Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri İncelemesi
İlgili olanların bildiği gibi Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri (Mortal Instruments: The City of Bones) filmi bu Ağustos’ta sinemalarda gösterime girmişti. Yakın zamanda evinizde izleyin diye kitapçılara ve filmcilere de düşen filmi, aynı isimli uyarlandığı kitabıyla anlatalım.
Öncelikle sevgili Frpnet okuyucusu, şunu belirtmenizde fayda var. Bahsi geçen Cassandra Clare’in kitap serisi olan Ölümcül Oyuncaklar, fantastik genç erişkin kitaplarıdır. 6 cildi var, Türkçe’ye Artemis Yayınları hepsini kazandırmış ve oldukça da popüler olduklarını söyleyebiliriz. Zaten filminin çekilmesini bu popülariteye bağlıyorum. Kitaba ve filme geçmeden önce konudan bahsedelim öncelikle.
Clary isimli genç kızımız, annesiyle yalnız yaşamakta ve okula gidip gelmektedir. Doğum gününden birkaç gün önce arkadaşı Simon’la beraber bir diskoda biri yakışıklı olmak üzere 3 dövmeli gotik tipin bir adamı bıçaklayıp öldürdüklerini görür fakat kendisi dışında kimse olayı görmediği gibi ceset de yok olmuştur, bu sebeple konuyu çok deşmez. Ertesi gün yine kankisiyle dışarıdayken annesi arar ve korkmuş vaziyette eve kesinlikle gelmemesini söyler. Bizimki durur mu, hemen atlar eve gelir ve bir bakar ev dağılmış, üstüne üstlük köpeğimsi bir canavar üzerine saldırmaya hazırlanmaktadır. Bir gün önceki yakışıklı katil Jace, kızı kurtarmaya gelir ve kendisinin bir Gölgeavcısı olduğunu ve kızımızı vampirlerin, kurtadamların ve ifritlerin gerçek olduğu bir hayata sürükler. Annesini kaybeden Clary de çaresiz, gerçekleri öğrenmek ve annesini bulmak için elemanın peşine takılır.
Buraya kadar konu aslında hiç fena değil. Bu ayarda pek çok fantastik genç erişkin kitapları var ve bazılarının konusu bu kadar bile değil. Filme kitaptan önce maruz kaldığımı belirterek söylemeliyim ki, film de çok kötü değildi. Sonuçta ne Hobbit izliyorsunuz ne de Tarskovski. Bu bilinçle, Alacakaranlık devamı yaratılan havadan nasiplenmeye çalışan ve şahsi kanaatimce Alacakaranlık’tan daha bile iyi (yine söylüyorum, kendi yelpazesi içinde değerlendirildiğinde) bir senaryo ve oyunculuğa sahip olan bir film izlediğimi söyleyebilirim. Kınalı saçlı Clary’i Lily Colins, annesini Lena Headey, ukala Gölgeavcısını da Jamie Campbell Bower oynuyor ve kötü adam rolünde Jonathan Rhys Meyers son yarıda alıyor filmi eline. Sonunun gerçek bir Türk filmine bağlamış olması oldukça rahatsız edici olsa da, 2 saati biraz geçkin film önce uzun gibi geliyor fakat izlenebilir. Ve düşünüyorsunuz, “fena değildi, o zaman ‘kitap>film’ kuralına göre kitap daha iyi bile olabilir”. Daha fazla yanılamazdınız.
[Dikkat! Bu paragraf spoiler içerebilir] Kitap, oldukça acemi bir yazarın elinden çıkmış. Bunu nereden anlıyoruz? Kitap ilerlemiyor sevgili okuyucu. Olaylar çorba halinde, betimlemeler zayıf ve bir genç erişkinin kendini içeride hissetmesine olanak vermeyen bir karakter tanımlama eksiği var. Örneğin Jace. Bu tip kitapların olmazsa olmazı ukala, fazla yakışıklı, güçlü ve kendini tehlikeye atarken düşüncesiz bir eleman ve Jace de öyle. Yani en azından biz öyle olduğunu ümit ediyoruz zira kitabın başında tanıtılan karakterin özelliklerinden o kadar az bahsedilmiş ki, bilmesem ve ileriki sayfalarda bir daha görmesem, aynı eleman olduğu belirtilmese yan karakter derim. Ukalalığı anlaşılması mümkün olmayan laf sokmalara dayanıyor, yakışıklıdan çok sokak çocuğu tipli, vasat zekalı bir oğlan.Ya Clary’e ne demeli? Kız 15 yaşında, resimle ilgileniyor fakat minimum atletik vücuduyla ifritin tekini ilk günden yere seriyor. Uyarılmasına rağmen Gölgeavcıları’na güvenmeye devam ediyor, etrafındakiler annesinin de bu külte dahil olduğunu söyledikçe defalarca “hayır olamaz”lar geliyor, babasının kötü adam olduğunu öğrenince yine bir inanmazlıklar silsilesi… Anlatılmaz yaşanır bir anlatımı var kitabın ve açık söyleyeyim ben yarıda bıraktım. Zira “elmanın tadı yeşil ve soğuktu” cümlesinden sonra başka okunacak bir şey kalmadı benim için. Sonunda anladım ki, filmin senaryosunu yazan insanın eli öpülesiymiş ve bu enkazdan ortalama bir film çıkarmış. Tutarlı bir ilerleyiş, kızın yaşının 18’e çıkması (kitapta 15), gereksiz sahnelerin atılması gibi iyilikler hep seyircinin hayrına. Bu arada belirtmekte fayda görüyorum, kitap bir Harry Potter fanfiction olarak, Ron/Ginny karakterleri için yazılmış başta, başta da dediğim gibi amatörce bir ilgiyle. Bu sebeple daha iyi bir kitap çıkabilecekken bunu sağlayamayan suçlu olarak yazardan çok editörü görmekten kendimi alamıyorum. Yazarı merak eden varsa, kendisi Fantastik Yazarlar Takvimi’nde Eylül güzeli.
Velhasıl okuyucu, gişesi çok iyi olmayan filmin devamı Küllerin Şehri önümüzdeki sene çekilecekmiş. Açıkçası kitapları okuyup sinirimi bozmaktansa devam filmlerini beklemek daha mantıklı geliyor şimdilik. Gerçi sonu acayip bir yere bağlanan ikili nasıl devam edecek diye merak etmiyor değilim fakat edebiyata olan saygım daha fazla. Canınız sıkılıp “bugün kolay izlenir, ergenliğimi yaşatır ama biraz da fantastik bir şeyler izlesem de ne izlesem,” derseniz Kemikler Şehri fena bir tercih olmaz.
İlk kitap maalesef öyle ama ikinci kitaptan itibaren yazarın tecrübe kazandığını ve karakterlerin geliştiğini görüyoruz. Betimlemeler konusunda da bana biraz çevirmenin problemi gibi geldi. Ben seriyi İngilizce’sinden okuduğumda göze batan bir eksiklik ve soğukluk yoktu betimlemelerde. Tabi bir Dragonlance kadar olamaz betimlemeleri. Ama popüler genç fantastik eserlerine göre gayet de iyi betimlemelere sahip.
Sıkı bir fantastik kurgu takipçisi olarak raflarda gördüğüm fakat bir türlü elimin gitmediği kitabın filmini görünce hemen atladım. Son dönemlerde filmler de en az kitaplar kadar başarılı oluyor çünkü ve yaklaşık 3 saat süren bir film, genelde kitabın %80’ini anlatıyor.
Bir heyecanla başlayan filmin ilk sahneleri, yan koltukta oturan blu çağı kızlarının yakışıklı baş rol oyuncusunun her bir hareketinde çınlayan kıkırdamalarıyla bozulmuş olsa da filmin ilerleyen sahnelerde bir heves güzelleşmesini bekledim ama olmadı ki olmadı. Verdiğim parayı çöpe atsam daha iyidi diyebilirim. Bu film sayesinde artık iç güdülerime daha çok güvenir oldum. Bir daha elimin gitmediği kitapların filmlerine asla gitmeyeceğim.
Hayatımda izlediğim en bktan fantastik filmdi. Özellikle de kitabını okumuş ve az da olsa beğenmiş biri olduğumu düşünürsek.
Rezalet, iyi ki korsan izlemişim.
katılmıyorum. ingilizcesini okudum da yukardaki yazıyı yazdım ve emin ol, o kadar çok uyduruk ergen kitabı okuyorum ki kimseye bahsetmiyorum bile ve rezalet bir kitap. konu şahane olabilirmiş, stephenie meyer bile aptal bir konudan okunabilir 4 kitap çıkarmış ama bu kadın ve editörü ne yazık ki sefil biçimde harcamışlar. açıkçası üzüldüm.