Star Wars: The Last Jedi – Radikal, Cesur ve Nostaljik
Star Wars’un merakla beklenen 8. halkası “Star Wars: The Last Jedi” geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Rian Johnson yönetmenliğinde çekilen film hayranları resmen ikiye böldü. Bir takım hayran filmden memnun ayrılırken bazı hayranlar filmden hiç hoşlanmadı. Peki neydi hayranları bu denli kutuplaştıran?
2015 yılında Star Wars: The Force Awakens (Güç Uyanıyor) vizyona girdiğinde herkes bunca seneden sonra nasıl bir filmin geleceğini merak ediyordu. Kamera arkasında diğer bir kült seri Star Trek’in yeni serisine imza atmış olan J.J. Abrams vardı. Hayranlar uzun bir süre sonra böylesine nostaljik bir film ile karşılaştıklarına hayli memnun olmuşlardı. (Ben hariç keza The Force Awakens beni hiç tatmin etmemişti). Bu sefer merkezine Rey adlı geçmişini bilmediğimiz genç bir kadını alan film, hikaye örgüsünü asilerin devamı niteliğinde “Direnişçiler” ve yıkılan İmparatorluğu yeniden şaha kaldırmak isteyen “İlk Düzen” üzerinden kuruyordu. Film genel olarak iyi eleştiriler almış olsa da özellikle filmin 1977 yapımı “Yeni Umut”a oldukça benzer yanları olması sebebiyle bir o kadar da eleştiri almıştı. Rey ve Darth Vader’ın torunu, Han ve Leia’nın oğlu Kylo Ren arasındaki mücadeleyi izlemiş ve filmin sonunda Rey’in yardım istemek için Luke’a gitmesi ile veda etmiştik.
2 yıllık bir aradan sonra nihayet yeni film The Last Jedi (Son Jedi) vizyona girdi. Film The Force Awakens’ın kaldığı yerden devam ediyor. Rey, hem direnişçiler için yardım istemek hem de Jedi eğitimi almak için Luke’a gidiyor. Bu sırada direnişçiler ise İlk Düzen’in ağır saldırısı altında kaçmaya çalışıyor. Öncelikle şunu söylemek istiyorum, kimimizin çok sevdiği, kimimizin nefret ettiği bu film sıradan bir Star Wars filmi değil. Sıradandan kastım yanlış anlaşılmasın, alışageldik ve daha önce gördüğümüz bir senaryo örgüsü yok. (Filmdeki bazı sahneleri Empire Strikes Back ve Return of The Jedi’a benzetenler olduğunun farkındayım ama onlardan ayrılan noktalar çok fazla) Bol bol sürpriz, ters köşeler mevcut. Ve belki de bir Star Wars filminde bunları görmeye alışık olmayan seyirci için bu tuhaf bir durum. İşte bu nedenle hayranların ikiye ayrılmasına pekte şaşırmamalı.
Filmde paralel kurgu ile kahramanlarımızın hikayelerini izliyoruz. Yaklaşık 2.5 saat süren filmde bir yanda General Leia ve Poe Dameron’un İlk Düzen ile olan mücadelesini izlerken diğer yandan Rey’in Luke ile olan ilişkisini, bir diğer yandan Finn ve ekibe yeni katılan Rose’un direnişçilerin kaçması için sistemi bozabilecek şifre kırıcıyı bulmaları için çıktıkları macerayı izledik. Karşı tarafa baktığımızda ise yine kafası karışık ve öfkeli Kylo Ren’i gördük. Bu sefer Rey ile güç sayesinde daha da yakınlaşan ve hatta konuşabilen, birbirlerini görebildikleri sekanslara şahit olduk. Ve elbette Yüce Lider Snoke… Snoke noktası sanırım çoğu kişiyi şok etmiş durumda. Ona da geleceğiz.
Radikal Kararlar, Yeni Bir Yol
Çok net söylemeliyim ki Rian Johnson radikal kararlar alarak çok farklı bir film ortaya koymuş ki benim oldukça hoşuma gitti. The Force Awakens’ta göremediğimiz ama bu filmde oldukça uzun bir süre yer verilen uzay savaşları Johnson’ın muhteşem bakış açısıyla dakikalarca nefes tutarak kendisini izletti. X-Wing ve Tie Fighter’ların amansız kapışması sanırım 2 saat sürse kimse hayır demezdi. Star Wars evrenine pek çok yenilik getirdiğini düşündüğüm bu film ayrıca kadın karakterleri ön plana çıkararak farklı bir perspektif sunuyor ki bu da bence gayet yerinde bir hamle.
Filmde aydınlık ve karanlık tarafın gerekliliği sorgulanırken Jedi’in kendi ile yüzleşmesi gibi dikkat çekici unsurlar var. Bazı hayranlar tarafından Luke’un bezmiş ve korkak halinden şikayetçi olanlar, inatçı keçiye dönmüş diyenler olduğu gibi eleştiriler yapıldı. Filmde de altının çizildiği gibi öğrencisini kaybetmiş ve hatta onu öldürebilecek noktaya gelmiş bir Jedi ustasının pişmanlığı var. Bir adaya kaçmış ve dediği gibi ölmeyi bekliyor. Aslında biraz da akli dengesini bu süreçte yitirmiş denebilir. Bu süre zarfında Jedi inancına oldukça kafa yormuş ve kafasında tartmış ki Rey’e Jedi son bulmalı diyor. Bakın burada aslında Luke’un düşündüğü olaylar, kibir yüzünden Kylo’yu kaybetmek mevzusu hatırlarsanız “Revenge of the Sith” (Sith’in İntikamı, 2005)’te Darth Sidious tarafından Yoda’ya söylenmiş “Kibriniz sizi kör etmiş” söylemi ile uyuşuyor. Ve hatta Luke’un Rey’e Jedi kibri yüzünden Sidious ve Darth Vader’ın yaratıldığı konusundaki konuşma da bunu destekliyor. Yani Luke’un Jedi son bulmalı demesi düzenin yanlış olduğunu düşünmesinden.
“Güç”ü Tanımlamak
“Güç”ün tanımı bu sefer gerçekten güzel bir şekilde ifade edilmiş ve sahnelerle harika bir şekilde desteklenmiş. Güç’ün kayaları kaldırmak, zihni okumak gibi şeylerden çok daha fazlası olduğunun altı çiziliyor. Bir nevi Yoda’nın “Empire Strikes Back”te yaptığı tanımı tamamlıyor. Bir başka nokta Luke ve Rey arasında sürekli bir anlaşmazlığın olması. Rey, daha çok eski inanca sahip çıkmak isterken Luke bu inancın yararsız olduğu düşüncesinde. Hatta bu nedenle Rey’i eğitmek istemiyor. Ve yine o kadar sinirleniyor ki eski Jedi öğretisi kitaplarını yakmak istiyor. Filmde sürekli “eskiyi bırakmalıyız” söylemi burada da kendisini gösteriyor. Bunu Rey ile Kylo arasındaki diyaloglarda da görüyoruz. Ayrıca burada bir parantez açmak istiyorum, “Güç sana özel değil, herkeste var, kullanmasını bilene” gibi bir söylem oluşturulmuş gibime geldi, bunun nereye varacağını da merak etmiyor değilim.
Yoda’nın Luke ile konuştuğu sahnede ise sanırım herkesin tüyleri diken diken olmuş, geçmişe bir yolculuk yapmıştır. Önemli olanın kitapların varlığı değil, kişide o bilginin var olması vurgulanırken Yoda’nın sarf ettiği “öğrencileri kendimizden daha iyi eğitmeliyiz” ve “en büyük öğretmen başarısızlıktır” gibi muazzam ifadeleri kullandığı sahneler Luke’un da inancını yeniden hatırlatan ve canlandıran anlardı diye düşünüyorum.
Snoke’un Kaderi ve Yarım Kalan Sorular
Yüce Lider Snoke ise bir düello aksine oldukça ilginç bir şekilde hayatını kaybediyor. Sanırım hayranların da burada aklı karışıyor. Çünkü Darth Vader ve Sidious’tan bile güçlü tasvir edilen Snoke’un henüz bir sith bile olmayan bir çocuk tarafından öldürülmesi şaşırtıcı. Ancak ben bu durumu şöyle görüyorum; o anda nefretten gözü dönmüş Snoke’un Kylo’ya fazlaca konsantre olmuş olması ve Kylo’nun her nasılsa Rey’e odaklandığını Snoke’a inandırması ve o anda dikkati dağılan Snoke’a darbe indirmesi şeklinde yorumluyorum.
Bu noktada “o kadar güçlü bir sith tehlikeyi nasıl hissetmez?” sorusu sorarsanız şayet ben de size şunu derim, “Return Of The Jedi” (Jedi’in Dönüşü, 1983)’a dönüp bakalım; Sidious Luke’a öldürürcesine Force Lightning ile işkence yaparken Dart Vader’ın ona iki kez bakıp kaldırıp aşağı atacağını tahmin edememesi gibi bir durum söz konusu olabilir. En azından benim düşüncem bu yönde. Snoke kimdi, neden geçmişine değinilmedi gibi pek çok soru kalmış olsa da bunun son bölümde yanıtlanması muhtemel. Hayranların çok kızdığı bu cevaplanmamış sorular için fazla aceleci davranılıyor diye düşünüyorum. Sonuçta yönetmenler, senaristler her şeyin farkındalar, ortada bir vizyon farkı olması doğal. Bazı soruların son anda cevaplanması ya da hiç cevaplamayarak gizemini koruması gibi farklı tercihlerde bulunabilirler. Bu hoşunuza gider ya da gitmez, bu durum beni rahatsız etmedi. Farklı bir yöntem izlemeleri hoşuma dahi gitti. Burada beklentiler devreye giriyor elbette. Keza kafalardaki şablonlar her daim filme oturamayabiliyor.
Bu noktada bir de filmin deneysel yönünü göz önünde bulundurmakta fayda var diye düşünüyorum. Filmin baştan beri söylemi “eskiyi bırak”. Yani film aslında alıştığımız bir gidişatı da terk etmemiz gerektiğini söylüyor zaten. Klasik bir ilerleme ve klasik bir Sidious – Luke ya da Obi-Wan – Anakin sahnesi görmeyeceğimizi işaret ediyor kanımca. O nedenle altı ısrarla çizilen bu söylem ile deneysel bir gidişatı beklemek gayet doğal. Filmin zaten bu kadar sürprizli ve ters köşe yapması da Johnson’ın bu söylemine adeta sırt yaslıyor. Bir de artık Snoke kim, tanıyor muyuz, Rey’in ailesi Obi-Wan mı Luke mu gibi sürekli bir akrabalık veya tanıdık ilişkisi beklemekten vazgeçmek gerekiyor sanırım.
Kylo ve Rey Arasındaki İlişki
Jedi ve Sith’i bitirelim, yeni bir başlangıç yapalım diyerek Rey’e el uzatan Kylo’nun geleneklere bağlı ve umudunu kaybetmeyen Rey’den yana şansı şimdilik gülmeyecek gibi görünüyor. Ancak Snoke’un ölümünden sonraki Royal Guard’lar ile yapılan çifte düellonun gözlere bayram ettirdiği kesin. Ayrıca ben bu yeni filmlerde Kylo Ren’e fazla yüklenildiğini düşünüyorum. Sebebi ise filmin zaten Kylo Ren’i ihtişamlı bir kötü, sith lordu gösterme gibi bir derdi olmamasına rağmen herkesin fazlaca “Böyle sith mi olur?” şeklinde söylemlerle eleştirmesi. Film, Kylo Ren’i kafası karışık babasını öldürmüş, hocası tarafından hayal kırıklığına uğramış ve bir Sith lordu tarafından aklı çelinmiş çocuk olarak göstermek istiyor. Adam Driver bu rolün altından başarı ile kalkmakla kalmıyor şu ana kadarki en iyi performanslarından birisini sergiliyor.
Rey ile olan ilişkisi, birbirleri ile güç sayesinde iletişim kurarak yakınlaşmaları filmin en ilginç yanlarından biriydi şüphesiz. Bazıları bunun duygusal bir yöne doğru gittiğini düşünebilir. Ancak ben yine de son bölümde durumun böyle bir yere evrileceğini düşünmüyorum. Kısaca hemen gaza gelip”Star Wars sıradan bir aşk hikayesine döndü” gibi aceleci cümleler kurmamak lazım.
Hepsi Makine, Özgür Ol, Asla Katılma
Filmde bir başka değinilen nokta, daha önce “Rogue One”da da belirtilen “aslında kimse sadece iyi ya da kötü değildir, gri taraflar da vardır” alt metinlerinin burada bir kez daha gözler önüne serilmesi. Kumarhane sahnesinde, oradaki zenginlerin İlk Düzen’e silah temin ederek zengin oldukları belirtilirken şifre kırıcı karakterimiz DJ’in çaldığı gemide yalnızca İlk Düzen’e değil, direnişe de silah satıldığını hologramda göstermesi ve söylemesi, Finn’i hayal kırıklığına uğratıyor. Ayrıca DJ’in para karşılığı Finn ve Rose’u ele verdiği sahnede Finn’e dönüp “Bugün onlar kazanır, yarın sen” cümlesi dünyadaki silah ticaretinin ve buna bağlı savaşların kaçınılmaz olduğunu bir manada dile getiriyor. Yani savaşlarda kazanan taraf olmaz, işin kuralı böyle, o gün senin paran vardır sen silah alırsın yenersin, şartlar onu gerektirir, başka bir gün ise diğeri. Hatta kendi sözleriyle iyi, kötü diye bir şeyin olmadığını söylemesi, silahları (ve ayrıca tarafları) ima ederek “hepsi makine, özgür ol, asla katılma” demesi bile tarafların aslında hiçbir şekilde masum olmadığına vurgu yapıyor.
Kökleri Korumak
Rey ve Luke arasında geçen pek çok etkileyici sahne var. Bunlardan birisi de Luke’un Jedi felsefesinde kafasına yatmayan kısımları anlatmasına rağmen Rey’in ısrarla “seni bırakmam” tavrı aslında filmde bir paradoksu barındırıyor. Yani filmde eskiyi bırakmalıyız dense de eninde sonunda “Ben son Jedi olmayacağım” şeklinde bitirilmesi, özde bu felsefe ve inancın devam etmesi, köklerin korunması gerektiğinin bir işareti olarak yorumlanabilir. Yani her ne kadar yenilikçi bir film olsa da en azından karanlık-aydınlık taraf bağlamında farklı bir yöne gidileceğini sanmıyorum. Zaten son sekansta bunun toparlandığını söylemiştim. Bu noktada da çok fazla kafa karışıklığı yarattığının farkındayım ancak bunu da bir süreç ve son filmde daha da netleşecek bir detay olarak bakmamız gerektiği kanaatindeyim.
Renkli Karakterler, Başarılı Oyunculuklar
Karakterlere ve oyunculuklara değinmek gerekirse, Oscar Isaac’in hayat verdiği direniş pilotu Poe Dameron, asi yanını sürekli ortaya koyarak bu filmde gerçek potansiyelini göstermiş. Direnişçilerin yeni lideri olma yolunda emin adımlarla olgunlaşarak ilerliyor. Finn’in ise bu filmde çok etkili olduğunu söyleyemeyeceğim. Ancak Captain Phasma ile olan sekansı gerçekten etkileyiciydi. Filme yeni katılan Rose karakteri ise sanki görevde Finn yalnız kalmasın diye ortaya çıkmış gibi. Olmasa da olurmuş hissiyatı uyandırdı. General Leia ve Luke özlediğimiz ihtişamlı karakterleri ile arz-ı endam ederken Rey ve Kylo ise filmdeki çoğu kilit sahnede beraberler ve gerçekten bu sahneler çok iyi kotarılmış.
Mark Hamill’in yıllar sonra Luke olarak dönüşü destansıydı. Vedası yürek burksa da hafızalara kazınacak bir performans sergilemiş. Leia’ya bu filmde uzun uzun yer vermeleri çok güzel ve anlamlıydı. The Force Awakens’ta çok sınırlı yer alan Leia’ya bu defa gerçekten uzun ve ihtişamlı bir rol biçilmiş. Ayrıca malum uzay sahnesi çok eleştirilmiş olsa da benim hayli keyif aldığım bir andı.
Rey ise ilk filmde olduğu gibi yine filmin parlayan yıldızı olmuş. The Force Awakens’ın nadir sevdiğim yönlerinden birisi olan Daisy Ridley, performansı ile yine harikalar yaratmış. Luke ile olan ilişkisi güzel yazılmış, aralarındaki diyaloglar etkileyiciydi.
Adam Driver’ın adeta karakterle bütünleştiği ve muazzam bir performans sergilediği Kylo Ren’in hala kafasının karışık olduğunu, duygularından emin olamadığını bu filmde bir kere daha gördük. Flashback’ler ile hem Kylo hem de Luke açısından ilişkilerini etkileyen olayların nasıl geliştiğini görürken Luke’un karanlık tarafını da görmek, en azından iki farklı cepheden resmedilmesi güzel bir detaydı.
Filmde yeni tanıştığımız ve başarılı aktör Benicio Del Toro’nun canlandırdığı şifre kırıcı DJ ise az ama öz gözüktü diyebilirim. Onun görevinin daha çok yine gri alanları göstermek, bir tarafa körü körüne bağlanmamak gerektiğini anlatmak olduğunu düşünüyorum, keza usta aktör başarılı ile rolünün hakkını vermiş.
Captain Phasma’ya gelirsek, Game Of Thrones dizisi ile tanıştığımız Gwendoline Christie’in hayat verdiği karakter aslında potansiyeli çok yüksek bir karakter olarak gösterilse de nedense oldukça her iki filmde de kısır bir şekilde kullanılıyor. Ancak bu filmde en azından Finn ile güzel bir kapışma sekansı izledik. Sanırım bu film ile seriye veda edecek ama umarım geri döner (yine). Başarılı İrlandalı oyuncu Domhnall Gleeson’ın canlandırdığı General Hux ise Rian Johnson’ın azizliğine uğramış gibi. İlk filmde pek hırslı görünen Hux bu filmde şamar oğlanına çevrilmiş. Esasen The Force Awakens’ta nadir sevdiğim şeylerden birisi de Hux idi. “A New Hope”da Tarkin’i çok seven biri olarak onun gençliği gibi ciddi, sert ve karizmatik resmedilmesini umuyordum ama filmden de anlaşılacağı üzere bir Tarkin – Vader uyumu ortaya çıkmıyor. Aslında saydığımız, filmde olan tüm karakterler renkli, iyi ve eğlenceli ancak sorun altlarının çok dolu olmamasından kaynaklanıyor bir nebze. Sanki biraz daha destek gerekiyor bu bağlamda. Senaryodaki bazı aksaklıklar da göze batsa da eğer bu gibi detayları çok problem etmezseniz filmden keyif almanız mümkün.
Yeni gezegenler ve yeni ırklar George Lucas’ın kurduğu evrene uyumlu bir portre çiziyor. Zaten bundan dolayıdır ki Lucas filmi beğendiğini söylemiş.
Filmde pek çok komedi öğesi mevcut. Bazı hayranlar bundan da rahatsız olmuşa benziyorlar ancak beni çok da rahatsız etmediğini söylemem gerek. Esprilerin yanı sıra Porg ve Caretaker denilen yaratıkları izlemek epey keyifliydi. Filme ayrı renk kattıkları kesin.
Filmin müzikleri yine her zaman olduğu gibi John Williams imzalı ve az da olsa yeni bestelerin yanında orijinal üçlemeden de parçalar duymak hayli heyecanlandırdı. Eskiye filmlere nazaran daha az bestesi olmasına karşın her halukarda Star Wars’un olmazsa olmazlarından birisi de hiç kuşkusuz John Williams…
Ve aramızdan ayrılanlar… Muhteşem bir Luke sekansı seyrettikten sonra güce kavuşması çok etkileyiciydi. Sanıyorum benim gibi orijinal üçleme ile büyüyenler için oldukça duygusal anlardı. Şahsen çocukluğumda “A New Hope”ta iki güneşe bakarak hüzünlü bir şekilde ufka dalan genç Luke’u hatırlayınca, ölürken yine aynı şekilde o ufka bakarak güce kavuşması yüreğimi burktu. İnsan o günlere dönüyor, o hisleri hatırlıyor. Bu benim açımdan eşsiz ve hafızama kazınan bir veda oldu.
Geçtiğimiz sene ani ölümü ile hayranları yasa boğan, gönüllerin daimi prensesi Carrie Fisher’ın hayat verdiği General Leia’yı 9’uncu bölümde nasıl göreceğimiz, ya da görüp göremeyeceğimiz ise hala muamma. Gönül ister ki yeniden görelim ancak CGI olarak görmeyeceğimiz açıklandığına göre kaderi hakkında nasıl bir karar aldılar, bekleyip göreceğiz. Rian Johnson’dan sonra ise ipler 9. bölümde yine J.J. Abrams’a geçiyor.
Kendi bakış açısı ile Star Wars’a farklı bir yorum getiren Rian Johnson’ın The Last Jedi’i, orijinal üçlemenin tonuna yakın, biraz deneysel, biraz karmaşık, köklere bağlı ama aynı zamanda yenilikler sunan, kimilerinin muhtemelen beğenmeyeceği ama benim de içinde yer aldığım bir kesimin oldukça seveceği, seri içerisindeki favorilerinden olacak bir film.