Suicide Squad – Filmi Mi, Çizgi Romanı Mı?
Suicide Squad benim en sevdiğim süper kahraman çizgi romanlarından biridir. Çünkü farklı ve yaratıcıdır. Süper kötüleri toplayıp onları iyi işler yapmaya zorlamak sıra dışı bir fikir olduğu gibi, karakterlerin birbirleriyle ve çevreyle ilişkilerini okumak da çok eğlencelidir. Ama film için aynı şeyleri söylemek zor. Hani komikti, güldük eğlendik ama o çizgi romandaki zevkin yarısını bile vermiyordu. Peki film neleri yanlış yapmıştı? Bunu anlamak için filmi en beğendiğim Suicide Squad hikayelerinden olan Dost Kazığı ile karşılaştırıp, ikisinin de iyi ve kötü yanlarını incelemek istiyorum. Ama önce Suicide Squad nedir, neyin nesidir ona bakalım.
Suicide Squad (İntihar Timi) veya resmi adıyla Görev Gücü X, ilk kez The Brave and the Bold çizgi roman serisinin 25. sayısında görünüyor. Kafalarında derilerinin içine yerleştirilen bombalarla devlet için çalışmaya zorlanan mahkumlardan oluşan takımın ilk hali şimdikinden tamamen farklı. 1940’larda ilk görülen Suicide Squad, Rick Flag önderliğinde suçla savaşmak için toplanan bir örgüt. Bugün bildiğimiz haliyle Amanda Waller tarafından kurulan ekip ise, ilk kez 1987 yılında Legends serisinde görülüyor ve Rick Flag’in oğlu Rick Flag Jr., Deadshot, Bronze Tiger, Enchantress, Blockbuster ve Captain Boomerang’den oluşuyor.
Benim incelemek istediğim cilt ise DC‘nin Flashpoint‘ten sonra yenilenen Suicide Squad’ın özgün hikayesini ve ilk maceralarını anlatıyor ve takım Deadshot, Voltaic, Black Spider, Harley Quinn, El Diablo ve King Shark‘tan oluşuyor. Adam Glass tarafından yazılıp Federico Dallocchio ve Clayton Henry tarafından çizilen Dost Kazığı, JBC Yayıncılık tarafından başarıyla dilimize kazandırılmış. Uyarayım, spoiler vermemeye dikkat ettim ama, araya bir kaç küçük spoiler karışmış olabilir. Uyarımızı yaptığımıza göre şimdi isterseniz filmin kitaba göre doğrularına bakarak başlayalım…
Suicide Squad’ın Kurulması
Filmin ilk yarısı genel olarak çok eğlenceli ve tam olması gerektiği gibiydi. Karakterlerin hikayeleri eğlenceli ve aksiyonlu bir şekilde anlatılmıştı. Filmi batıran şey ise, diğer yarıya bırakılan soruların üstünkörü cevaplanması ve olayların saçma bir şekilde çözülmesiydi.
Harley Quinn
Harley tam olması gerektiği gibi bir Harley’di. Çizgi romandaki gibi psikopat, komik ve aşıktı. Kıyafet fazla fan-service’ydi kabul, ama Harley zaten çizgi romanda da böyle giyiniyor. Orijin hikayesi tamamen bu ciltten alınmıştı.
Joker
Joker bence şimdiye kadarki en iyi Joker’di. Tabii daha önceki Joker’lere bir şey demiyorum hatta belki onlardan bazıları bu filmdeki Joker’den daha başarılı karakterlerdi. Ancak Jared Leto’nun Joker’i tam da çizgi romandaki bizim sevdiğimiz psikopat Joker’di. Tek eksiği Harley’e fazla değer vermesiydi. Sonuçta Harley’in bir yıl yanında olmadığını fark etmemiş bir adamdan söz ediyoruz.
Bu arada Dost Kazığı, Flashpoint sonrası kurulan Yeni 52 evreninde Joker’in kayıp olduğu bir yıllık sürecin içerisinde geçiyor. Ancak Joker’i, Harley Quinn’in filme neredeyse bire bir aktarılan kimyasal tanklarındaki flashback’inde görüyoruz.
Takımdaki Kişiler
Suicide Squad, üyeleri sürekli değişen bir takım. Filmdeki üyeler çok yerinde olmuş ve ilişkileri güzel işlenmiş. Voltaic yerine konulan Captain Boomerang çok daha eğlenceli bir karakter ve Killer Croc (filmdeki görünüşünü pek beğenmesem de) King Shark’tan daha çok tanınıp seviliyor. Ayrıca Suicide Squad ne olduğunu tam anlatmadan, aslında bir kötü değil; anti-herro olan Black Spider’ın filme katılması kötü olurdu.
Zombiler
Hem filmde hem çizgi romanda gördük ki zombiler bu takıma yakışıyor. Yurt dışında filmi bu yönden eleştirenler olmuş ama hem zombilerle kavga etmeleri hem de Captain Boomerang’ın zombilerin eşyalarını çalması çok eğlenceliydi.
El Diablo
Hem filmde hem çizgi romanda favori karakterim El Diablo oldu. Hikayesi beni kalbimden vurdu. Davranışları hikayenin en etkileyici yanıydı. Kendisine hem saygı duyduk hem de acıdık.
Amanda Waller
Filmde daha güzel olmuş dediğim tek şey Amanda Waller’dı. Zayıf ve sevimli görünen bir Amanda Waller’ı karaktere hiç yakıştıramamıştım.
Şimdi gelin filmin kötü yanlarına bir bakalım.
“E bu kadar güzel şey söyledin neyini beğenmedin o zaman filmin?” diyebilirsiniz. Film kitaptan koptukça saçmalamaya başlıyor. Öncelikle filmin en önemli karakterlerinden olan baş düşmanın hikayesi çok sığ ve yüzeysel bir şekilde geçilmiş. Çizgi romanla hiçbir ilgisi olmayan ve tek işlevi dansözlük olan bir Enchantress görüyoruz. Ayrıca eskiden tanrı olarak görülen bir büyücünün bomba ile yok edilmesi filmin en kötü sahnesiydi. İkinci en kötü sahneyse, Harley’in Enchantress’e saldırdığı şu lüzumsuz uzun ağır çekim sahnesi.
Enchantress’in bu filmde harcandığını düşünüyorum. Çizgi romanlarda Justice League Dark‘ın zar zor yendiği bir karakteri, Suicide Squad ile savaştırmak berbat bir fikir. Bu karakter Justice League Dark gibi daha karanlık filmlere saklanmalıydı.
Harley ile birlikte en öne çıkarılan karakter olan Deadshot ise sanki bir iyilik meleğiydi. Tamam kızını ne kadar sevdiğini biliyoruz ama bu adam soğuk kanlılıkla adam öldüren acımasız bir katil. Will Smith‘in bu rol için çok kötü bir seçim olduğunu düşünüyorum. Will Smith’in farklı rollere girmediği/giremediği herkesin bildiği bir şey. Çizgi romanda soğuk kanlı katil Deathshot’la tövbeli El Diablo’nun tartışmalarını okumak çok büyük zevk veriyordu. Filmde bu denenmiş ama başarılı olmamış. Filmdeki kopukluklar da eklenince filmi batıran en büyük hatalardan biri de bu olmuş.
Son olarak en büyük saçmalık Slipknot karakteriydi. Suicide Squad’ın neredeyse her çizgi romanında bir veya birkaç karakter diğerlerinin gözünün korkması için öldürülürdü, ama hangisinin öleceği bu kadar belli edilmezdi. Adamdan hiç bahsetmeden bir anda filme girdi ve çıktı. Eğer hikayesi biraz anlatılsaydı çok daha etkileyici olabilirdi.
Sonuç olarak Suicide Squad muhteşem olabilecekken birkaç hata yüzünden mahvolmuş bir film. Keşke çizgi romana biraz daha sadık kalınsaydı…
Yazan: Sadık Efe Sarıtunalı