Oyunu Oynamayanlara Devasa Kapıyı Açan Son Dilek – The Witcher İncelemesi
Pegasus Yayınları bizi Türkçe The Witcher’a Şubat 2017’de kavuşturdu. The Witcher’ın oyununu oynayanlar için ayrı bir yeri olduğunu biliyorum. Ben, oyunu oynamadan okumaya başlayanlardanım. Ama seriyi ve çizgi romanları tamamlayana kadar oyunları da oynayacağıma emin olabilirsiniz. “İlkini oynama” ya da “2 ve 3’le de hayat çok güzel” diyenler var ama sanırım onları dinlemeyeceğim. Yine de oyunu henüz oynamadığım için kendimi kötü hissetmediğimi eklemek istiyorum. Zaten oyundan önce kitap vardı. Ben sadece sırayı takip ediyorum. Gerçi, sıra karışsa da sorun değil çünkü seri Türkçe’de yayınlanma sırasıyla değil, olayların kronolojik sırası gözetilerek yayınlanacak. Anlayacağınız ortalık biraz karışık.
Kitabın arka kapağında yazan ilk cümle, “İngiltere için Tolkien, Amerika için George R. R. Martin neyse Doğu Avrupa için Sapkowski odur,” olunca Andrzej Sapkowksi’yi merak etmemek olmuyor pek tabii. 1948’de Polonya’da doğan Andrzej Sapkowski yolun yarısını biraz geçtikten artık satış temsilciliği yapmak istemediğini fark ediyor. 1986’da ilk kısa hikayesini yayınlıyor. “The Witcher” – tabii orada adı “Wiedźmin”- Polonya’nın ünlü fantastik edebiyat dergisi Fantastyka’da yayınlanıyor ve çok başarılı oluyor. Üç hikaye derlemesi ve beş romandan oluşan Witcher dünyası Sapkowski’yi 90’lar Polonya’sının en ünlü fantastik yazarlarından biri yapıyor. En önemli eserleri Witcher dünyasına ait olsa da diğer hikâye ve romanlarıyla da pek çok ödüle layık görülüyor. Böylece, pek çok klasik hikaye bambaşka hallerle ve pek çok yeni ve eski fantastik yaratık raflarımızda yerini almış oluyor.
“Wiedźmin” İngilizceye “Witcher” olarak çevrilmesine rağmen, İngilizce yayınlanan ilk kitabın adı “Hexer“dır. Polonyalı oyun yayımcısı CD Projekt, Witcher evrenini temel alarak yarattığı oyun için “Witcher” ismini kullanmaya karar vermiştir. Yani 2007 Ekim’inde raflarda yerini alan oyunların adı Witcher iken, yan sırada Hexer kitapları satılmaktaydı. Neyse ki Pegasus yayınları biz de Türkçe bir ad üretmek gibi bir karar almamış. Hatta fantastik yaratıkları da kendi isimleriyle bırakmış ve oyunu oynamayan bizler için baştan bir sözlük bile eklemişler.
Son Dilek; The Witcher evreninin kronolojik sıralamasındaki ilk, yayın sıralamasında ise ikinci olan romanı. 1993 yılında yayınlanan romanın Türkçe baskısı ancak bu yıl bizlere ulaştı. Kitapta, Riviyalı Geralt’ın tapınakta inzivaya çekilmesinin hikayesini okuyoruz bir yandan da 6 farklı hikayesini daha öğreniyoruz. Kitap 7 bölümden oluşuyor; Mantığın Sesi, Witcher, Ufak Bir Gerçeklik Payı, Ehvenişer, Bedel Meselesi, Dünyanın Ucu ve Son Dilek. Bence her bir bölüm isminden bir Anadolu Dizisi de çıkarmış. Aman Türk yapımcılar kitabı görmesinler.
Bölümlere göz gezdirdiğimde en çok seveceğim bölümün Yennefer’lı Son Dilek olacağını düşünmüştüm. Malum Yennefer hem çok güzel, hem iyi bir büyücü hem de Geralt’ın büyük aşkı. Ve en çok aksiyonun olduğu bölüm diyebiliriz. Başına buyruk ozan Dandelion olmasa ne yapardın sen Geralt? Yine de sen sevdiğim bölüm Pamuk Prenses masalını çok daha farklı ve çok daha kötücül şekliyle okuduğumuz Ehvenişer bölümüydü. Geçtiğimiz sene Witcher filmi duyuruları yapıldığında da bu iki bölümün filmiyle karşılaşacağımız söylenmişti zaten. Ama ben film konusunda umutlanmamayı yeğliyorum. Haberlerinden sonra bir daha kendisini göremedik çünkü. Gördük mü? Umarım bir yerlerde gözümden kaçmıyordur.
Riviyalı Geralt bir büyücü ve savaşçının oğludur; çocukluğunu Kurt Okulu’nda Witcher eğitimi ile geçirir ve biz hem bu kitapta, hem de oyunlarda onun hikayelerini takip ederiz. Yıllarca zorlu eğitimlerden geçer ve son olarak ölümcül iksirleri de yenerek pek çok güçlü özelliğe sahip olur. Sonrasında gelen mutasyon deneyi ise onu her yerde tanımamıza sebep olan beyaz saçlarına kavuşturur. İksirleri yenmek mutasyon deneyi vb. diye bahsedip geçtiğime bakmayın bu son aşamaları çok az kişi başarabilmiş ve Witcher olabilmiştir. Aslında mutasyon deneyini sadece Geralt başarıyla tamamlayabilmiştir. Kitap boyunca Geralt’ın yorgun olduğunu, kuralları olduğunu ve dostlarına önem verdiğini ve çok güçlü bir Witcher olduğunu okuyoruz. Ama hem Geralt’ı hem de eğitimini ve geçmişini en iyi anladığımız bölüm Mantığın Sesi bölümü oluyor. Bu bölümde yeni bir hikayeye doğru geri dönmüyoruz ancak hikayeleri bence bu bölüm birbirine bağlıyor ve bir roman haline getiriyor.
Witcher öyküsü yazın tarihinde Riviyalı Geralt ile ilk kez karşılaştığımız öykü, bu öyküde aynı zamanda Kral Foltest ve striga dövüşüyle de tanışıyoruz. Burada sizi bir konuda daha bilgilendirmem gerekiyor. Bölümün sonuna doğru Witcher evreninde miyiz yoksa Game of Thrones’ta mı diye kapağa tekrar bakmak isteyebilirsiniz. Evet, Witcher evrenindesiniz ve evet burada taht oyunları oynanıyor. Sadece çılgın ateş yerine farklı yöntemler kullanıyorlar.
Kitapta sadece Pamuk Prenses’in değil Güzel ve Çirkin hikayesinin de farklı bir versiyonuyla karşılaşıyoruz. Ancak Ufak Bir Gerçeklik Payı öyküsü hiç de düşündüğümüz gibi bitmiyor. Üstelik tüm kitap boyunca en çok Nivellen’le empati kurabilmişken… Hayır, tüm kitap boyunca empati kurabildiğim tek karakterin neden çirkin canavar olduğunu sorgulamayacağım.
Bedel Meselesinde de hem taht oyunlarını hem de aslında bildiğimiz masalları andıran bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Hikayede Kraliçe Calanthe’nin kızı Pavetta’yı koruma ve güçlü ittifaklar kurmak için neler yapabildiğini görüyoruz ve hikaye yine çok başarılı bir sonla bitiyor. Sanırım ben kitapta hikayelerin kendisinden çok hikayelerin sonlarını daha çok sevdim. Çok yaşa Sapkowski!
Dünya’nın ucunda ise Dandelion’la tanışan ve ozanla çıktığı ilk macerasında Şeytan’la karşılaşan Geralt’la birlikte biz de değişen Dünya’yı, o Dünya’nın sonunu ve Elflerin yaklaşan sonunu görüyoruz. Elflerin sonunu hep beraber hissediyoruz diyelim.
Geçtiğimiz yıl bizim dünyamızda bir Witcher Okulu açıldığını duymuştum. Belki de bizim Dünya’mızdan da yeni Witcher haberleri almaya başlarız, kim bilir? Okçuluk, kılıç eğitimi, simya gibi dallarda eğitim görmüş bir Witcher’la karşılaşma olasılığımız var mı acaba? 350 Euro’su olan ve bu parayla yapacak daha iyi bir şeyi olmayan sevgili Witcher’ları bir de Anadolu hikayelerinin peşinden koşmaya davet etmeyi planlıyorum. Ben de Witcher olayım derseniz tanıtım linki burada. Yine de bana sorarsanız ülkece Witcherlar’ı aratmayan bir macera temposuna sahibiz zaten.
“İlkini oynama” kim dediyse itina ile boğazlayabilirim. hepsini oynamak gerek, ayrım yapılamaz. ama ileri giderek ilk oyunun favorim olduğunu söyleyebilirim, dövüş sistemi de bence güzeldi