Preacher 3. Bölüm İncelemesi “İhtimaller”
İki haftadır başı kesik tavuktan hallice ortalıkta koşan Preacher, yeni bölümüyle nihayet bir şeyleri yavaş da olsa açıklamaya başlıyor. İsterseniz lafı daha fazla uzatmadan, Preacher’ın son bölümünde yaşananları tartışmaya başlayalım.
Yazıya geçmeden hemen belirtiyorum – incelememiz çizgi romanı okumayı düşünenler ve yeni bölümü henüz izlememişler için bol miktarda SPOILER içeriyor!
İlk olarak belirtmek istediğim nokta, dizimiz nihayet adam akıllı bir açılış jeneriğine kavuştu! Oldukça da başarılı bir jenerik olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Bu haftanın bölümü, gizemli kovboylardan ve uzaydan gelen kutsal varlıklardan oldukça uzakta, günümüzde başlıyor. Tulip’i öve öve bitiremediği haritasını değerli bir bilgi karşılığında bir önceki bölümde bahsettiği Danny ile takas ederken görüyoruz. Bu sahnedeki en önemli diyalog tam da bu takastan sonra; Tulip, Danny’e haritayı kimin istediğini sorduğunda gerçekleşiyor. Tulip’in sorusuna aldığı cevap oldukça net: Grail Endüstri.
Kimdir bu Grail Endüstri? Çizgi romanlarda da yer alan ve kendilerini İsa’nın soyunun saflığının korunmasına adamış olan örgütün dini bağlantılar “kutsal kase” anlamına gelen “grail” sözcüğünden de yeterince belli oluyor. Bölümün ilerleyen dakikalarında Danny haritayı, küçük bir sinema salonunda, gelen seslerden oldukça iç açıcı bir film izlediği belli olan, gizemli bir karaktere teslim ediyor.
Çizgi romanı okumuş olanların o beyaz takım elbiseyi tanımamış olmasına imkan yok, bu gizemli beyefendi şüphesiz ki The Grail’ın arkasındaki beyin Herr Starr.
Karakterin kana ve vahşete olan ilgisini vurgulamak için seçilen sahne oldukça başarılı. Starr’ın nasıl bir kişilik olduğu, izlediği filmle çizgi romanları okumamış olanlara kısa ve öz bir biçimde, gayet güzelce anlatılıyor.
Serinin en önemli karakterleri beklediğimden büyük bir hızla bir araya geliyorlar. Eğer tüm karakterler bu hızla olay örgüsüne dahil olmaya devam ederlerse daha ilk sezon bitmeden dizi şampiyonlar ligine dönecek. Tabii ki bunun avantajlarının yanında dezavantajları da olacaktır. Birbirinden ilginç, detaylı ve büyük karakterlerin yer aldığı iyi kurgulanmış bir hikaye izleyicinin ilgisini canlı tutmak için birebir fakat böylesine karmaşık karakterlerin yoğun ve dolambaçlı bir hikaye içinde kaybolması izleyiciyi fazlasıyla sıkacaktır.
Bölümün ilerleyen dakikalarında Jesse’nin yeteneklerini git gide benimsemeye başladığına ve sırrını Cassidy ile paylaşmasına şahit oluyoruz. Justin Bieber’ı sevdiğini itiraf etmekten uçmaya kadar, Jesse, Word of God ile Cassidy’e normalde yaptırmasının neredeyse imkansız olduğu şeyleri teker teker yaptırıyor. Fakat Jesse gücünün boyutlarıyla birlikte sınırlarının da farkına varıyor.
Hatırlarsanız bir önceki bölüm, Jesse’nin komadaki Tracy Loach’a gözlerini açmasını söylemesiyle bitmişti. Yeni bölümde Jesse’nin güçleri işe yarıyor ve Tracy gerçekten de gözlerini açıyor – ne yazık ki bununla da sınırlı kalıyor. Tracy,Jesse’nin ağzından Word of God ile çıkan komutu harfi harfine yerine getiriyor, ne eksik ne de fazla.
Üçüncü bölümde seyirci Odin Quincannon ile ilk etkileşimlerini yakalama fırsatı da buluyor. Önceki bölümde de bariz olan tekrar vurgulanıyor: Odin manyağın teki. Donnie Schneck’i zevk için aşağılamasından tutun da odasında tek başına oturup mezbahadan gelen sesleri dinlemesine kadar, çizgi romanlardaki Odin’in ruhu bu kısa anlarda bile izleyiciye başarıyla aşılanıyor. Öyle görünüyor ki çizgi roman sayfalarından ekrana başarıyla taşınan karakterlerden biri de şüphesiz ki Odin Quincannon olacak.
Ve tabii ki Tulip, Jesse’yi kendisine katılmaya ikna etme çalışmalarını ısrarla sürdürüyor. Jesse’nin tüm itirazlarına ve babasına verdiği sözü hatırlatmasına rağmen Tulip bu uğraştan bir türlü vazgeçmiyor. Tulip’in ikna konuşmaları sırasında, bölüm başında edindiği önemli bilginin ne olduğunu da öğreniyoruz: Zamanında Jesse ve Tulip’e büyük bir kazık atan Carlos’un son bilinen adresi. Bu küçük hikayede çizgi romanda olmayan ve senaryoya sonradan dahil olan olay örgülerinden biri. Carlos meselesi ilginç bir olaya dönüşebileceği gibi gereksiz bir detay çıkma potansiyeli de taşıyor. Yorum yapmak için çok erken, olay örgüsünün ilerlemesini sabırsızlıkla bekliyorum.
Jesse’nin intikam hırsına yenik düşüp Tulip ile Carlos’u öldüreceğine inanlar ise haksız çıkıyor ve Jesse, Donnie Schneck ile tuvalette yaşadığı küçük maceranın ardından Annville’e geri dönüyor. Meğerse dayaklara doyamayan Donnie, Jesse ve Tulip’i takip etmiş ve Jesse’nin girdiği tuvaletteki kabinlerden birine saklanmış. Donnie, yenilen pehlivan misali Jesse’ye silah çekiyor ve ondan, ilk bölümde kendisinin çıkardığı tavşan sesini çıkarmasını istiyor. Word of God sayesinde durumdan sıyrılmayı başaran Jesse, gücünün dehşetiyle ilk defa burada yüz yüze geliyor.
Fiore ve DeBlanc ikilisi de sanki elektrikli testere ile parçalara ayrılıp bir ağacın dibine gömülmemişlercesine sapasağlam çıkıyorlar karşımıza. Jesse’yi bulmak umuduyla kiliseye küçük bir iade-i ziyarette bulunan talihsiz ikili, bu sefer de Cassidy’nin kullandığı kamyonetin altında kalıyorlar. Ama tabii ki bu onları durdurmaya yetmiyor. Cesetlerin yüzlerine gördüğünde klon olduklarına kanaat getiren Cassidy, kilisenin bodrumundan kürek almak için binanın içine girdiğinde ikili vampirimizin yolunu kesiyorlar ve başlıyorlar her şeyi açıklamaya.
Cassidy ile birlikte izleyici de Fiore ve DeBlanc’ın cennetten gelen melekler olduğunu ve Genesis’i ait olduğu teneke kutunun içine koyarak insanlara zarar vermesinin önüne geçmeyi amaçladıklarını öğreniyor. İkilinin oyunculuklarını başarılı buluyorum fakat sahneleri beni nedense oldukça sıkıyor. Olaylar açısından taşıdıkları önem bariz fakat belki de sahnelerindeki yavaşlık, hantallık sınırına doğru ufaktan kayıyor ve bu da beni sıkıyor.
Dikkatimi çeken ara sahnelerden biri de Eugene ile babası arasında geçen konuşmanın gerçekleştiği sahne oldu. Eugene babasına, Tracy’nin gözlerini açtığından bahsediyor ve ardından ekliyor, “Belki de yanında bir arkadaşa ihtiyacı vardır?” Babası ise bu teklifi oldukça katı bir dille reddediyor ve Eugene’i aptalca bir şeyler yapmaması konusunda tembihliyor. Belki de Eugene intihar etmeye çalışırken yalnız değildi; önce zavallı Tracy’i sonra da kendini öldürmeyi denedi fakat ikisinde de başarısız oldu. Belki de bu yüzden ikinci bölümde ayin çıkışı esnasında bir grup adam Eugene’in arkasından “Katil!” diye bağırdı. Tabi ki şimdilik bunların hepsi kuru tahmin, ilerleyen bölümlerde göreceğiz.
Üçüncü bölüm aksiyondan ziyade izleyicinin kafasında oluşan temel soruları açıklamaya yönelik olmuş. Tempo ikinci bölüme kıyasla oldukça yükselmişti ve çizgi romanın ağır toplarından birinin de sahaya inişiyle ilerleyen bölümlerde, şuan için eksikliğini hissettiğimiz aksiyona doyacakmışız gibi gözüküyor.
İncelememize noktayı koyarken sizleri, Jesse’nin çizgi romandaki tipine gönderme olduğunu düşündüğüm, eski Jesse ve eski Jesse’nin şahane saç modeliyle baş başa bırakıyorum.
Haftaya görüşmek üzere, Tanrı’nın Kelamı yanınızda olsun!