Taht Oyunları ve Çeviri
“Tolkien’in en büyük mirası olan fantastik edebiyat”dır demek yeterli midir bilmiyorum. Filolog olan Tolkien’in aynı zamanda “dil”ler icat etmesi de fantezi edebiyatının en önemli olaylarından, öncüllerinden, miraslarından biridir takip edenler bilir. Elfçe, Dwarfça, Ortak Lisan v.s. bu dillerden bazılarıdır. Usta, olmayan lisanlar yaratmış, onlara gramer de uydurmuştur. Bizdeyse çevirmenler ve yayınevleri yeni dil uydurmak bir yana kuralları belli olan Türkçe’nin canına okuyarak yeni garabet diller uyduruyorlar. Orkça’ya kaba bir dil deniyor ya “Taht Oyunları”nda kullanılan Türkçe ondan kaba ve kötü ötesi bir lisan olarak karşımıza çıkıyor.
Arkabahçe Yayıncılığın bastığı “Buz ve Ateşin Şarkısı / Taht Oyunları” George R. R. Martin’in ödül almış bir eseri. Nebulaya aday gösterilmiş, 1996 yılında da “Locus en iyi fantezi romanı” ödülünü kazanmış. İki cilt olarak yayınlanan kitap 1996 yılında Amerika’da, 2005 senesinde de ülkemizde basılmış (Daha doğrusu 2005’de basılan ilk kitap. İkinci kitabın basım tarihi künyesinde yok. Kapak imzasında ise 2008 yazıyor çizerin imzasının altında).
İlk cildin kapağı Yıldıray Çınar’a, ikincinin kapağı Kerem Beyit’e ait. İlk cildi yayına hazırlayan ve denetleyen ekiple ikinci aynı değil. Editör ilk ciltte Gamze Sarı iken ikincide Seda Ersavcı.
İlk kitabı çeviren Nazım Akman. İkinci cildi çeviren ise Özberk Uğurer.
Gelelim iki ciltteki güzel Türkçe’miz dersine. Ya da kısa bir açıklama daha yaparak başlayayım yazıma. İlk cildi okumaya başladığımda akmayan, yavan ve fazlaca düz bir anlatımın egemen olduğuna tanık oldum. Bu çevirmenden mi kaynaklanıyordu eserin orijinalindeki yazar dilinden mi bilemedim. Ancak dikkatimi çeken ve az sonra aşağıda yazacağım bir olay vardı ki çok sıkıcı olmasına rağmen eseri inatla okumaya devam etmek zorunda kaldım. İkinci cilde başladığımda ise katledilen Türkçe’ye yoğunlaşmak zorunda kalınca asıl takıldığım noktanın dışında da notlar almak zorunda kaldım. İşte bu yazının ortaya çıkış sebebi bu.
Kitabın öyküsü:
Bir zamanlar gerçekleşen bir istilayı ortadan kaldıran bir derebeyi mutlu mesut hayatını yaşarken tahtı ele geçiren arkadaşı Kral’ın onu ziyaret etmesi ve bir tür vezirlik teklif etmesiyle değişir. Kral ihanetlerden şüphelenmektedir. Derebeyi görevi kabul etmek zorunda kalınca ailesi adeta dağılır. Bu arada ülkenin kuzeyinde büyülü yaratıkların ülkeye girişini engelleyen “sur”un ötesinde hayaletler kol gezerken öldürülen işgalcilerin soyundan gelen iki kardeş müttefik bularak geri dönmenin hesabını yapmaktadırlar. Sonra, Bizans oyunları, suikastler, dürüstlerin kaybı, savaşlar ve taht’a çıkmaya çalışanlar…
Kuzeyinde sur bulunan “şövalyeli” ülke İngiltere’yi çağrıştırırken atlarla olan bağları ve gözlerinin çekik halkıyla Dothraki adlı ülke daha çok Moğol uyarlaması gibi geldi bana. Bununla birlikte hayli keyifli finali ve iki hayalet olayının dışında gönderme ve anlatılar dışında Fantastik hiçbir şey yok romanda. Unutmadan söyleyeyim finali okunduktan sonra eser “bu romanın devamı çok gürültülü gelecek gibi” dedirtiyor insana.
İlk ciltte takıldığım nokta:
Yazar, özellikle “cinsel” sahneleri betimlemekte hiç cimrice davranmamış. Sevişme sahneleri tüm ayrıntılarıyla adeta pornografik anlatımlarla aktarılmış kağıda. Ahlakçı davranarak buna takılmadım elbette. Bu yazarın seçimiydi ve cinsellik böyle de anlatılabilirdi. Ancak komik olan Arkabahçe Yayıncılığın sırf bu yüzden kitabın sırtındaki logosunun altına “yetişkin” ibaresini düşmesiydi. Kılıçların sallandığı, onlarca kişinin öldüğü, şiddetin ayrıntılı anlatıldığı bir edebiyat türünde “seks” görünce hemen önlem almaya kalkışılması bana tuhaf göründü. Sadece cinsellik midir “yetişkin” ibaresini zorunlu kılan? Kaldı ki ikinci ciltte böyle bir uygulama yok. Oysa seks sahneleri orada da ayrıntılı aktarılmış kağıda. Eseri “Yetişkin”lere yönelik olmaktan çıkaran ne oldu ki acaba?
İlk ciddi seks sahnesi “13 yaşındaki bir kızın yetişkin ve deneyimli bir erkekle sevişmesinin” ayrıntılı anlatımıydı. 109’uncu sayfada başlayan oynaşma 110’uncu sayfada doruğa ulaşıyor, deneyimli yetişkinin aşk oyunlarıyla küçük kızı nasıl azdırdığı, nasıl gaza getirdiği ve nasıl sekse razı ettiği anlatılıyor ayrıntılarıyla. Göğüslerine yaptıkları, parmaklarının nereleri ziyaret ettiği ve kızın erkeğin organına neler yaptığı anlatılıyor v.s.
Yazar 13 yaşındaki bir kızın cinselliğini anlatırken “eskiden erken evlenilirdi, ömür de kısaydı zaten”den yola çıkıyor romanda. Ancak ilginç olan iki cilt boyunca adeta “sübyancı” havasında hep bu kızcağızı seviştiriyor ayrıntılarıyla. Arkabahçe Yayıncılık da çeviride kısaltma yoluna gideceğine uzun uzun yukarıda ayrıntılarıyla aktaramadığım metni basmayı uygun bulmuş. “Yetişkin” ibaresi sübyancılığı meşruu gösterebiliyor mu yani?
Bu noktaya takıldım ve ikinci cilde geçtim:
Dil daha akıcıydı bir defa ve bunun hızlanan macera kurgusuyla bir ilgisi yoktu. Ama bu defa da ikinci çevirideki bozuk Türkçe ve iki çevirmen arasındaki iletişimsizlik ortaya çıktı. Kaldı ki iki metni ortak paydada birleştirmesi gereken editörlerin tam olarak ne iş yaptıkları belli değil metinde. Son okumaları kim yaptı? Yapıldı mı ki?
Yazım ve baskı hatalarıyla başlayan ikinci ciltte cümlenin bitmeden paragrafla ayrıldığını görüyoruz. Sola dayalı devam etmesi gereken cümle bir alt satıra atlayınca çoğunlukla paragraf başı gibi üç sütun içeriden başlıyor. Ardından ilk ciltte çevirmenin kararı olan kavram ve isimler aniden farklılaşıyor. “Cüce” olan adama “İmp” denmeye başlanıyor. “Karlakatili” “Kingslayer” oluyor. “Majesteleri” bir yerde “Grace” oluyor. “Kurbağa” “Toad” oluyor. “Bozneşe” “Grineşe” oluyor. “Kadimkurt” “Dehşetkurtları” olup duruyor. V.s. v.s.
İlk çeviriyle ikinci arasında bağ kurmak gibi bir zahmete girilmemiş adeta. Bununla birlikte nasıl oluyorsa ikinci çeviride sonlara doğru tekrar Türkçe kullanımlar göze çarpıyor. Ancak kelimelerin hatalı basımı bitip tükenmek bilmiyor. Bazı cümlelerdeki anlam bozuklukları da bunlara eklenince kitap okunmaz hale geliyor.
255. sayfada “Soğanın altındaki yüksek merkez odasına giderken bir dizi küçük odadan geçtiler” örneğindeki gibi bazı cümleler var ki “Soğan” kelimesinin aslında nesinin yanlış basıldığını bulamadım. Hani “Sokağın” olabilir, “Sofanın” olabilir, olabilir oğlu olabilir.
Yine 276. sayfadaki şu cümlenin Cem Yılmaz matematiğiyle bir ilgisi olup olmadığını merak ettim “Atını, Lorde Walder’ın Robb’dan iki yaş büyük ama on yaş daha genç ve gergin olan oğlu Oluyvar Frey tutuyordu”.
277. sayfada ise “Uzaklarda bir kuş hafifçe öttü, Catelyn bu keskin hırlamayı boynuna buz gibi bir el…. Bir başka kuş cevap verdi…” Hırlayan kuş duyan parmak kaldırsın, çevirmenimiz duymuş!
Dilbilgisinden ve Türkçe cümle yapılarından hayli habersizmiş gibi görünen cümlelere bir örnek de 339. sayfadan “Mızrakçılarımız kalkandan bir duvar oluşturup ve ilk taarruzlarına karşı koydu…”. “oluşturup ve”…
357. sayfada “doludizgin” ilerleyen bir “tekne” var.
359. sayfada ise en alt satırda bir dip not ibaresi olarak “1” rakamı konmuş ama sayfanın dibinde not yok. Kitap biterken görüyoruz ki “dip” not son sayfanın ortasında bekliyor okuyucuyu ve unuttuğu bir konuda “ç.n.” (çevirenin notu) olarak aydınlatıyor.
İkinci cilde dair not aldıklarım arsından sadece bazılarını aktardım. Gerisini bu yazıyı okuyanlar 377 sayfaya yaysınlar anlatmak istediğimi tam olarak anlarlar.
***
Haftalar sonra sırf zaman geçirmek ve zevk aldığım bir alanda kitap okumak isteğiyle kapağını açtığım bu iki ciltlik eserin bir işkenceye dönüşmesi çok ciddi bir hayal kırıklığı yaşamama neden oldu. Yaşadığım hayal kırıklığı sadece bu esere mahsus değil onu da belirteyim. İş-güç arasında Fantezi edebiyatına az zaman ayıran birine dönüşmüş biri olarak daha önce de iki kez bu tarz baskı ve çevirilere maruz kalmış olmam açıkçası fantezi edebiyatındaki çeviriler açısından endişelenmeme neden oldu. Kalite bu derece düştü de her gün daha kötüye mi gidiyor? Yoksa ben hep farklı yayınevlerinin garabetlerine mi denk geldim? Yoksa garabetler çok mu var piyasada da bu kaçınılmaz bir durum mu?
Dilerim yanlış seçimler yapan hep ben olayım hem zaten kötü örnekler de sadece bunlardan ibaret olsun.
George R. R. Martin’in sitesi:
http://www.georgerrmartin.com/
Not – Yazarı, çevirmeni, editörleri tanımamaktayım ve onlara herhangi bir garezim bulunmamaktadır. Bu yazı kişilere değil, çalışmalarına yönelik bir eleştiriyi kapsamaktadır. Alınan olursa altına imza attığı işin kendisini savunması gerektiğini hatırlasın lütfen. Edebiyatımızın bir çok alanında yapılan eleştirilerin artık fantezi edebiyatı için yapılmasının yarar sağlayacağı ümidiyle bu yazıyı kaleme almış bulunuyorum.
Ümit Kireççi