Hedef: Mars
Son yıllarda Mars tekrar haberlere girmeye başladı. MINI Cooper büyüklüğündeki Curiosity aracının 2012’de son derece başarılı şekilde yüzeye indirilmesi Kızıl Gezegen’e ilgiyi tekrar arttırdı.
ABD başkanı Barack Obama “State of the Union*” konuşmasında NASA’nın gelecekte Mars’a bir astronot yollama hedefini yineledi ve Mars One Vakfı ve SpaceX gibi kurumların gözlerini Mars’a diktiği programları desteklediğini açıkladı.
Mars her zaman insanlık için olası bir varış noktası olmuştur. Özellikle de yeni bir ev, farklı görevler için ara bir liman veya en basitinden keşfedilebilecek yeni bir yer olarak bilimkurgu çevrelerinin aklında yer etmiştir Mars. Bilimkurgunun gezegen için oluşturduğu tarih, bizlerin gezegen hakkındaki genel bilgileri arttıkça evrildi. Her ne kadar Mars hakkındaki bilgilerimiz; çektiğimiz fotoğraflar, yolladığımız sondalar ve kara araçlarıyla son derece artmış olsa da, dünya hala bu gezegen hakkında bilimkurgu hikayeleri yazmış olan yazarları hala çok etkileyici buluyor.
Mars tarihinin başlangıcından beri insanlar, gezegeni gözlemlemek ve onun hakkında hikayeler anlatmak arasında kalmıştır. Romalılar gökyüzündeki bu kan kırmızısı noktaya savaş tanrılarının adını verdiler. Ayrıca Mısır, Babil, Yunanistan gibi ülkelerden pek çok astronom Mars’ın hareketini gözlemlediklerin de onun hareketlerinin gökyüzündeki diğer noktaların hareketinden farklı olduğunu gördüler. O bir gezegendi bir yıldız değil.
Sanayi devrimine ileri saralım. Yeni bilimsel prensipler güneş sistemindeki nesnelerin hareketlerini ortaya çıkardıça, bilim insanları teleskoplar yardımıyla gezgeni detaylı şekilde inceleyebilme fırsatı buldu. Buna bağlı olarak da bilimsel hikayeler yazan yazarlar gözlerini, güneş sistemindeki en yakın komşumuza çevirmeye başladılar. Brave New Worlds: The Oxford Dictionary of Science Fiction (Cesur Yeni Dünyalar: Oxford Bilimkurgu Sözlüğü) “Marslı” kelimesinin ilk kez 1874’de The Galaxy isimli ABD’de yayınlanan bir dergide geçtiğini belirtiyor. Bu dergide; “…Marslılar bu sebeple iletişim kurma çabalarımızı anlamak konusunda Venüslülerden daha iyi bir konumdadırlar… ” diyor.
* State of the Union: ABD Başkanının, devletin durumu hakkında Parlementoyu bilgilendirmek ve tavsiyeler sunmak üzere verdiği konuşma.
İlk Temas
1877 yılında Giovanni Schiaparelli bir teleskop kullanarak Mars’ın detaylı bir haritasını çıkardı. Schiaparelli gözlemlerinde Dünya jeolojisinde sıklıkla kullanılan terminolojileri kullanarak kanallar, kıtalar ve denizler hakkında bazı detayları belirtti. Açıklamalarında kullandığı “canali” kelimesi İngilizce’de “channels” olarak çevirilmesi gerekirken, “canals” olarak çevirilmiş** ve bu da, bu kanalları kimlerin açtığı sorusunu akıllara kazımıştır. Bu tanımlama insanlarda; Mars’ın tıpkı bizimki gibi bir gezegen olduğu ve zeka sahibi canlılar barındırabilme potansiyeli olduğu fikrini tohumlarını atmıştır.
Percival Lowell, 1894’de ABD’nin Arizona eyaletinde bir gözlem evi kurarak Schiaparelli’nin açtığı yoldan devam etmiş ve sonrasında da 1895’te Mars isimli kitabını yayınlamıştır. Bu kitapta, gezegen üzerine yaptığı gözlemleri kaleme almış ve tüm kitap boyunca da gezegende canlıların nasıl yaşabilecekleri hakkında fikirler yürütmüş ve tüm bunları gezegenin yüzeyinde kanalları olduğuna dair inancına dayanarak yapmıştır.
Mars’ı içeren ve bilimkurgu edebiyat içinde en çok tanınan kitap büyük ihtimalle 1897 yılında H.G. Wells yayınladığı Dünyalar Savaşı’dır. Wells kitabın başından itibaren, dönemin Mars hakkındaki bilimsel bilgilerini hikayesinin içine katıyor: “Okuyuculara hatırlatmanın gerekli olduğunu sanmıyorum fakat, Mars gezegeni güneşin etrafında yüz kırk milyon mil uzakta döner ve üzerine düşen ışık ve ısı bu dünyaya düşenin neredeyse yarısından azdır”. Bu bilgilerle de dönemine uygun politik ve geçerli bir hikaye oluşturuyor.
Ertesi yıl iki tane Edisonist roman: Fighters from Mars (Mars’tan Gelen Savaşçışlar, Dünyalar Savaşı’nın bir uyarlaması) ve Garret P. Serviss’in yazıdığı Edison’un Mars’ı Fethi, Dünya’ya yapılan saldırı sonrasında Mars’a Thomas Edison önderliğinde yapılan karşı saldırıyı konu alır. Uzaylılarını Mars’a yerleştirmesiyle , Wells’in Dünyalar Savaşı ve onu takip eden kitaplar gezegene savaş ve yıkım ile olan tarihi bağının geri kazandırmışlardır.
** Channel: İki denizi birbirine bağlayan doğal su yolu, boğaz. Cebelitarık veya İstanbul boğazı gibi
Canal: Belirli bir amaçla (sulama, ulaşım vs.) oluşturulan su yolu, kanal.
Romantik Mars
Bu durum bir sonraki yüzyılın başlarına; özellikle de Edgar Rice Burroughs’un en çok bilinen eseri, Amerikan İç Savaşı gazisi John Carter’ın içinde olduğu Barsoom serisi ile devam etti. 1912’de Marslı bir Prenses hikayesi ile Burroughs, karakteri Carter’ı üzerinde yaşam olan, vahşi bir Mars’a gönderdi ve gezgeni Carter’ın maceralarının yaşanabileceği zengin ve karmaşık bir medeniyetle donattı. Burroughs’ın hikayeleri, gezgeler arası aşk hikayelerinin tohumlarını attı ve C.S. Lewis’in Space Trilogy (Uzay Üçlemesi), C. L. Moore’un Northwest Smith (Güneybatı Smith) maceraları ve Stanley G. Weinbaum’un A Martian Odyssey (Bir Mars Yolculuğu)’nda olduğu gibi pek çok diğer yazara ilham verdi.
Yirminci yüzyılın başlarındaki dergilerde, bilimkurgu kendi başına bir tür olarak ortaya çıkmaya başladı ve yazarlar ilamlarını Dünya’nın ötesinde aramaya başladılar. Elbette Kızıl Gezegen fikri Burroughs gibi hayatının bir bölümünü ABD ordusunda gözcü süvari olarak geçirip daha sonradan yazar olmuş birisi için ilginç gelmişti. Astronomlar, Mars’ın yüzeyi hakkındaki belirli özellikleri zaten tarif etmişlerdi ve bazı yazarlar yakın komşumuz olan bu gezegenin tariflerine baktıklarından vahşi batının görüntüsü gözlerinin önüne geliyordu. “Shambleau”de C. L. Moore’un okuyucularını tozlu, yasaların olmadığı ve hikayelerine karakterlerine uygun bu yere götürmesinin sebebi de buydu.
1930’ların sonuna kadar bilim insanları ve astronomlar gezgende bitkilerin olabileceği hakkında fikir yürüttüler. Amerikan Gezegenlerarası Topluluğu Bülteni (The American Interplanetary Society Bulletin) 1932’de Mars üzerinde “bereketli bir bitki örtüsü” olabileceğini öneren ve Lowell’in kanallarının da olma ihtimalini öne süren bir yazı yayınladı
1940’ların sonunda Ray Bradbury’de gezegenler arası aşk hikayeleri kervanına katıldı ve daha sonra toplu eserlerine dönüşen, Mars Günlükleri’nde Burroughs ve diğer yazarlandan etkilendi. Bradbury’nin eserleri romantik bir Mars hakkında son kale olarak kaldılar. Bradbury’nin detaylı şekilde hayal edilmiş Mars’ı, eserlerinin kendi kuşağı içindeki en iyi yapıtlardan biri haline gelmesinde önemli pay sahibidir.
Romantik Mars üzerinde yürümeyi bir kenara bırakın üzerinde yaşanabilecek bir yerdi. Ay bize daha yakın olmasına rağmen (ki kendi bilimkurgu hikayelerini de edinmiştir) Mars gizemleri içinde pek çok olasılığı barındırıyordu. Bir atmosferi var mıydı? Üzerinde hayat var mıydı? Mars toplu olarak hayal gücümüzü tetikleyen ve gidilebilecek bir yer olarak bizi kendisine çağıran bir yerdi.
Üstelik bunu başardık da. Kasım 1964’te ABD Mars’a iki tane roket fırlattı. Bu, gezegenler üzerinde dönen daha büyük bir savaşın kazanılması için harcanan bir çabanın sonucunda gerçekleşti. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki savaşın…
İkinci Dünya Savaşı sonrasında her iki super güç, nükleer başlıklarını daha uzak mesafelere yollayabilmek için uzun mezilli silahlar geliştirdiler. Bu da her iki ülkenin geliştirdiği insanlı uzay uçuşları tasarlayan projeler sonucunda bir “Uzay Yarışına” dönüştü. Hem ABD, hem de Sovyetler ilk başta Ay’ı hedef aldılar fakat uzay programlarındaki pek çok kişi Ay’a ayak basılır basılmaz bir sonraki durağın Mars olacağına inanıyordu.
Daha az belirgin olan ise bilimsel üstünlük için yapılan yarıştı ve buna bağlı olarak her iki ülke de en uzaydaki en yakın komşularımıza yüzlerini çevirmişlerdi: Venüs ve Mars. İki gezegen arasından daha yakında olan Venüs ilk savaş alanı haline geldi ve hemen ardından da Mars onu takip ediyordu. Ekim 1960 ve Kasım 1962 arasında Sovyetler Mars’a beş adet uydu yollamaya çalışsalar da her biri gerek sistem hataları gerekse kalkışta yaşaan hatalar sonucu başarısız oldu. ABD’nin durumu ilk başta daha iyi değildi. İlk deneme Mariner 3 koruyucu bir alan oluşturamadı ve elektriği kesildiği için başarısız oldu. Mariner 4 ise 14 Haziranda başarıyla Mars’a ulaştı ve bunca zamandır hayal ettiğimiz bu dünyaya insanlığın ilk yakında bakışı oldu.
William Burrows’un This New Ocean: The Story of the First Space Age (Bu Yeni Okyanus: İlk Uzay Çağının Hikayesi) isimli eserine göre bu ilk karşılaşma korkuçtu.
“Mars artık, iki ucunda beyaz kutuplar ve her yanında karanlık delikler olan, turuncu bir küre olmaktan çıktı. İnsanların tanımlayabildiği özellikleri olan bir yer olmaktan çıktı artık. Kanallar veya bir amaç uğruna kazılmış ve inşa edilmiş şeyler olarak düşünülen her şey gitti. Değerli su kaynakları taşıyabilecek vahalar gitti. Üzerinde olabileceğini düşündüğümüz tüm canlılar gitti. Okyanus yatakları, bitkiler veya Dünya’ya en ufak bir benzerlik gösterebilecek tüm özellikler de gitti.” (Burrows, 464)
Wellsten Burroughs’a, Moore’dan Bradbury’ye Mars hakkında yazılmış tüm romantik ve egzotik hayaller tamamiyle paramparça olmuştu. Dünya’ya geri gelen bulanık görüntüler tamamiyle yabancı bir dünya gösteriyordu. Bilimkurgu yazarlarına bile yabancı bir dünya. Mars soğuktu, üzerinde yaşam imkansızdı ve ölüydü. Pek çokları Mars’ta yaşam olduğuna şüpheyle bakmış olsa da, bu durum bilimkurgu hikayelerinin bazen gerçekliği ıskaladığının acı bir hatırlatması oldu.
Soğuk Mars
Bilimkurgunun Mars hakkındaki kolektif görüşü, Mars’ın gerçekte ne olduğu ile örtüşmemiş olsa bile bilimkurgu fikrini değiştirmedi.
Bir sonraki fırlatma aralığı olan 1969 yılında Mars’a insansız araçlar gönderilmeye devam edildi. ABD Mariner 6 ve 7’yi Şubat ve Mart aylarında yolladı fakat Sovyetler’in Mart ayındaki 2M No.521 ve Nisan ayındaki 2M No. 522 kodlu fırlatmaları başarısız oldu. 1971 yılında yeni fırlatmalar planlandıysa da Mariner 8 ve Kosmos 419 başarısız oldu fakat 30 Mayıs’ta yollanan Mariner 9 Mars’ın yörüngesine giren ilk uzay aracı oldu ve gezgen yüzeyinin fotoğraflarını çekeceği beş yüz on altı günlük görevine başladı. Tüm bunlar olduğu sırada insanlık ilk kez Ay’a indi. Yavaş yavaş güneş sistemine adımımızı atıyorduk.
Mariner 9 Mars’a yaklaştığında NASA’nın Jet İtiş Laboratuarı bazı önemli isimlerle bir konferans düzenledi. Bu konferansa Arthur C. Clarke, Ray Bradbury, Carl Sagan ve diğer bazı isimler katıldı. Bu konferansta bilimkurgu yazarları Stanley G. Weinbaum, Edgar Rice Burroughs ve H.G. Wells gibi isimlere, milyonlarca okuyucunun hayallerini Mars’ı koydukları için teşşekkür edildi. Fakat bariz olan şuydu ki Mars hayal edildiği gibi zengin bir dünya değildi. Soğuktu, ölüydü ve ulaşılması güç bir yerdi. Bu konferasta Clarke cesur bir tahminde bulundu: “Mars’ta şu anda yaşam olsun veya olmasın, bu yüzyılın sonunda olacak”. Bu, yakın bir zamanda insanlı Ay seyehatlerini kapatcak olan bir ülke için çok cesur bir tahmindi ve sonunda kendisi bu tahminini onlarca yıl ötelemek zorunda kaldı. Fakat yine de bu açıklamaları önem taşır, çünkü bu açıklamalar Mars hakkında nasıl hikayeler anlatacağımızı biçimlendirdi. Artık Mars exotik yaşam formlarının ve gizemlerin olduğu bir dünya değil, farklı gezegenlere ulaşmakta kullanacağımız bir koloniye yuva olacak bir gezegen, uzak bir ileri karakol olacaktı.
1976 yılı bize Mars’a ikinci bir yakından bakış sağladı. İlk uygun fırlatma aralığında NASA Viking 1 ve Viking 2’yi 20 Ağustos ve 9 Eylül günleri fırlattı. Bu karmaşık görevde ilk kez Mars yüzeyine ekipman indirildi. Her iki uzay aracı da sırayla 19 Haziran 7 Ağustos’ta yüzeye ekipman indirmeyi başardı ve Mars’ta Dünya’nın ilk elçileri oladular. Bu görevler biyolojik ve kimyasal deneyleri kapsıyordu ve Kızıl Gezegen hakkında yeni bir anlayış oluşturmamızı sağladılar.
Viking görevlerinin sonuçları gezegen bilimcilere sağlılıklı bilgiler sundu ve yeni bilimkurgu yazarlarının ilgisini çekti. Kim Stanley Robinson Viking sondalarının çektiği fotoğraflardan çok etkilendiğini söyleyerek, içinde gezegenin üzerinde dolaşmak ve dağlarını araştırmak hissinin uyandığını söyledi. Sonraki on yıl içinde gezegende nasıl terraform yapılabileceğini (Dünya’ya bezetilebileceği ni) düşündü ve 1990’da kendi Mars üçlemesinin ilk kitabı olan Kızıl Mars isimli eseri yayınladı. Ardından Yeşil Mars ve Mavi Mars’ta gezegen biliminin yeni alanlarından tutun da Mars gibi bir gezegeni Dünya’ya bezetme çabalarının ahlaki sonuçları üzerine pek çok konuyu ele aldı. 1990’lar boyunca Mars yüzeyinin incelenmesi hakkında pek çok katı bilimsel roman yayınlandı, bunlardan biri de Ben Bova’nın Mars isimli kitabı ve devam kitaplarıdır.
Yirminci yüzyılın erken dönemlerindeki gezegenler arası aşk hikayeleri kaybolmuş fakat bunun yerine bilimkurgu yazarları için yeni fırsatlar doğmuştu. Mars’ın yüzeyinde yapılan araştırmalar; keşifler, biliminsanları ve bizi güneş sisteminin ötesine götüren maceralar hakkında yazılacak hikayelerin önünü, onları yeni bir tür gerçekliğe ulaştırarak açmıştı.
Yeni Görevler, Yeni Hikayeler
Mars hakkındaki bildiklerimiz giderek artıyor. 1996 yılında Pathfinder ve üzerindeki kara aracı Sojourner gezegen üzerinde etrafını araştıran ilk sonda oldu. Diğer görevler de onu izledi. Mars Odyssey ve Mars Explorer yüzeyde çalışmaya devam ediyorlar, 2003’te de Spirit ve Opportunity yüzeye inerek görevlerini fazlasıyla yerine getirdiler. Spirit aracının çalışması durdurulurken, Opportunity bu yazının yayınlandığı tarihte hala çalışmaya devam ediyor.Her bir görev Mars hakkında yeni şeyler ortaya çıkararak bilgimizi artırmamıza katkı sağlıyor. Çok yakın zaman önce milyonlar Curiosity aracının cesurca bir manevrayla Ağustos 2012 yılında adeta bir bilimkurgu yazarının kaleminden çıkmışçasına Mars’a inmesini izledi. Bu inişe uygun olarak Curiosity aracının iniş yaptığı alana Bradbury iniş alanı ismi verildi. Curosity her gün yeni fotoğraflar göndermeye devam ediyor ve ilettiği bilgiler yıllarca bilim adamları ve bilimkurgu yazarlarını büyülemeye devam edecek.
Mars’da geçen yeni romanlar, gezegen hakkındaki son bilgilerimizi de içinde barındırıyor. Andy Weir’in büyük başarı elde eden romanı “Marslı” buna en iyi örneklerden biri. Gezegende mahsur kalmış bir astronotu takip eden hikayesinde Andy Weir, Robinson Crusoe’dan ve bilimsel gelişmelerden yola çıkarak bir olay örgüsü yaratıyor. Gezegende mahsur kalmış bu astronot nasıl hayatta kalabilir?
“Tek yapmanız gereken hayatta kalması için ihtiyacı olan gereklilikleri incelemek. Böylece karşılaştığı problemi hemen fark edeceksiniz. Yiyeceğe ihtiyacı olacak fakat, öyle basitçe yiyecek yaratamazsınız, yiyecek yetiştirmeniz gerekir. Biraz matematikle yanına alabileceği erkaz miktarı hakkında düşününce erzaklarının onu kurtaracak kadar uzun süre yetmeyeceği ortadaydı. İşte bu basit bilimsel gerçek bir tema yaratıyor. Ardından yiyecek yetiştirmek için ne kadar suya ihtiyacı olduğu konusu var. Dışarıda yeteri kadar toprak bulabilir fakat toprağın yeterli miktarda suya ihtiyacı var. Tam olarak ne kadar suya ihtiyacı olduğunu hesapladım ve insanlı bir Mars görevinde bu kadar suyu yanında götürmüş olamayacağı sonucunu ortaya çıktı.”
Weir, Watney aracılığıyla sadece Mars araştırmaları arkasındaki bilimi anlatmıyor; aynı zamanda daha önceki gerçek görevlerden, tıpkı Pathfinder gibi, elde edilmiş bilgileri kullanarak olay görgüsünü ilerletiyor ve bu bilgiler hikayede kritik bir yol oynuyor. Marslı pek çok yönden Mars hakkındaki ilk hayallerimizden olabileceği kadar uzaktır, fakat gerçek bilgilerden yararlanır, Mars kurudur, güneş sisteminin yaşamaya elverişli olmayan bir noktasıdır, yerleşmek için çok uzak bir mesefadedir ve Marslılarla tanışamazsınız. Greg Bear’in War Dogs (Savaş Köpekleri) kitabı gezegen yüzeyinde yaşanan yıldızlar arası bir savaşı konu alır ve odak noktası olarak üzerinde yaşanması imkansız olan bu gezegendeki, yaşam destek ve hayatta kalma konularını ele alır.
Mars konusunda bizi bu kadar cezbedenin ne olduğu sorulduğunda Kim Stanley Robinson gezegen hakkında artan ve değişen bilgimize dikkat çekiyor:
“[Mars] İnsanlık boyunca ilginç bir konu olmuştur çünkü kırmızıdır, önce aydınlanır fakat sonra kararır ve hareketinde bir aksaklık vardır çünkü bir süre yıldızların tersi yönde hareket eder. Ardından onun bir gezegen olduğunu ve bizimkinden hemen sonra geldiğini öğrendiğimizde çabucak kutuplardaki buz tabakalarını ve mevsimsel bir etki gibi görülen renk değişimlerini fark ettik. Dünya’ya benzeyebilir gibi görünüyordu. Ardınan Percival Lowell bir kanallar sistemi gördüğünü söyleyerek, herkesin hayal gücünü tetikledi. Bu da bizler gibi uzaylıların burada bir medeniyet kurdukları düşüncesini uyandırdı. On yıllar boyunca gezegenin fiziksel durumu hakkında değişen bilimsel açıklamalarımız oldu, buda bilimkurgu yazarlarına hikayeleri için senaryolar sağladı. Ardından Mariner ve Viking uyduları ve Viking sondaları bize gerçek yüzey şekillerini gösterdi. Bu şekiller çok ilginç ve neredeyse Dünya’ya benzerdi. Böylece Mars’ta terraform (Dünya’ya benzetme) fikri bu yeni bulguları takip etti.”
Mars gökyüzünde yerini koruduğu sürece yazarlara ve astromlara ilham vermeye devam edecek. Bizler orayı ziyaret edip, üzerine yerleşim ona “Evimiz” dedikten çok uzun zaman sonra bile.
Yazan: Andrew Liptak
Çeviren: Murat Kurt