AYBABTUMakaleler

Tolkien ve Katolik Temelleri – Yüzüklerin Efendisi’ndeki Hristiyanlık Yansımaları

J.R.R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi ve Silmarillion gibi eserleri yazıp fantastik bir evren yaratsa da derinlemesine incelendiğinde, yazarın Katolik inançlarının ve Hristiyan teolojisinin izlerini taşır. Tolkien’in eserlerini daha iyi anlamak için bu dini temelleri, karakterlerin sembolizmini ve eserin taşıdığı manevi mesajları incelemek büyük önem taşır. Bu makalede, Tolkien’in Katolik inançlarının edebi dünyasına nasıl yansıdığını ve okuyuculara hangi ahlaki ve dini değerleri sunduğunu ele alacağız.

J.R.R. Tolkien: Efsanenin Ardındaki Adam

Yüzüklerin Efendisi’nin yazarı John Ronald Reuel Tolkien, 20. yüzyılın dindar bir Katolik yazarıydı. Yaşamı ve inançları, Tolkien’in “temelde dini ve Katolik bir eser” olarak tanımladığı Yüzüklerin Efendisi adlı eserini şekillendirmiştir. Yüzüklerin Efendisi, 20. yüzyılın tartışmasız en büyük edebi eseridir ve Batı Medeniyeti’nin edebiyat kanonunda yer almayı hak etmektedir. 1997 yılında İngiltere’de yapılan birçok kamuoyu yoklaması da bu görüşü desteklemektedir. Hem kitap satıcısı Waterstone’s’un anketine hem de Folio Society tarafından daha sonra yapılan bir ankete göre, Yüzüklerin Efendisi çoğu insan tarafından sadece 20. yüzyılın değil, aslında tüm zamanların en büyük eseri olarak kabul edilmektedir.

Herhangi bir yazarın yazılarını takdir edebilmek için, felsefesinin, teolojisinin ve yaşamının tarihsel bağlamının, eserinin anlamını bilgilendiren çok önemli boyutlar olduğunu kabul etmelisiniz. Yüzüklerin Efendisi’nin gerçek anlamını keşfetmek için, esere yazarı Tolkien’in gözünden bakmalı ve onun neden bu eserin temelde Katolik olduğunda ısrar ettiğini anlamaya çalışmalıyız. J.R.R. Tolkien, 3 Ocak 1892’de Bloemfontein, Güney Afrika’da doğdu. Babası Arthur, Tolkien üç yaşındayken öldü ve ailesini yoksulluk içinde bıraktı. Annesi Mabel Tolkien İngiltere’ye döndü ve geçimini sağlamak için akrabalarına bağımlı hale geldi. 1900 yılının Haziran ayında, Tolkien sekiz yaşındayken Mabel, Katolik oldu. Onun bu tercihi Katolik karşıtı ailesini öfkelendirdi ve maddi desteklerinin çoğunu keserek Mabel ve oğullarını yoksulluktan yoksulluğa sürükledi.

Mabel; Kasım 1904’te, Tolkien on iki yaşındayken öldü. Tolkien annesinin Katolik inancı için bir şehit olduğuna ve bu inancı yüzünden erken yaşta mezara girdiğine inanıyordu. Annesinin “biz küçük çocuklara İnancı aktarma çabası içinde zulüm, yoksulluk ve büyük ölçüde bunun sonucu olan hastalıklarla yıprandığını” söyledi.

🔸J.R.R. Tolkien ve Hayatı

Ölümünden dokuz yıl sonra şunları yazmıştır: “Benim sevgili annem gerçekten de bir şehitti. Ve Tanrı, Hilary ve bana yaptığı gibi, büyük armağanlarına giden yolu herkese bu kadar kolay sunmaz; bize, inancı korumamızı sağlamak için kendini emek ve zahmetle öldüren bir anne verdi.” Ömür boyu Katolik olan Tolkien, annesinin fedakârlık ruhunu kendisine güç veren ve inancını sürdürmesini sağlayan bir araç olarak görmüştür.

Mabel’in ölümünün ardından, arkadaşı Birmingham Oratory’den Peder Francis Morgan, hem J.R.R. Tolkien’in hem de kardeşi Hilary’nin vasisi oldu. Tolkien onun “bana çoğu gerçek babadan daha fazla babalık yapan bir vasi” olduğunu söylemiştir. Peder Morgan’ın desteğiyle Tolkien Oxford’a devam etti ve 1915’te birinci sınıf onur derecesi aldı. 1916’da çocukluk aşkı Edith Bratt ile evlendi ve evliliklerinden birkaç hafta sonra “Somme’un hayvani dehşeti” olarak adlandırdığı savaşa gönderildi. Somme Muharebesi (The Battle of the Somme) insanlık tarihinin en kanlı ve en korkunç savaşlarından biriydi. On binlerce insan birkaç saat içinde hayatını kaybetti. Tolkien savaşa gittiğinde karısı, daha sonra Cizvit rahibi olacak olan ilk oğulları John’a hamileydi. Birinci Dünya Savaşı’nın sonu ile 1929 arasında üç çocukları daha oldu: Michael, Christopher ve Priscilla.

Savaştan sonra Tolkien akademik kariyerine filolog olarak devam etti ve Eski İngilizce ve diğer diller konusunda uzmanlaştı. Eski İngilizce ve Orta İngilizce’den Beowulf, Sir Gawain ve Yeşil Şövalye ve İnci’yi -hepsi Ortaçağ klasikleri- çevirdi. Beowulf üzerine yazdığı “Canavarlar ve Eleştirmenler” adlı makalesi hâlâ bu klasik Anglosakson şiiri üzerine yazılmış en yetkin çalışma olarak kabul edilmektedir. Tolkien, yaratıcı değer hiyerarşisi hakkındaki bir mektubunda yazar ve eseri arasındaki ilişkinin önemli faktörlerini tanımlamıştır. Tolkien için, kendi yazılarındaki en önemli faktörlerden biri, bir filolog ve dilbilimci olarak akademik mesleğiydi. Ayrıca, en azından Yüzüklerin Efendisi’nin yaratılmasında, Shire’ın ilham kaynağı olan kırsal bir köyde ve Isengard ve Mordor’un endüstriyalizmi ile temsil edilen modern bir şehrin varoşlarında geçen çocukluğu da önemlidir. Tolkien’e göre, “öykülerimden çıkarılabilecek bir Hıristiyan ve aslında bir Roma Katoliği olmam” onu öykülerine bağlayan en önemli faktördür.

Tolkien’in eserleri Hıristiyan realist felsefesi ve Thomistik teolojiden beslenir. Tolkien’in dünya görüşü kötülüğün ve erdemin anlamını, fedakârlığın gerekliliğini içerir – bunlar Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi’nin hem temelde dini hem de Katolik olduğunu söylediğinde tanımladığımız felsefe ve teolojisinin yönleridir.

Gerçek Mit: Tolkien, C.S. Lewis ve Kurgunun Hakikati

J.R.R. Tolkien, C.S. Lewis ile ilk kez 1926 yılında tanıştı. Bu iki adam arasındaki dostluk pek olası görünmeyebilirdi. Tolkien koyu bir Katolik inancına bağlıydı. Lewis ise Protestan ya da Katolik olmanın dindarlıktan çok kabilesel bir şey olduğu Kuzey İrlanda’nın Belfast kentinde Protestan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Lewis’in Ulster Protestanı olarak geçmişine ve hayat boyu süren Katolik karşıtlığına rağmen, Lewis ve Tolkien İskandinav ve Cermen mitolojilerine karşı özel bir sevgi besliyordu.

C.S. Lewis - J.R.R. Tolkien
C.S. Lewis – J.R.R. Tolkien

J.R.R. Tolkien 1928 yılında, eski bir İzlanda destanı olan Elder Edda’yı okumak amacıyla Kolbitar adında bir kulüp kurdu. Lewis, Eski Nors dilinde uzman olmamasına rağmen katılmak istedi ve grup okumalarını bitirip dağılana kadar kulübün tüm toplantılarına düzenli olarak katıldı. Lewis bu maceraperest ve titiz entelektüellerin dostluğundan o kadar keyif aldı ki, 20. yüzyılın en önemli ve etkili edebiyat grubu olan Inklings’i kurdu. Nihayetinde, Tolkien ve Lewis’in kalıcı dostluğu bu grup toplantıları ve mitolojiye duydukları ortak sevgi sayesinde ortaya çıkmıştır.

Gerçekten de Lewis’le olan bu ilişki, Tolkien’in yaratıcılık ve yazma konusundaki felsefesini ifade etmesine yardımcı oldu. 19 Eylül 1931’de Tolkien ve Lewis bir dizi tartışmadan birini yapıyorlardı; özellikle de C.S. Lewis’in daha sonra “uzun gece sohbeti” olarak adlandıracağı bir tanesini. Konuştukları konu mitolojinin doğası ve yaratıcılığın doğasıydı. C.S. Lewis, Tolkien’e şöyle dedi: “Mitler yalandır ve bu nedenle gümüşten üflenmiş olsalar bile değersizdirler.” Ne kadar güzel anlatılırlarsa anlatılsınlar, mitlerin tarihsel olarak gerçek olmadığını ve bu yüzden doğru olmadıklarını kastediyordu.

🔸Tolkien Hakkındaki 10 İlginç Gerçek

Tolkien hemen yanıt verdi: “Hayır, mitler yalan değildir.” Daha sonra mit felsefesini detaylandırmaya devam etti. Bu konuşmanın özünü Tolkien’in mektuplarından, kısa öykülerinden ve biyografilerde onun hakkında anlatılan anekdotlardan çıkarabiliriz. Tolkien, Tanrı’nın Yaratıcı olduğunu bildiğimizi söyledi. Dolayısıyla Tanrı’nın insandaki imgesi yaratıcılıktır, hayal gücümüzdür. Hayal gücümüz Tanrı’nınkinden bir pay olduğu için, eninde sonunda hakikate işaret etmelidir. Tolkien’e göre, mitleri ya da hikayeleri yalan olarak görmek yerine, pagan olanları bile, onları Tanrı’dan gelen tek gerçek ışığın parçalanmış parçalarını içeriyor olarak görmeliyiz.

Bir Hıristiyan Katolik olarak Tolkien gözüyle yaratıcılık, Tanrı’dan gelen yaratıcı armağan ile şairin kişiliği arasındaki ilişkinin cisimleşmesidir. Bir kişinin armağanı ne olursa olsun -sanat, yazı, bilim, herhangi bir doğal yetenek ya da beceri- bu armağan Tanrı tarafından doğuştan verilmiştir. Bu armağanlar ilhamla, lütuf armağanıyla birlikte çalışarak sanat eserleri üretir. Bu süreç iyi ya da kötü sanattan bağımsız olarak aynıdır. Kötü sanat üretimindeki fark, armağandaki bir eksiklik değil, kişidir. Günah, bir sanatçının yeteneği aracılığıyla lütfun işleyişini engeller. Yetenek ve ilham verilen sanatçılar her ikisini de kötüye kullanabilir çünkü Tanrı bize yaratıcılık armağanını kullanma ya da kötüye kullanma özgürlüğü verir.

Edith ve J.R.R. Tolkien

Tolkien’in mit felsefesi Yüzüklerin Efendisi’ni nasıl yorumlayabileceğimizi doğrudan etkiler. Tolkien kendi görevinin, yaratıcı yeteneği aracılığıyla akan lütuf için sadece yol gösterici bir kanal olarak hareket etmek ve hikayenin engellenmeden akmasına izin vermek olduğuna inanıyordu. Tolkien biçimsel alegoriden tema ya da konunun kişileştirilmesinden- hoşlanmazdı çünkü iyi bir hikâye anlatmak için sanatçının kendi kişiliğinden çok fazla şey katmaması gerektiğini düşünürdü. Biçimsel bir alegorinin yazarı kasıtlı olarak belirli bir mesajı iletmek için çalışır ve çoğu zaman zarafete ve hayal gücünün özgürce çalışmasına yer bırakmaz. Yazar, okuyucusunun eseri nasıl yorumlayabileceğini dikte eder. Sanatçı kendini ne kadar işin içine sokarsa, yaratıcı yeteneği o kadar bastırılır ve sonuç olarak hikaye zarar görür.

Yüzüklerin Efendisi’ni biçimsel alegori açısından okumamız gerekmez çünkü Yüzüklerin Efendisi’nde kişileştirilmiş soyutlamalar yoktur. Ancak, eserin alegorik boyutunda Mesih’in ya da her insanın figürlerini bulabiliriz ki bu bize insanlığın tüm kurtuluş tarihini ve Kilise’den hiç bahsetmeden Hıristiyanlığın merkeziliğini verir. Bu tür bir alegorik anlam en iyi “uygulanabilirlik” kelimesiyle tanımlanır. Tolkien’in öyküsündeki hiç kimse Hakikat, Adalet ya da Felsefenin kişileşmiş hali değildir, ancak öyküdeki belirli karakterler, belirli özellikler ve belirli anlar gerçek dünya için önem taşıyan uygulanabilirlik noktalarıdır. İsa’nın alegorik sıçramalar kullanarak gerçeği açıkladığı hayali benzetmeleri gibi, Yüzüklerin Efendisi de hepimiz için geçerli olan gerçekleri açıklar. Frodo, Sam, Gandalf, Aragorn ve Yüzük’ün hepsinin Tolkien tarafından kaleme alınan Yüzüklerin Efendisi’nin “temelde dini ve Katolik bir eser” olduğuna işaret eden uygulanabilir bir boyutu vardır.

Yüzüklerin Efendisi’nde Dil Kullanımı

J.R.R. Tolkien bir dil ustasıydı, bir poliglottu; yani Yunanca’da “çok dilli” anlamına gelen bir başka sözcük. Annesi Mabel Tolkien’den Latince, Fransızca ve Almanca öğrendi. Okulda Eski ve Orta İngilizce, Fince, Gotik, Yunanca, İtalyanca, Eski Norsça, Ortaçağ ve Modern Galce ve İspanyolca öğrendi. Danca, Felemenkçe, Lombardca, İzlandaca, Rusça, Norveççe, İsveççe ve Litvanyaca’yı anlaması, Cermen dilleri hakkındaki derin bilgisini ve bu dillere olan sevgisini ortaya koymaktadır.

İnsan dilinin pek çok ifadesine böylesine büyük bir ilgi duyan Tolkien’in yeni ve icat edilmiş diller yaratmayı “gizli zaafı” olarak görmesi şaşırtıcı değildir. Yüzüklerin Efendisi için yarattığı diller arasında Quenya ve Sindarin de dahil olmak üzere en az on beş Elf dili ve lehçesi vardır. Ayrıca Cüce dili Khuzdul’u ve Sauron tarafından kullanılan şeytani “Kara Lisan”ı da icat etmiştir.

Tolkien, dillerini yazmak için çeşitli alfabeler ve yazı karakterleri de icat etmiştir. Tolkien’in dilleri icat edilmiş olsa da, çeşitli gerçek dillerden etkilenmiş ve esinlenmişlerdir. Böylece Latince “ölüm” anlamına gelen mortis ve Hüküm Dağı’nı çevreleyen ölüm ülkesi Mordor’da benzer kökler bulabiliriz. Tolkien, ölümle anlamına gelen “mortis” kökünü “siyah” anlamına gelecek şekilde uyarlamıştır. Morgoth’un adı “dünyanın kara düşmanı” anlamına gelir ve Ilúvatar ile tüm yaratılışa olan düşmanlığını yansıtır.

Sauron ve Saruman Yunanca “saur” yani “kertenkele” kökünü paylaşırlar ki bu da isimlerini etimolojik olarak hem yılanlara hem de ejderhalara bağlar. Tolkien ayrıca isimlerin tanımlama gücünü de takdir etmiştir; karakterlerinin çoğunun, her biri kişiliğin, tarihin veya kaderin farklı bir yönünü ifade eden birkaç ismi vardır. Örneğin, Aragorn hobbitler tarafından “Yolgezer” olarak adlandırılır, çünkü onunla tanıştıklarında gezgin bir korucudur, ancak Elfler ona “Estel” yani “umut” derler ve insanlığı yeniden birleştirecek kral olarak dönüşünü işaret ederler.

Diğer örneklerde, önemli karakterlere onursal unvanlar verilir. Tolkien bir mektubunda, Lothlorien’in elf kraliçesi Galadriel’i karakterize ederken Kutsal Bakire Meryem’e olan tüm sevgisini ortaya koyduğunu yazmıştır. Kutsal Anne gibi Galadriel’in de bir dizi unvanı vardır; ona Ak Leydi, Lórien’in Leydisi, Galadhrim’in Leydisi, Ormanın Leydisi, Işığın Leydisi ve Yıldızların Kraliçesi denir. Tolkien, Galadriel’in kutsallığını ve gücünü belirtmek için İnanç dualarının güzelliğinden yararlanır. İlginçtir ki, Tolkien’in yazım tarzı, ele aldığı konuya göre evrilmiş ve değişmiştir. Hobbit gayri resmi, neşeli ve anlatıcının olaylar ve karakterlerin tepkileri üzerine yorumlarını içerir. Hobbit, yerdeki rahat bir delikte yaşayan mütevazı bir yaratık hakkında bir macera hikayesidir. Yüzüklerin Efendisi ise daha resmi bir üslupla yazılmıştır ve dünyayı kötülükten kurtarmak için ciddi ve ağır bir maceraya atılan bazı karakterler tarafından söylenen birçok şiirsel şarkı ve alkış içerir. Buna karşın Silmarillion, bir yaratılış öyküsünün görkem ve ihtişamına ve Orta Dünya’nın ilk yaratılan varlıklarının asil tarihine uygun, oldukça stilize bir düzyazı ile yazılmıştır. Tolkien’in dili muhteşem bir tona büründüğünde, okuyucu durup anlatı aracılığıyla daha derin hangi gerçeklerin aktarılabileceğini düşünmelidir.

Yüzüğün Anlamı: “Hepsine Hükmetmek ve Karanlıkta Onları Bağlamak”

Yüzüklerin Efendisi, Orta Dünya’ya dair hikâyelerden oluşan devasa ve tamamlanmamış bir kanvasın tamamlanmış tek parçasıdır. Tolkien’in diğer eserleri arasında Orta Dünya’nın yaratılış efsanesi de yer almaktadır: “Başlangıçta tek olan vardı, Ilúvatar, Her Şeyin Babası”, açıkça Yaratılış’ı yankılamaktadır.

Ilúvatar, meleklere benzeyen ilk yaratılmış varlıklar olan Ainur’dan yaratılışın Büyük Müziği’nde kendisine katılmalarını ister. Benzetme yapılması gerekirse, Tolkien gibi Katolik inanca sahip kişiler yeteneklerini Tanrı’nın yaratımıyla uyum içinde kullanabileceklerini düşünürler ya da uyumsuz bir şekilde onu mahvetmeye çalışabilirler. Hıristiyan geleneğini yansıtırcasına, Ainur’un en güçlüsü Melkor uyumlu çalmak istemediğine karar verir. Sonuç olarak, uyumsuzluk kozmosa girer. Tamamen ortodoks teolojide Ilúvatar; Melkor, Büyük Müzik’e hangi uyumsuz temayı katarsa katsın, onu her zaman Melkor’un hayal gücünün ötesinde daha büyük ve daha güzel bir tınıya dahil edeceğini söyler. Buna kıyasla, Şeytan’ın evrene getirebileceği hiçbir kötülük yoktur ki Tanrı onu hayal edebileceğinin ötesinde bir iyiliğe dönüştürmesin.

Ilúvatar’ın tüm yaratılış üzerindeki tam hakimiyeti, Yüzüklerin Efendisi’nde iş başında olan takdiri ilahiyi ortaya koyar. Melkor’un isyanının ardından Orta Dünya’nın cennetinde bir savaş çıkar ve Melkor boşluğa atılır. Tolkien, Lucifer ve Melkor arasındaki karşılaştırmayı ortaya çıkarmak için İncil dilini kullanmaktadır. Lucifer’in adı meleklerin en parlağı olduğu için “parlak olan” anlamına gelir ve Melkor’un adı da Ainur’un en kudretlisi olduğu için “kudretli olan” anlamına gelir. Lucifer gururundan dolayı cehenneme düştükten sonra başka bir isimle anılır ve Tolkien okuyucusunu bu paralellikten haberdar etmek için aynı dil tekniğini kullanır. Melkor düştüğünde, “kudretli olan” ismini kaybeder ve Morgoth ya da “düşman” olarak adlandırılır ki bu aynı zamanda Şeytan’ın isminin anlamıdır. Melkor’un Morgoth’a dönüşmesi tartışması Yüzüklerin Efendisi ile ilgilidir çünkü Sauron, Melkor’un hizmetkârlarının en büyüğü olarak tanımlanır.

Tolkien, Yüzüklerin Efendisi’ndeki kötü karakterlerin doğasını göstermek için sürekli olarak dilbilimsel eğitimini kullanır ve onları şeytani olanla ilişkilendirir. Sauron’un adı Yunanca “kertenkele” ya da “ejderha” anlamına gelen saur kökünden gelir. Düşmüş büyücü Saruman’ın adında da aynı harflerden oluşan bir anagram vardır. Saruman’ın hizmetkârı Solucandil, bizi Tolkien’in ejderhaların Şeytan’ı ve kötülüğü temsil ettiği Hıristiyan tipolojisine açık bir adım daha yaklaştırır. Eski İngilizcede “solucan” “wyrm” olarak yazılır ve bu da küçük zararsız bir solucan değil, bir ejderha anlamına gelir. Wormtongue kelimenin tam anlamıyla “ejderha dili” ya da “yılan dili” anlamına gelir. Böylece, Yüzüklerin Efendisi’nde Gandalf, Solucandil’e “Yere yat yılan” diye emrettiğinde, Tanrı’nın Bahçe’de Şeytan’a karşı verdiği hükmü yankılamış olur. Solucandil cevaplarını kelimenin tam anlamıyla tıslayarak verir ve paralellik kaçınılmaz hale gelir.

Tolkien aynı zamanda kötülüğün kendi başına bir varlığı olmadığı, sadece iyinin yokluğu olduğu şeklindeki Augustinusçu öğretiyi de kullanır. Yüzüklerin Efendisi’nde kötülük, karanlığın efendisi Şeytan’ın bir yankısı olan karanlık lord Sauron’un “gölgesidir”. Yüzüklerin Efendisi’ndeki kötü karakterlerin yaratıcı olmadıklarını da görürüz; onlar sadece yaratılışı altüst edebilir, onu bükebilir ve kirletebilirler. Sauron, Saruman, Solucandil ve Yüzük, birer karakter olarak kötülüğün bir imgesidir.

Yüzüklerin Efendisi’nin tüm kilidini açan sır, Yüzük’ün yok edildiği tarihtir – 25 Mart. Hıristiyan takvimine göre Kelam, Müjde’nin tarihi olan bu günde ete kemiğe bürünür. Ortaçağ Kilisesi’nde İsa’nın çarmıha gerilmesinin de 25 Mart’ta gerçekleştiğine inanılırdı. Yüzük, Tanrı’nın insan olduğu ve günahlarımız için öldüğü aynı tarihte yok edilir. Bu iki olay insanlığın İlk Günah’tan kurtuluşunu oluşturmaktadır. Şimdi de Tek Yüzük’le olan bağlantımıza geliyoruz – o genel olarak günahı ve özel olarak da İlk Günah’ı temsil eder. Tek Yüzük hepsine hükmetmek ve karanlıkta onları bağlamak için yaratılmıştır. Asli Günah tüm insanları yöneten ve onları karanlıkta bağlayan tek günahtır.

Tek Yüzük ve Tek Günah aynı tarihte, 25 Mart’ta yok edilir. Frodo ve Yoldaşlık Ayrıkvadi’den 25 Aralık’ta ayrılır ve 25 Mart’ta Hüküm Dağı’na varırlar. Açık bir paralellik içinde, bu yolculuğu yapan Frodo bir Mesih figürüdür. Bir Mesih figürü olarak uygulanabilirliği onu biçimsel bir alegori yapar; Frodo her zaman Mesih değildir. Frodo sadece 25 Aralık’tan 25 Mart’a kadar süren yolculuğunda Yüzük Taşıyıcısı (günah taşıyıcısı, haç taşıyıcısı) sıfatıyla bir Mesih figürüdür. Yüzük’ü (günahı, çarmıhı) Latince “ölüm” anlamına gelen mortis’in bir benzeri olan Mordor’a taşır. Frodo haçı ölüm vadisinden Hüküm Dağı’na taşır; onun eylemlerinde Mesih’in tüm yaşamının şekillendiğini görürüz.

Melkor ve Lucifer: Gururun Düşüşü

Tolkien’in evrenindeki en büyük kötülüklerden biri olan Melkor (Morgoth), Hristiyanlık’taki Şeytan figürünün bir yansımasıdır. Melkor’un gururu ve kendi gücünü artırma arzusu, Lucifer’in Tanrı’ya başkaldırışıyla paralellik gösterir. Silmarillion’da şu ifadelerle anlatılır:

“Ama tema ilerledikçe, Melkor’un yüreğine, Ilúvatar’ın temasına uymayan kendi hayallerinden meseleler eklemek geldi; çünkü kendisine verilen kısmın gücünü ve görkemini artırmayı istedi.”

Morgoth ve Fingolfin

Bu, Eski Ahit’teki şu pasajla doğrudan örtüşür:

“Yüreğinde dedin ki, ‘Göklere çıkacağım; Tanrı’nın yıldızlarının üzerine tahtımı kuracağım… Kendimi Yüceler Yücesi gibi yapacağım.’” (Yeşaya 14:13-14)

Melkor’un kibri ve Tanrı’nın planını bozma çabaları, Hristiyan inancındaki Lucifer’in hikayesine bir ayna tutar. Bunun yanı sıra, Melkor’un Ainur ile olan savaşı, İncil’deki şu sahneyle benzerlik taşır:

“Göklerde savaş başladı. Mikael ve melekleri ejderhaya karşı savaştı… Ejderha ve melekleri mağlup edildi ve göklerde onlar için artık yer kalmadı. Eski yılan, yani Şeytan ve İblis, yeryüzüne atıldı.” (Vahiy 12:7-9)

Melkor’un düşüşü, Tolkien’in eserlerinde gururun insanı nasıl yıkıma sürüklediğini gösteren bir metafordur.

Herkesin Hikayesi: Hobbitler, Boromir, Faramir ve Gollum

Tolkien’in eserlerinde karakterler, insanlığın farklı yönlerini ve mücadelelerini temsil eder. Özellikle Yüzüklerin Efendisi’ndeki hobbitler, Boromir, Faramir ve Gollum, okuyucunun kendini görebileceği her insan figürleridir.

Frodo’nun Yolculuğu ve Hristiyan Hac Yolculuğu

Frodo’nun Shire’dan başlayıp Mordor’a kadar uzanan yolculuğu, bir Hristiyan hac yolculuğu gibi düşünülebilir. Frodo, bu süreçte büyür, olgunlaşır ve acılarla yüzleşir. Hristiyanlık’ta, acının insanı ya bilgeleştirdiği ya da öfkeye sürüklediği öğretilir. Frodo, bu acıyı kabul ederek bilgelik ve erdem kazanır.

Yüzüklerin Efendisi’nin tüm kilidini açan sır, Yüzük’ün yok edildiği tarihtir: 25 Mart. Hıristiyan takvimine göre Kelam, Müjde’nin tarihi olan bu günde ete kemiğe bürünür. Ortaçağ Kilisesi’nde İsa’nın çarmıha gerilmesinin de 25 Mart’ta gerçekleştiğine inanılırdı. Yüzük, Tanrı’nın insan olduğu ve günahlarımız için öldüğü aynı tarihte yok edilir. Bu iki olay insanlığın İlk Günah’tan kurtuluşunu oluşturmaktadır.

Şimdi de Tek Yüzük’le olan bağlantımıza geliyoruz: Tek Yüzük, genel olarak günahı ve özel olarak da İlk Günah’ı temsil eder. Tek Yüzük hepsine hükmetmek ve karanlıkta onları bağlamak için yaratılmıştır. Asli Günah tüm insanları yöneten ve onları karanlıkta bağlayan tek günahtır. Tek Yüzük ve Tek Günah aynı tarihte, 25 Mart’ta yok edilir. Frodo ve Yoldaşlık Ayrıkvadi’den 25 Aralık’ta ayrılır ve 25 Mart’ta Hüküm Dağı’na varırlar.

Açık bir paralellik içinde, bu yolculuğu yapan yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir Mesih figürüdür. Bir Mesih figürü olarak uygulanabilirliği onu biçimsel bir alegori yapar.

Boromir: Günahkar İnsan

Boromir, insanlığın zayıflıklarını temsil eder. Halkını kurtarma umuduyla Yüzük’ü kullanmak ister, ancak bu, kötülüğe teslim olmaktır. Tolkien burada, “kötülüğün araçlarını iyi bir amaç için kullanmanın insanı nasıl yozlaştıracağını” vurgular.

Aragorn ve Boromir

Boromir’in günahını itiraf etmesi ve ölüm anında yaptığı fedakarlık, Katolik günah çıkarma ritüelini andırır:

  1. Pişmanlık: “Üzgünüm,” der.
  2. İtiraf: “Yüzük’ü Frodo’dan almaya çalıştım.”
  3. Bedel Ödeme: Hobbitler için hayatını feda eder.

Boromir, tövbe eden günahkarın bir sembolüdür.

Faramir: Aziz İnsan

Faramir, erdemli insanın bir örneğidir. Yüzük’e asla dokunmayacağını ve hatta yol kenarında bulsa bile onu almayacağını söyler. Faramir, iyiliğe bağlı kalan bir figürdür ve Boromir’in zıttıdır.

Gollum: Günaha Esir Düşen İnsan

Gollum, günahın bir insanı nasıl tutsak alabileceğini gösterir. Yüzük’e olan bağımlılığı, bir insanın kötü alışkanlıklarına olan bağımlılığına benzer. Tolkien, Gollum aracılığıyla günahın insanın özgürlüğünü nasıl çaldığını ve kişiyi nasıl bir gölgeye çevirdiğini ustalıkla işler.

Frodo, Gandalf ve Aragorn: Mesih’i Yansıtan Figürler

Tolkien’in üç ana karakteri; Frodo, Gandalf ve Aragorn, Hristiyanlık’taki İsa Mesih’in farklı yönlerini temsil eder.

Frodo, Gandalf ve Aragorn Yüzüklerin Efendisi’nde uygulanabilirlik yoluyla Mesih’i temsil ederler. Shire’lı bir hobbit olarak Frodo, bir büyücü olarak Gandalf ve sürgünden dönen bir kral olarak Aragorn, sadece belirli nitelikleri ve eylemleriyle bize Mesih’i hatırlatırlar. O, 25 Aralık’ta (Doğuş) Ayrıkvadi’den ayrılan ve 25 Mart’ta (Çarmıha Geriliş) Hüküm Dağı’nda Yüzük’ün yok edilmesine katılan Yüzük taşıyıcısıdır.

Aragorn Gandalf

Gandalf hikâyede büyücü olarak adlandırılır, ancak aslında Istari adı verilen meleksi varlıklardan oluşan bir tarikatın üyesidir. Gandalf’ın “büyüsü”, hizmetkârı olduğu “gizli ateş” aracılığıyla elde ettiği mucizevi bir güçtür. Tolkien’in mitolojisinin diğer bölümlerinde bu gizli ateş Kutsal Ruh’un içselliğine benzetilir. Gandalf bir “büyücüden” daha fazlasıdır; doğaüstü lütuf ve dolayısıyla doğaüstü güçle donatılmış bir peygamber ya da melek gibidir. Gandalf ve Mesih arasındaki bazı benzerlikleri şimdiden görebiliriz-Mesih doğaüstü bir güce sahipti ve (Tanrı olduğunun ifşa edilmesinin dışında) en yüksek doğaya sahip bir peygamber olarak yaygın bir şekilde bilinmektedir. Gandalf’ın bize İsa’yı en çok hatırlattığı anlar onun ölümü, dirilişi ve başkalaşımıdır.

Gandalf Khazad-dum Köprüsü’nde öldüğünde, bu okuyucu için bir şoktur. O gerçekten ölmüştür ve biz de buna inanırız. Hobbitler gibi biz de okurlar olarak Gandalf’ı sevmeye ve ona güvenmeye başladık. Onun Yüzük’ün nihai yok edilişini gerçekleştirecek güce sahip olduğuna inanıyoruz. Ve sonra, aniden, Gandalf gitti-öldü-hikâyenin dışında kaldı. Şaşkın Merry ve Pippin ile birlikte Gandalf’ın dönüşüne tanık olur ve dirilişini duyarız. Yine de, Gandalf’ın ortaya çıkışı İncil’deki İsa’nın Başkalaşım öyküsüyle kaçınılmaz olarak bağlantılı terimlerle anlatılır. Mesih Tabor Dağı’nda peygamberlerin huzurunda göründüğünde, güneşe benzetilecek kadar beyaz ve göz kamaştırıcı cüppe giymiştir. Gandalf dirildiğinde, artık Gri Gandalf değil, Ak Gandalf’tır. Ve cübbesi göz kamaştırıcı, neredeyse kör edici, güneş gibi beyazdır – o kadar ki, cübbesini gri peleriniyle örttüğünde, sanki güneş bulutla örtülmüş gibidir. Gandalf ölümüyle – Khazad-dum Köprüsü’nde arkadaşları için hayatını feda etmesiyle – Ak Gandalf olur. İsa, dostları için hayatını feda eden bir adamınkinden daha büyük bir sevgi olmadığını söyler. Mesih’in dirilişinden sonra görkemli bir şekilde ortaya çıkması gibi, Gandalf da dirilişiyle birlikte tamamen şekil değiştirir.

Kutsal Yazılarda Mesih istediği zaman gelir ve gider, dirilişinden sonra en çok ihtiyaç duyulan yerde ortaya çıkar. Yüzüklerin Efendisi’nde Gandalf gizemli bir şekilde gelip gider ve en çok ihtiyaç duyulan yerde yardım elini uzatır.

Aragorn’un bir Mesih figürü olarak ortaya çıkışını incelemeden önce, bir Katolik ve Ortaçağcı olan Tolkien’in de yararlanacağı krallığın boyutlarını anlamamız gerekir. Tolkien’in gerçek krallığa dair ilham kaynağı, Batı Avrupa’yı birleştiren ilk Kutsal Roma İmparatoru Şarlman’da bulunabilir. Tolkien İngiliz olduğu için, bir zamanlar ve gelecekteki kral olan Kral Arthur’a atıfta bulunmadan krallıktan ve bir kralın sürgünden dönüşünden bahsedemez. Bir süreliğine ülkesinden ayrılan ve çok ihtiyacı olduğunda geri dönen kral fikri, Aragorn’da kendi krallığına sahip çıkmak ve krallığını nihai kötülükten kurtarmak için geri dönen Kolcu olarak yankılanır. Tolkien’in Aragorn’u sürgündeki kral olarak tasvir etmesinde rol oynayan üçüncü ilham kaynağı İngiliz tarihinden gelir. İngiltere’nin gerçek kralı Katolik James II, 1688 yılında Protestan paralı askerlerden oluşan bir ordu tarafından sürgüne zorlanmıştır. Aragorn, gerçek hükümdarın geri dönmesini umut eden Jacobite siyasi grubu tarafından desteklenen İngiltere’nin tahttan indirilmiş Katolik kralı gibidir. Yani tüm bunlar: Birleştirici Şarlman, bir zamanların ve geleceğin kralı Arthur ve sürgündeki gerçek Jakobit kral, Aragorn’un karakterizasyonuna giriyor. En önemlisi, Aragorn Kral İsa’nın bir figürüdür.

Aragorn’un mucizevi güçleri vardır: “Kralın elleri bir şifacının elleridir.” Kral İsa’nın iyileştirici güçleri vardır; sadece İsa’nın cübbesine dokunmak iyileştirmek için yeterlidir. Aragorn ayrıca kimsenin sağ çıkmadığı Ölülerin Yolları’ndan da geçer. Aragorn sadece hayatta kalmakla kalmaz, aynı zamanda ölüleri lanetten kurtarma gücüne sahiptir ve onlar da Aragorn’un tahtı geri almasına yardım ederler. Aragorn’un gücü bize İsa’nın çarmıha gerildikten sonra cehenneme inişini ve ölüleri kurtarışını hatırlatır. Frodo, Gandalf ve Aragorn’un hepsi kendilerini İsa’ya benzeten özellikler taşır, ancak Kral İsa’nın eylemlerini en güçlü şekilde temsil eden Aragorn’un eylemleridir.

Frodo: Günah Taşıyıcı

Frodo, Yüzük Taşıyıcısı olarak günahı taşır. Rivendell’den yola çıkışı 25 Aralık’a, Yüzük’ü yok etmesi ise 25 Mart’a denk gelir. Bu tarihlerin Hristiyanlık’ta sırasıyla İsa’nın doğumu ve çarmıha gerilişiyle bağlantılı olması dikkat çekicidir.

Gandalf: Peygamber ve Melek Figürü

Gandalf’ın ölüm ve diriliş hikayesi, İsa’nın çarmıha gerilişi ve dirilişiyle güçlü bir paralellik taşır. Gandalf’ın Khazad-dûm Köprüsü’nde düşüşü, arkadaşları uğruna hayatını feda eden bir figürü temsil eder. Dirilişi sonrası Gandalf Gri değil, Gandalf Ak olmuştur ve ışıldayan beyaz cüppesiyle İsa’nın Dağdaki Dönüşüm’ünü çağrıştırır.

Aragorn: Kral Mesih

Aragorn, Hristiyanlık’taki İsa Mesih’in kral yönünü yansıtır. Şifa dağıtıcı “kralın elleri” ifadesi, İsa’nın mucizeleriyle paraleldir. Ayrıca, Ölülerin Yolu’ndan geçerek onları lanetten kurtarması, İsa’nın cehenneme inişini ve oradaki ruhları kurtarmasını andırır.

Frodo’nun Başarısızlığı ve Lütfun Zaferi

Tolkien’in eserindeki en çarpıcı nokta, Frodo’nun Hüküm Dağı’nda Yüzük’ü yok edememesidir. Frodo, yüzlerce yorucu sayfadan sonra okuyucuları tarafından alçaltılmış bir şekilde Hüküm Dağı’na varır. Onu Khazad-dum köprüsünden Cirith Ungol yoluna ve Mordor’un çorak ovalarından Hüküm Dağı’na kadar takip ettik. Yolun her santiminde Frodo’yu izledik ve Yüzük’ü yok etmesini istedik.

Bütün hikâye Yüzük’ü yok etme görevinin tamamlanmasına bağlıdır. Frodo uçurumun kenarına yaklaşıyor. Orta Dünya’yı boydan boya yürümüştür, neredeyse dev bir örümcek tarafından yenecektir, orklarla ve günaha girmiş Gollum’la karşılaşmış ve şimdi tek yapması gereken Yüzük’ü bırakmaktır. Ancak, bu kritik anda, Frodo Yüzük’ü kendisi için talep eder. Daha da kötüsü, tüm yolculuk boyunca Frodo’nun ayak izlerini takip eden sefil yaratık Gollum gelir. Frodo’nun iradesine karşı gelerek Yüzük’ü alır ve uçuruma düşer. Frodo başarısız olur; maceranın başarısından hiç pay alamaz. Okurlar olarak kendimizi aldatılmış hissederiz: Frodo’nun başarılı bir kahraman, Hıristiyan erdemlerinin öğretici bir örneği olmasını isteriz. Oysa teolojik gerçekliğe dayanan bir perspektiften bakıldığında, Frodo’nun başarısızlığı Tolkien’in en büyük başarısıdır.

Frodo, uzun bir yolculuktan sonra Yüzük’ü bırakmak yerine sahiplenir. Ancak Gollum’un beklenmedik bir şekilde devreye girmesi ve Yüzük’ü istemeden yok etmesi, ilahi lütfun gücünü temsil eder. Tolkien, bu olayla insanın kendi çabalarıyla günahı yenemeyeceğini, Tanrı’nın lütfu olmadan başarısız olacağını vurgular.

Tolkien, Frodo’yu insanlığın kusurlarını yansıtan bir halk adamı figürü olarak kullanır. Lütfun varlığı olmadan günahın gücünün üstesinden gelmemiz tamamen imkânsızdır. Ne tuhaf bir paradoks; bir lütuf aracı olarak Gollum! Gollum’un eylemleri, günaha karşı zaferi mümkün kılan Tanrı’nın takdirinin varlığını ortaya koymaktadır. Kötülüğün gücünün üstesinden sadece kendi irademizle gelemeyiz. Tanrı’nın yardımı ve lütfu olmadan her zaman başarısız oluruz. Dolayısıyla Gollum, paradoksal bir şekilde, Tanrı’nın kötülükten iyilik çıkarma eyleminin bir parçasıdır.

Yüzük Kardeşliği’nde Gandalf’la konuşan Frodo, Bilbo’nun ya da Elflerin Gollum’u neden öldürmediklerini anlayamaz – ne de olsa ölümü hak etmektedir. Gandalf, Frodo’nun yaratık dostunu yargılama hevesini azarlar. Bilbo’nun gösterdiği merhamet -Gollum’a vurmayı reddettiği o anda işleyen lütuf ve merhamet- onu Yüzük’ün sinsi kötülüğünden korumuş olabilir. Gandalf, çok bilge olanların bile tüm sonları ve anlamları göremeyeceğini ve bu yüzden kimsenin nihai adaleti dağıtmak için aşırı istekli olmaması gerektiğini düşünür. Hikâye boyunca Frodo erdem, bilgelik ve olgunluk bakımından büyür. Sonuçta, Yüzüklerin Efendisi’nin amaçlarından biri de kendimizin ve hayatın bir yankısı ya da aynası olarak hizmet etmektir. Acı çekmeyi kabullenmesiyle Frodo’nun karakteri kutsallık içinde gelişir. Daha sonra, eline fırsat geçtiğinde, Frodo da Gollum’u öldürmeye çalışmaz ama Gandalf’ın öğütlediği merhameti gösterir. Sam, Gollum’a bu kadar merhamet gösterdiği için Frodo’ya kızan kişi olur. Yine de, Hüküm Dağı’ndaki en can alıcı anda Sam de Gollum’a acır ve merhamet gösterir. Kutsallık ve bilgelik içinde büyüyen hobbitler Bilbo, Frodo ve Sam, kilit anlarda merhamet gösterirler. Tolkien okuyucularına İsa Mesih’in emirlerinden en zor olanını gösterir: düşmanını sev. Adalet arzumuz bunu yutulması acı bir hap haline getirir, ancak Bilbo, Frodo ve Sam düşmanlarını sevmemiş olsalardı, Gollum kritik anda hâlâ hayatta olmayacaktı. Yüzük’ü yok etme görevi başarısız olurdu. Tanrı ancak hobbitlerin lütufla işbirliği içinde erdemi uygulamaları sayesinde, kötülüğü yok etmek için düşmanı takdiri ilahi olarak kullanabilir.

Tanrı Gollum’a merhamet eder ve acır mı yoksa Gollum cehennem ateşine mi düşer? Bir Katolik olarak Tolkien, Tanrı’nın Gollum’u alevlerin içine göndermediğini bilir. Tanrı kimseyi cehenneme göndermez; insanlar cehenneme giderler çünkü orada olmak isterler. Gollum istediğini alır. Hüküm Dağı’nın ateşlerine düşerken, Boromir’in ölüm anındaki pişmanlık ruhunu yansıtmaz. Gollum “Kıymetlim” diyerek sevinir. Son anları mutludur çünkü en çok arzuladığı şey olan Yüzük elindedir. Unutmayın, sahip olunan şey sahip olana sahip olur. Yüzük tarafından sembolize edilen günah bizi Şeytan’ın dünyasına çeker. Yüzüktayfları gibi oluruz – tam potansiyelimizin buruşmuş gölgeleri. Gölgeler olarak, iyiliğin olumsuzlanması, gölgesi olan kötülüğe giderek daha fazla ait oluruz. Bu cehennemdir – günahlarımıza bağımlı olduğumuz için Tanrı’nın ışığından ve bütünlüğünden tamamen uzaklaşmaktır. Yüzüklerin Efendisi’nin ana temalarından biri hobbitler tarafından temsil edilen alçakgönüllülüğün zaferidir. Unutmayın, Şeytan’ın -ve Morgoth’un- günahı gururdur. Sauron ve Yüzük kudretliyken, hobbitler küçük ve alçakgönüllüdür. Ve alçakgönüllülüğün gücü gururun gücünü alt eder. Günah, acı çekerek kazanılan erdemle aşılır. Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi elbette temelde dini ve Katolik bir eserdir” ifşasına başka ne kanıt gösterilebilir?

Tolkien’in Mesajı

Tolkien’in dünyası, gururun karşısında alçakgönüllülüğün zaferini, günahın karşısında erdemin gücünü ve ilahi lütfun gerekliliğini vurgular. Hobbitlerin küçüklüğü ve alçakgönüllülüğü, Morgoth ve Sauron’un kibirli güçlerine galip gelir. Tolkien’in şu sözleri bu mesajı özetler:

Yüzüklerin Efendisi, özünde tamamen dini ve Katolik bir eserdir.”

Bu eserler, okuyuculara yalnızca bir fantastik evren sunmakla kalmaz, aynı zamanda derin manevi ve ahlaki dersler de verir. Tolkien’in hikayeleri, insana hem kendini hem de yaşamın gerçek anlamını keşfetmesi için bir aynadır.

Kaynak: The Hidden Meaning of The Lord of the Rings, The Theological Vision in Tolkien’s Fiction; Culture Critic, Finding Truth, Finding God in The Lord of the Rings, J.R.R. Tolkien’s Sanctifying Myth: Understanding Middle Earth

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.