Çizgi Romanların Pek Bilinmeyen Filmlerine Dair
Sevgili çizgi roman severler nassısınız? Bugün genel kültürünüze kültür ekleyecek yeni bilgiler ile karşınızdayım. Çıkarın kağıtları yazılı yapıcam! (Dur yaw, o öyle değildi)
Son dönemlerde izlediğimiz pek çok fantastik film genellikle bir çizgi roman uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor. Biz de düşündük, taşındık, belki gözünüzden kaçmış olabilecek olan çizgi romanlardan filmlere uyarlanan bazı filmleri anlatalım dedik. Bakalım hatırlıyor musunuz?
Dredd 3D (2012):
Millet!! Dredd piyasaya sürüldüğünde neleredeydiniz?! Oldukça iyi bir o kadar da eğlence unsuru yüklü bir film. O kadar iyi bir çıkış yapacağı planlanan bu film, ne yazık ki başlamadan bitti yani beklenen ilgiyi görmedi. Aslında film, B sınıfı bir filmden daha fazlasını da iddia etmiyordu ama yine de hakkının yenmiş olduğunu düşünüyorum kendimce. Eminim bir gün kendine, bir video oyunundan daha fazlasını arzulayan bir hayran kitlesi bulacaktır diye düşünüyorum.
The Fantastic Four (1994):
Yo yo dostum! Bu Jessica Alba’nın Invisible Woman’ı oynadığı Fantastik Dörtlü değil, yanlışın var. Bu film, 1950’li yıllarda Vincent Price’ın başrollerde oynadığı Edgar Allan Poe hikayelerinden uyarlama filmleri ile tanınan yönetmen ve yapımcı Roger Corman’ın 1994 tarihli süper über düşük kalitedeki yapımı. Hatta bir şehir efsanesine göre bu film o kadar kötü, o kadar kötüymüş ki; o dönemin yapımcısı Avi Arad mevcut tüm baskıları toplamış ve yok etmiş. O kadar ucuz ve o kadar korkunç ve vasat olmasına dayanamamış Marvel. Şöyle bir bakın isterseniz, özellikle The Thing hilkat garibesine dönmüş. Kaya adamın da bir karizması var canım, oldu mu hiç!
Steel (1997):
John Henry Irons (aka Steel) belki, DC Universe’in duyurduğu Death of Superman hikayesinden en ilham almış olanlardan biri. Irons, grubun en insan ve de en düşük süper-güçlü üyesi. Bu da onu daha hoşa giden ve etkileyici kılıyordu. Bir tür alçakgönüllü, mavi polar giymiş siyahi bir Batman gibi adeta.
1997 yapımı bu filmde Steel’i de ünlü ve sempatik basketbolcu Shaquille O’Neal oynuyordu.
The Incredible Hulk Returns (1988):
Mark Rufallo’nun en son The Avengers filmindeki oldukça başarılı Hulk tiplemesinden sonra, belki de asla bilmek istemeyeceğiniz bir NBC yapımı bir televizyon filmi. Bazı otoriteler, bu filmin 3 post-serilik Hulk filminin en iyisi olduğunu çünkü içinde Hulk ve Thor’un süpersonik takım ruhunu yansıttığını iddia ederler. Ama bence çok heyecanlanmayın. Bana göre oldukça aptalca idi. Lou Ferrigno’nun Hulk’ı ile eğlenebilirsiniz belki ama Eric Kramer’in Thor’u pek de cool görünmüyor şahsen.. Yine de Incredible Hulk’ın, Daredevil versiyonundan çok daha iyi.
Bu filmde Hulk’ı canlandıran Lou Ferrigno, 2008 yılında vizyona giren ve Edward Norton’ın Hulk’ı canlandırdığı “The Incredible Hulk” filminde de küçük bir rol almıştır.
Nick Fury: Agent of S.H.I.E.L.D. (1998):
Nick Fury… Evet şu an hepimizin gözlerinin önünden Samuel L. Jackson geçiyor, biliyorum. Fakat başka bir boyutta, içinde Nick Fury’nin olduğu başka bir film de var. Televizyon için yapılmış, David S. Goyer tarafından hikayesi yazılmış ve başrolde de Kara Şimşek serisi ile büyük üne kavuşmuş olan David Hasselhoff tarafından oynamıştı.
Bu üç kötü işaretin bir arada bulunduğu film için çok da iyi şeyler söyleyemeyeceğiz maalesef.
The Punisher (1989):
Her genç kız gibi bir zamanlar benim de rüyalarımı süsleyen Punisher için ne desem az. Tabii, benim rüyalarımdaki başrolde, 2004 yılında vizyona giren The Punisher’ın başrol oyuncusu Thomas Jane oynuyordu. Bu filmde ise, hepimizin Rocky IV veya He-Man filminden tanıdığı, benim de pek hoşlanmadığım Dolph Ludgren başrolde oynuyor. Tabii bu film, Punisher: War Zone kadar kanlı ve şiddet içerikli değil. Otoriteler ise bunun Thomas Jane’in fake Punisher’ından çok daha başarılı olduğunu söylüyor. Ludgren’in Frank Castle rolüne çok daha uygun olduğu, kirli ve tehlikeli bir dünyanın parçası olduğunu başarı ile yansıttığını düşünüyorlar. Kendisinin olması gerektiği gibi acımasız ve kuralsız bir tipleme çizme de çok başarılı olduğunu ifade ediyorlar. Olabilitesi mümkün tabii ama burada kişisel davranıyorum maalesef ve Thomas Jane’e tüm paramı yatıyorum!
Man Thing (2005):
Hayır efendim, bu Kaptan Mağara Adamı değil. Böyle kımıl kımıl, yeşil, pis kokulu (burada farazi konuştum olmayabilir de günahını almayayım), yeşil bir bataklık şeysi. Dolayısı ile insanlar bunun süper kahraman evreninin bir parçası olduğuna inanmakta zorluk çekebilirler tabii. Zaten zavallım da o nedenle pek popüler olamadı.
Kendisi aniden insanların karşına çıkıyor ve kendisinden korkanları dokunarak yakabilen bir yaratık. DC’nin Swamp Thing’i kadar popüler değil yani, karıştırmayın sakın. Yaratığın tiplemesi ve dizaynı için bekli göz atmaya değebilir diye düşünüyorum. Çirkin diye öldürelim mi yani?
Virus (1999):
Bak şimdi… Bunu pek severim ben mesela… Pek çoğumuz da hatırlayacaktır. Zaten Jamie Lee Curtis’i de pek severim. Başrolleri Curtis ile birlikte Baldwin kardeşlerin William’ı paylaşılıyor. Böyle bir Alien vari, pek robotik ufak tefek minnak yaratıkları falan kontrol eden bir ilginç-anlaşılmaz bir organizma mevcut. O nedenle sevmiştim ben. Çoklu denklemleri de severim içinden çıkamadığım için. (Ne dedim ben şimdi?)
Bulletproof Monk (2003):
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde mi ne Chow Yun-Fat adında kainatın en cool adamı varmış. Sonra ne hikmetse bir gün ansızın Amerika’ya gelivermiş bu cool abimiz. Gerisi oldukça saçma olarak ilerleyen bu filmde , Yun-Fat abimiz antik bir kağıt parçasını korumak için bir koruyu bulmak zorundadır. Bu koruyucu da American Pie serisinin Stifler’ı Seann William Scott olarak belirlenir kendisi tarafından. Sanırım film ile ilgili bu kadarını bilmeniz yeterlidir diye düşünüyorum. Fazlası beyin kıvrımlarınıza zarar. (Keri: Ben çok severim bu filmi :) )
American Splendor (2003):
Aha bak bu film var ya okuyucu bu film! 2003’ün en özgün ve en sevdiğim yapıtlarından biri idi. Gündelik hayatın ardında gizlenen imgelerden tasarlayan çizgi roman yaratıcısı Harvey Pekar’ın hayatını anlatan American Splendor, Amerika’da, geçtiğimiz yılların en çok beğenilen filmlerinden biridir. Üç ayrı tarzın (animasyon, belgesel, drama) bir arada çok güzel kullanıldığı özgün bir yapım aynı zamanda.
Harvey Pekar’a Brechtian yaklaşımlarda bulunan nerd karakteriyle büyüleyen, Hope Davis’in dişçilerin gizli yaşamlarında oynayan kadın olmadığına yemin ettirebilecek kadar tuhaf ve ortalamanın bir hayli üstünde performans sergilediği, “Life is complex stuff” cümlesiyle anında kafa onayı toplayan iki yönetmenli, güzel afişli, standard caz soundtrackli, aslında derdi olan “çizgi roman” destekli bir film olan American Splendor’u izlemenizi şiddetle tavsiye ederim sevgili çizgi roman severler. Gülerken düşündüren, sağlam hikayeli filmleri severiz değil mi?
Aha bu son film de sizin ev ödeviniz olsun o halde. Diğer yazıya kadar bol renkli, çizgili günler dilerim efenim.