Sadece bilimkurgu için değil Dünya Edebiyatı için de fazlasıyla önem taşıyan Ray Bradbury’nin kült eseri Fahrenheit 451 bir kez daha raflardaki yerini aldı. Dost Körpe’nin çevirisiyle İthaki Yayınları Bilimkurgu Klasikleri Serisi’nin 32. kitabı olarak raflardaki yerini alan Fahrenheit 451 üzerine biraz konuşmak gerek.
Ray Bradbury, Fahrenheit 451 ile birlikte baskıcı bir yönetim biçiminin, insanlar üzerindeki etkisini kusursuz bir biçimde dile getirmişti. Gerçi kendisi, kitabı yazarken baskıcı rejimleri kaleme almadığını, televizyon karşısında aptallaşan bireyleri kitabın merkezine koyduğunu sıklıkla dile getirmişti.
Aynı dönemde bilimkurgunun önemli isimlerinden meslektaşı Richard Matheson’a konu hakkında serzenişte bulunurken, “Büyük bir sorun haline gelen dikkat eksikliğimizden sorumlu olmalıyız. Ben de dahil herkesin sonrasında okuduğuna dönüp odaklanabilmesi zorlaşıyor.” sözlerine yer vermişti.
Yolda Yürüyen Adam
Fahrenheit 451’in temelleri ilk defa, Bradbury’nin bir polis memuruyla yaşadığı diyaloglarla atılıyor. Gecenin bir vakti yolda volta atan Bradbury’e yaklaşan isimsiz polis memuru, yıllar sonrasında ünlü bir yazar olacak adama ne yaptığını sorar. Bradbury’nin cevabı ise oldukça basittir, “Bir ayağımı ötekinin önüne atıyorum.”
Bu diyalog sonrasında Bradbury’nin, Pedestrian (Yaya) öyküsünün temelini oluşturacaktır. Televizyonlarla beyni yıkanan bir toplumun asla dışarı çıkmamasını konu alan bu öyküde, sokakta yürüyen bir adamı delilikle suçlanması konu alınıyordu. Yolda avare avare dolaşan yaya, zamanla Fireman ismini alacak ve 1954 yılında meşhur Playboy dergisinde peyderpey yayınlanarak Fahrenheit 451 olacaktır.
Yolda yürüyen bir adamın ne işi olabileceği üzerine kafa yoran Bradbury, her ne kadar bunu kabul etmese de baskıcı bir toplumun özetini çıkartır. Bundan belki çok uzak, belki çok yakın bir gelecekte tasarladığı karanlık dünyada televizyonlar karşısında aptallaşmaya başlayan toplumu anlatır. Beyinleri boş televizyon programlarıyla boşalan toplum, haliyle kitaplardan da uzaklaşacaktır. Gereksiz hale gelen kitapların ortadan kaldırılması da itfaiyecilere kalır. Yani Bradbury, toplumun her kesiminin yozlaştığını gösterir.
Kendisinden binlerce yıl önce yanıp kül olan İskenderiye Kütüphanesi’nin yanıp kül olmasından fazlasıyla etkilendiği bilinen Bradbury, yolda yürüyenlere durduk yere karışma gücünü bulan kolluk kuvvetleri üzerine yarattığı korkutucu dünya ile aslında olası gerçeklerden de bahsetmiştir.
Şömine ve Semender
Fahrenheit 451’in ilk sayfalarıyla beraber Guy Montag’in de kafasının içerisine girmeye başlıyorsunuz. İşini layığıyla yapan Montag, hayatına giren 17 yaşındaki Clarisse’in neşesiyle kafasının derin köşelerinde kalmış soruları ortaya çıkarır. İşine, eşine, hayatına, topluma karşı bakış açısı baştan aşağı değişecek ve aklını kemiren sorulara cevap bulmak için agresif bir yolculuğa çıkacaktır.
Kahramanımızın yolculuğu onu değiştirecek ve hayatına dokunan herkesi de etkileyecektir. Kitapları yakmak için tutuşturduğu silahını kıvılcımı, Clarisse’nin neşesiyle eş değerde parlama yaratacaktır. Buradan sonra Bradbury’nin yarattığı distopyanın karanlığında düşüncelerin ışığında ilerleyecek ve finalde toplumun düzelmesi için bireylere kadar inmemiz gerektiğini anlayacağız.
Kitap Kağıdının Tutuşup Yanma Sıcaklığı
Fahrenheit 451, Bradbury’nin tartışmasız en iyi kitabı. Bundan sonra yazacakları için de bir ön ayak olan Magnum Opus’u. Soğuk Savaşı en derinden yaşayan ABD toplumuna yapılmış en iddialı taşlama örneği. Yazdığı dönemin sorunlarını dile getirmesine karşın, bugüne bile ışık tutmayı başarmış.
Sosyal medya, internet bağımlılığı derken yeni çağın aptallaşan bir toplumuyla karşı karşıyayız. Bu aptallaşma durumu bin yıl önce de vardı, şimdi de var. Gittikçe tahammülsüz hale gelen insanların en büyük derdi, çağa ayak uydurabilmek için gözlerinin önünden geçen çağın gerçeklerinden uzaklaşmaları. Sakin hayat için daha az bilgiye ihtiyaç duyması.
Bilgisizliğe yol açansa kitap okumak ya da okumamak değil. Toplumun nasıl yönlendirildiğiyle alakalı.