AYBABTUİncelemeler

Nosferatu: Yeni Bir Dehşet Senfonisi

Robert Eggers‘in uzun süredir beklenen yeni filmi Nosferatu sonunda vizyona giriyor. Ama yılın en merak edilen korku filmlerinden biri olan bu filmi sadece kendisini kullanarak incelemek yeterince etkili olmayacaktır. Çünkü Nosferatu bir asrı aşkın bir sinematik mirasın üzerine kurulu ve kendinden önce gelenlerin hepsinden beslenen bir film. 

Murnau’nun Noseratu’su

Vampir kavramı balkan folklorunda kökleri bulunan bir mit. Modern halini alması ise Bram Stoker’ın 1897’de yazdığı Drakula adlı romanıyla oldu. Sessiz dönemden beri sinema kendine konu ararken genelde edebiyata başvuruyordu. Alman yönetmen F. W. Murnau da hikayeyi üzerinde değişiklikler yaparak uyarladı ve ortaya bir başyapıt çıkardı. Alman Dışavurumculuğunun önemli eserlerinden biri olan film abartılı ışıklandırmaları, açıları ve setleriyle korkunç bir atmosfer yaratıyordu. Max Schreck’in oynadığı vampir Kont Orlok ise sinema tarihinin en ikonik vampirlerinden biri haline gelmişti. Film korku sinemasında bir dönüm noktasıydı ve kendinden sonra gelen yapımları ciddi miktarda etkileyecekti.

F. W. Murnau’nun Nosferatu’sunda Max Schreck

Murnau ortaya bir başyapıt çıkarmıştı ama bir problem vardı, kitabın telif haklarını almamıştı. Murnau kitaptaki bütün karakter adlarını değiştirmişti, bazı sahneleri çıkarmış ve kitapta olmayan ciddi eklemeler yapmıştı ama yine de Dracula’dan ciddi bir esinlenme olduğu şüphesizdi. Stoker 1912 yılında hayatını kaybetmişti ama eşi Florence Stoker hayattaydı. Florence filmin yapım şirketine bir telif davası açtı. Davanın sonucunda filmin var olan her kopyasının yok edilmesi kararı çıktı. Ama film bir çok ülkede gösterilmişti ve sonuçta film yok edilemedi.

Nosferatu bunca zorluktan kurtulduktan sonra yavaş yavaş bir efsaneye dönüştü. Sessiz dönemin en önemli yönetmenleri arasında kabul edilen Murnau’nun ilk ciddi başarısıydı. Film de korku sinemasının temel eserlerinden biri kabul ediliyor. Vampirlerin günışığıyla öleceği konsepti gibi herkesin bildiği bazı fikirleri bu film ortaya attı. Nosferatu bugün bile korku severler arasında kült klasik olarak izlenen bir film. Aradan geçen bir asra rağmen çoğu sahnesi etkisini koruyor.

Murnau Sonrası Nosferatu

Werner Herzog’un Nosferatu’sunda Klaus Kinski

Murnau’nun filminin etkisi filmin hala izlenmesinin ötesinde bir etki. Çünkü o film sadece korku severleri değil gelecek yönetmenleri de etkiledi. Öyle ki Alman yönetmen Werner Herzog 70li yıllarda bir Drakula uyarlaması çekmeye karar verdiğinde filminin adı Drakula değil Nosferatu olacaktı. Herzog Stoker’ın romanından çok Murnau’nun filmine sadık kalmayı seçiyordu. Ama hikayenin sonu ve vampirin kişiliği de dahil olmak üzere bazı kritik sahneleri değiştiriyordu. Bu tercih filmi modernize etmeye yarıyordu. Herzog’un Nosferatu’su ve orada Klaus Kinski’nin oynadığı Drakula hala vampir filmleri arasında önemli bir yere sahip.

Murnau’nun Nosferatu’sunda vampir Kont Orlok‘u oynayan Max Schreck korku sinemasının en ikonik görsellerinden biri oldu. Sünger Bob gibi korkuyla uzaktan yakından alakası olmayan yapımlar bile Schreck’in görüntüsünü kullandı. Schreck rolünde öyle inandırıcıydı ki insanlar onun gerçekte de bir vampir olmadığına inanmakta zorlanıyordu. Bu inanç bir filmin konusu bile oldu. Shadow Of The Vampire isimli 2000 yapımı film Nosferatu‘nun çekim sürecini anlatıyordu. Ve filmin konsepti Schreck’in gerçekten bir vampir olmasıydı. Murnau‘nun Nosferatu‘su bir asırdır yeniden çekimlere ve filmin çekimi hakkında filmlere ilham veriyor. Bu zincirin en yeni halkası da Eggers’in Nosferatu‘su. 

Robert Eggers’in Kariyeri

Nosferatu Robert Eggers‘in önceki filmlerinden izler taşıyan bir film. Bu yüzden yeni Nosferatu’ya geçmeden önce Eggers’in kariyerinden de biraz bahsetmek gerekir. Kendisi son 10 yılın en iyi çıkış yapan yönetmenlerinden biri. İlk filmi The Witch‘le korku sinemasına yeni bir soluk getiren Eggers daha ilk filminden sinema dilinde büyük bir ustalık gösteriyordu. İkinci filmi The Lighthouse ise insan psikolojisinden kaynaklanan bir korkudan besleniyordu, drama da korku kadar ön plandaydı. Üçüncü filmi The Northman‘de Eggers korku sinemasından tamamen uzaklaştı ama bunu ilk iki filminin dertlerini taşıyan bir tarihi drama ile yaptı. Nosferatu kendisinin dördüncü filmi ve orijinal hikayesi kendisine ait olmayan ilk filmi.

Eggers’in şimdiye kadar çektiği tüm filmler dönem filmiydi. The Witch‘te 17. yy amerikası, Lighthouse‘ta 19. yy sonlarında bir deniz feneri, The Northman‘de 10. yy iskandinavyası döneme sadık ve inandırıcı şekilde resmedilmişti. Eggers bir yandan bu dönemlere sadık kalırken bir yandan da hikayelerini modern bir perspektiften anlatmayı başarıyordu. İşlediği temel dertler ise yalnız kalan insanların psikolojileri, insanların din (veya doğaüstü) kavramlarıyla ilişkileri ve doğa karşısında çaresiz kalıp küçük hisseden insanlar şeklinde özetlenebilir.

Yeni Nosferatu Nasıl Olmuş?

Eggers sinemasıyla ilgili önceki paragraflarda geçen bütün özellikler Nosferatu’da rahatça görülebiliyor. Film aynı Murnau’nun Nosferatu’su gibi 19. yüzyıl Almanya’sında geçiyor. 1838 yılındaki tarihi dokunun setler ve kostümlerle veriliş şekli yönetmenin önceki filmleri kadar güçlü. Film ayrıca Eggers’in ilk filmi The Witch‘ten sonra paranormal korkuya dönüşünü simgeliyor. Saf korku filmlerine verdiği iki filmlik ara Eggers’in korku sinemasına dair reflekslerini köreltmemiş. Film anlık bir ürkütme yerine atmosferin verdiği rahatsız ediciliği tercih ediyor. Ama bu jumpscare gibi anlık ürkütme yöntemlerinden tamamen yoksun olduğu anlamına da gelmiyor.

Eggers’in filmlerindeki ana temalardan biri hep doğanın gücü karşısında aciz kalan sıradan insanlar olmuştur. Burada insanlar doğa karşısında değil doğaüstü güçler karşısında çaresiz kalıyor. Ama o acizlik hissi aynı şekilde devam ediyor. Eggers’in yönetmenliğinin güçlü yönlerinden biri bu acizliği kamera açılarına da yansıtmasıdır. İnsan figürünün küçücük kaldığı uzaktan çekimlerle insanın etrafındakilere kıyasla ne kadar küçük ve güçsüz olduğunu anlatır. Nosferatu bu tercihe izin verecek kadar açık arsalarda geçmiyor ama açık alanlardaki az sayıda sahnede yine böyle çekimler görmek mümkün. Eggers’in yönetmenlik anlamında en iyi yaptığı şey tam kararında karanlık bir görsellik yaratmak. Karanlık her sahnede hissediliyor ama olanları görmek imkansız değil. Eggers ışığı eksik bir film değil karanlık bir film çekmeyi başarmış.

Filmdeki ana karakterlerimiz pozitivist düşüncenin hakim olduğu bir Almanya’da yaşayan sıradan insanlar. Bu pozitivist fikirlerin unutturduğu vampir gerçekliğini kabul etmekte zorlanıyorlar. Modern toplumun insanlara eski geleneklerini unutturduğu filmde doğrudan Orlok tarafından söyleniyor. Pozitivist düşünceye inanan karakterlerin karşısına da okült fikirlere inanan Prof. Albin Eberhart Von Franz (Willem Dafoe) çıkıyor. Film modern toplum reddetse bile bilim ile açıklanamayacak şeylerin var olduğunu savunuyor. Ama doğaüstü güç fikri benzer temalar işleyen diğer Eggers filmlerindeki kadar iyi işlemiyor. Öbür filmlerinde karakterler bu paranormalin varlığına inanır. Bizim gördüğümüz şey geçmişin materyal gerçekliğinin objektif bir yansıması değil o yılda yaşayan bir insanın psikolojik gerçekliğinin ve inançlarının gerçek gibi sunulmasıdır. Bu filmde bir yan karakter hariç bütün karakterlerin bir vampir görene kadar vampirlere inanmaması psikolojik gerçeklikten doğan derinliği ortadan kaldırıp hikayeyi daha realist hale getiriyor. Korku filmlerinde psikolojik gerçeklik materyal gerçeklikten önemlidir, Nosferatu’da rüya sahneleri haricinde filmin gerçekliği fazla somut hissettiriyor.

Nosferatu Ve Cinsellik

Vampir mitolojisi tarihi boyunca cinsellikle iç içe olmuştur. Stoker’ın Drakula‘sından başlayarak neredeyse her vampir öyküsünde cinselliğin ana unsurlardan biri olduğunu görebiliriz. Orjinal Nosferatu da cinsellik üzerine bir şeyler söylüyordu ama Eggers bu konsepti daha açık gösteriyor. 

Filmin ana meselelerinden birisi Ellen’ın 19. yüzyılın katı ahlak anlayışı sebebiyle bastırılmış cinselliği. Ellen’ı ana karakter haline getirmesi de bu eleştiriyi güçlendirmeye yarıyor. Erkek karakterlerde olmayan psikolojik derinliğin Ellen’da(Lily Rose Depp) olması bu temayı güçlendirmek için yapılmış bir ekleme. Ama Eggers senaryonun ana hatlarını değiştirmiyor. 100 yıl önce yazılan final sahnesi hikayenin Eggers’in feminist yorumuyla derinleşen gidişatıyla çelişiyor. Film Eggers’in benzer temaları işlediği ve kendi orijinal hikayesi olan The Witch‘in aksine cinselliğini özgürce yaşamak isteyen kadın karakterinin cinselliğini olumsuz bir özellik olarak resmediyor ve bunu finalde onu kurban etme sebebi olarak kullanıyor. Eggers Viktoriyen dönemin muhafazakar toplumundaki katı ahlakçılığı eleştirmek istese de uyarladığı senaryo eleştirdiği ahlak anlayışının bir ürünü. Eggers’in senaryonun ana hatlarına sadık kalması filmin finalini feminist açıdan problematik hale getiriyor.

Nosferatu

Filmde Kont Orlok‘un(Bill Skarsgård) etkisine kapılan tek karakter Ellen değil. Kocası Thomas(Nicholas Hoult) da işinde terfi almak için Kont Orlok’un şatosuna gidiyor. Aynı şekilde Thomas’ın patronu Knock(Simon McBurney) da güç arzusuyla Kont Orlok’a çekiliyor. Ve finalde o da bu arzuları sebebiyle cezalandırılıyor. Ama Ellen ve Knock’u günahları yüzünden cezalandıran film Thomas’ın da benzer günahlar işlediğini görmezden geliyor. Ellen’ı şehveti Knock’u ise kibri yüzünden canlandıran hikaye Thomas’ın açgözlülüğünü cezalandırmaya değer bir günah görmüyor.

Film Eskilere Benziyor Mu?

Filmin Murnau‘nun Nosferatu‘suna hayranlığı öyküde de görsellikte de hissediliyor. Hikayenin ana hatları aynı kalsa da Eggers Murnau’nun filmini birebir çekmiyor. Eski filmde olan ama Eggers’in filminde eksik sahneler kadar Eggers’in eklediği sahneler de var. Murnau’nun ikonik görsel imgelerini bu filmde de görmek mümkün. Ama Eggers’in tek beslendiği kaynak Nosferatu değil, görsellik Bram Stoker’ın kitabındaki betimlemelere de uygun. Eggers’in dokunuşu da Stoker ve Murnau’nun kalıntıları da hissediliyor filmde.

Film genelde vampiri Kont Orlok’u göstermemeyi tercih ediyor. Orlok’un göründüğü sahnelerin çoğunda da onu iyi aydınlatılmış mekanlarda değil loş ışıkta gölgeler içinde gösteriyor. Filmin Kont Orlok’u az gösterme tercihi onun görünüşüne alışmamızı önlüyor. Seyirci bir şeyi düzenli olarak gördükçe o şeyi görmeye alışır, görsel etkisini yitirir. Film Orlok’un göründüğü her sahneden sonra görünmediği uzun boşluklar bırakıyor. Bu sayede ilk göründüğündeki ürkütücü etkiyi muhafaza etmeyi başarıyor. Bill Skarsgård‘ın derinden gelen, orta avrupa aksanlı, kalın konuşma sesi ve belirgin nefes alıp verişleri de karakterin görsel dizaynına bir kişilik katıyor.

Filmin ana karakteri ne bu evrenin Van Helisng’i Prof. Albin Eberhart Von Franz, ne filmin ismini belirleyen vampir Kont Orlok ne de bu evrenin Jonathan Harker’ı Thomas Hutter. Filmin en çok zaman ayırdığı, geçmişini en detaylı bildiğimiz, karakter Ellen Hutter. Eggers daha önce defalarca anlatılmış bir öyküyü daha önce yeterince odaklanılmamış bir karakteri derinleştirerek anlatıyor. Ellen karakterinin bu kadar iyi işlemesindeki en önemli faktörlerden biri şüphesiz Lily-Rose Depp. Duygusal anlarda karakterin sorgulamalarını ve derinliğini vermeyi başarırken Orlok’un etkisi altına girdiği anlarda ise Exorcist ve Ringu gibi korku filmlerinden esintiler sunan bir performansa geçiş yapıyor.

Nosferatu da diğer Eggers filmleri gibi geçtiği dönemin havasını hissettirmek için eski bir İngilizce kullanıyor. Ama Almanya’da geçen filmde karakterlerin İngilizce konuşması seyirciyi filmden koparıyor. Romanya’da geçen sahnelerde yerel halkın sadece Romence konuşması da bu tutarsızlığa dikkat çekiyor. İnsanların ana dillerinde konuştuğu bir evrendeysek neden Almanya’da herkes o dönemin İngilizcesini konuşuyor? Hollywood filmlerinin seyirci anlasın diye yaptığı tercihler genelde göze batmıyor. Ama Nosferatu çoğu filmin aksine insanların başka dilde konuştuğu sahneler koyarak kullanılan dile dikkat çekiyor.

Sonuç

Peki korku sinemasının gözde genç yeteneklerinden birinin türün en büyük klasiklerinden birini yeniden yorumladığı bu film nasıl olmuş? Filmin en güçlü yönü karanlık ve atmosferik sinematografisi. Willem Dafoe, Lily-Rose Depp, Bill Skarsgård ve Nicholas Hoult gibi isimlerin oyunculukları gerçekten başarılı. Bir korku filminde en önemli şey atmosferi kurmaktır ve film bunu yapabiliyor. En büyük sıkıntısı filmin ana olay örgüsünün 100 yıllık olması. Film üzerinde derin tematik analizler yapmaya çalışınca filmin olay örgüsü bu analizleri taşıyamıyor. Nosferatu her korku severin sinemada deneyimlemesi gereken bir yapım. Aynı zamanda korku filmi sevmeyenlere de hitap edebilecek klasik bir hikayeyi yeniden anlatmakta başarılı. Ama sunduğu derin duran problemler aslında oldukça sığ.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu