana özgü duyguların yeri ne olacak sizce?

İnsan ilk gün de insandı son gün de insan olacak. İnsan değil elinde tuttuğu araçlar değişecek. Mağara devrinde hırsı yüzünden başka klandaki rakibinin kafasını taş baltayla parçalayan insanla ikinci dünya savaşında Japonya’ya atom bomba atan insan aynı kişi. Yaratıcılık, dostluk ve aşk gibi insana ait duygular ideolojilerle, teknolojinin araçlarıyla hallere, durumlara girebilir ama hep oldu, hep olacak. İnsan belki onu doğuran makineye anneye benzer sevgi, onunla sohbet eden robota aşka benzer duygular yaşayacak ama onun adı hala sevgi, hala aşk olacak.

Banu Yapar: Geleceğe gidip yapay zeka teknolojisi üzerine roman yazan biri olarak gerçek hayatta bu teknolojide ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?

Bulut teknolojisi zaten hayatımıza girdi. Sırada, 5G gücüyle kıtalararası ameliyatların normalleşmesi, otonom arabalar, trans hümanizmde artış, varlığını sanatla kanıtlamaya çalışan yapay zekâ, hayatımıza temizlik robotu olarak giren tek kanallı yapay zekaların başka konularda da hayatımızda yer alması, pandemi ile geleneksel televizyon kanallarının kaset gibi tarihe karışması, Mars’a ilk insanlı yolculuk var gibi görünüyor. En çok korktuğum senaryolardan biri dünyaca ünlü şirketlerin yapay zekâ ordularıyla ortaya çıkması.

Banu Yapar: İnsanlık Deneyi iyi işlenen olay örgüsü ve akıcı anlatımı ile bir çırpıda okunup biten bir roman. Bu hikayenin devamını yazmayı ya da bilimkurgu türünde devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Evet düşündüm, yazdım bile :) İnsanlık Deneyi’nin geleceğini anlatan ve İnsanlık Deneyi ile bağı olan bir novellayı (romancık) ve bambaşka bir konuda yine bilimkurgu bir roman hazır. Şu anda düzenliyoruz.

Banu Yapar: Gelelim 2020’ye… Salgınlar, afetler, toplumsal olaylarla insanlık olarak sıradışı bir yılı geride bıraktık. 2020 hakkında yazsanız karşımıza nasıl bir roman gelirdi?

Distopya. Detayını şu anda tam olarak kestiremiyorum ama kesinlikle bir distopya romanı olurdu. Virüs etkisini ve hükümet tedbirlerini biraz daha arttırıp bir ailenin gittikçe delirmesini yazmak ilginç olabilirdi mesela. Ya da tamamen böyle bir dünyada doğup büyümüş neslin halini incelemek de ilginç olurdu.

“İnsanlık Deneyi’nin geleceğini anlatan bir novellanın yazım süreci bitti. Giddar serisini gözden geçirip, bir yayınevinde birleştirip tekrar yayınlatmak, bunu yaparken de yeni bir Giddar öyküleri kitabıyla yayınlamak gibi bir hayalim var.”

Banu Yapar: Son olarak projelerinizi sormak istiyorum. Planladığınız romanlar, başladığınız bir hikaye var mı? Bir sonraki maceranız ne olacak?

Şöyle sıralayabilirim:

  • Fantastik bir çocuk kitabı serisinin ilk kitabı için bir yayıneviyle anlaştım.
  • Üstteki soruda söylediğim gibi, yeni bir bilimkurgu romanın yazım süreci bitti. Tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor.
  • Fantastik bir çizgi roman senaryosu projesinde yer aldım. Daha yolun çok başında.
  • Yine üstteki soruda söylediğim gibi, İnsanlık Deneyi’nin geleceğini anlatan bir novellanın yazım süreci bitti. Tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Bunu bir proje için yazmıştım ancak sanırım o proje devam edemeyebilir Arşivimde yazım süreçleri bitmiş başka novellalar ve öykülerle bir araya gelip belki öykü kitabı olarak yayınlanır.
  • Giddar serisini gözden geçirip, bir yayınevinde birleştirip tekrar yayınlatmak, bunu yaparken de yeni bir Giddar öyküleri (yazıldı, hazır) kitabıyla yayınlamak gibi bir hayalim var. Sadece hayal. Hiçbir girişimim olmadı.
  • Şu anda aktif olarak devam eden projem de çok uzak gelecekte bambaşka bir gezegende geçen fantastik, solar punk bir roman serisi. Yolun başında sayılabilir. Daha yazıyorum.
  • Elbette daha fikir olarak filizlenmiş birçok projem var.

Banu Yapar: Sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim. Sağlıklı günler. Sevgiler.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu