Kolaya Kaçılmış Anlık Korku Filmi – Pet Sematary Film Eleştirisi
Gün geçmiyor ki yeni bir Stephen King uyarlaması beyaz perdeye yansıtılmasın. 2019 model Pet Sematary (Hayvan Mezarlığı) de vizyona giriş yapmış oldu.
Korku, gerilim türü denildiğinde akla gelen ilk yazarlardan biri olan Stephen King, adeta yeniden keşfediliyor. Eski, yeni demeden adamın tüm kitaplarını beyaz perdeye yansıtmak için bir yarış var adeta.
1989 yılında, Stephen King’in en sevilen romanlarından biri olan Pet Sematary (Hayvan Mezarlığı) film olarak çekilmişti. Hatta doyamayıp bir de 1992 yılında devam filmini hazırlamışlardı. Bazen yapımcıların nerede duracağını bilmesi gerekiyor. Yeni Pet Sematary de bu sınıfa giriyor sanırım.
Ölüler Ölü Kalmalı!
Bu film eleştirisinde çok fazla kitap-film karşılaştırması yapmak istemiyorum fakat yeni uyarlamanın çoğu yerde kitaptan uzaklaştığını da söylemem gerek. Kitapta birkaç kere bahsi geçen olaylar filmin ana hattını belirlerken, ana temasını belirleyen olaylardan neredeyse hiç bahsedilmiyor ya da baştan aşağı değiştirilmiş bir biçimde bizlere sunuluyor.
Kevin Kölsch ve Dennis Widmyer, sinema konusunda kendilerini kanıtlamış iki yönetmen ama daha çok pişmeleri gerekiyor. Kitabı biraz yanlış anladıklarını düşünüyorum. Evet, King bu romanında korku ögelerini çok iyi kullanmış olmasına karşın kitap baştan aşağıya bir korku romanı olarak adlandırılamaz. Daha çok gerilim ve gizem üzerine kurulu. Fakat nedense bu yapımda, öcürtmeli böcürtmeli korku temasından bir an bile vazgeçilmemiş.
Pet Sematary genel anlatımı itibariyle bir-iki diyalog ve üzerine eklenmiş anlık korku sahnelerinden (Jump Scare) oluşuyor. Karakterlere biraz alışalım, yaklaşmaya çalışalım derken hoop Jump Scare geliyor. Olağan bir konu üzerine konuşuluyor. Hoop Jump Scare. Yetmedi mi? Jump Scare üzerine Jump Scare çakalım ki filmin korku filmi olduğu belli olsun, demişler adeta.
Kendi adıma konuşmam gerekirse, korku filmlerinden çok haz alan bir izleyici değilim. İşin gizemli ve gerilim taraflarıyla daha çok ilgileniyorum. Hele bir de işin içinde 80’ler benzeri plastik makyaj varsa, demeyin keyfime. Bu anlık korku sahneleri hangi filmde olursa olsun bana keyif vermediği gibi filmle olan bağlantımı da kesmeye başlıyor. Ne yazık ki Pet Sematary, bu özelliği çok kullanıyor. Bu yüzden hikayeyi takip edebilmek ya da karakterlerin sorunlarına odaklanabilmek adına vaktiniz kalmıyor.
Romandaki anlatıma göre değişiklik gösteren olay kurgusu da bir iki öge üzerine odaklanmış. Rachel’ın kız kardeşiyle olan geçmişi çok önemliymiş gibi aktarılıyor. Başlarda asıl korkmamız gereken Hayvan Mezarlığı’nın kendisiyken sırf finalde biraz daha izleyiciyi germek için Rachel’ın geçmişini öne atıyorlar.
Kaldı ki oyuncu kadrosu çok da parlak değil. Bir iki isim dışında keyifle izleyebileceğiniz oyunculuk yok. Rachel’ı canlandıran Amy Seimetz’in aşırı ürkek anne tavırları, gerçek dışı bir karakter çiziyor. Benim adıma film boyunca oyunculuk namına izlenebilecek isimler, Ellie rolüyleJete Laurence ve Jud’u canlandıran John Lithgow oldu.
Gerçek Korku Bu Değil!
Pet Sematary ne yazık ki vasat bir uyarlama filmi olarak kalmış. Stephen King romanlarına hayran olan izleyiciye sunabileceği çok fazla içeriği yok. Korku sinemasından hoşlananların ise keşfedebileceği yeni şeyleri yok. Bu sebeplerden ötürü sınıfta kalıyor.
Örneğin, 2017 yılında vizyona giren It çok başarılı bir uyarlamaydı. 1990 yapımı uyarlamanın üzerine çıkamamıştı belki ama Stephen King’in o tekinsiz kasaba havasını başarıyla ekrana yansıtmıştı. Pet Sematary’de, ne o kamyonların cirit attığı yolda bir tekinsizlik hissedebiliyorsunuz, ne de mezarlığın kendisiyle karşılaşınca…
Genel izleyici için hoşça vakit geçirebilecekleri bir film olabilir. Fakat Stephen King hayranları için boğucu ve sıkıcı bir tecrübe olacaktır.