İncelemeler

Kambur Kambur Üstüne: Tüm Panayırların Heyulası İncelemesi

Tüm Panayırların Heyulası ile Kayıp Rıhtım, bünyesindeki güçlü kalemleri ucube temasında buluşturmuş. Fantezi, korku, bilim kurgu ve polisiye türündeki 20 öykü, bir açık büfe gibi türlü tatlar sunuyor.

İthaki Yayınları bir süredir Türk edebiyatına katkı veren güçlü kalemleri öykü kitabı derlemelerinde buluşturuyor. Bilimkurgu Kulübü‘nün yazarları, hikayelerini Yeryüzü Müzesi‘nde bir araya getirmişti. Hatta arka kapak yazısını Ursula K. Le Guin’den alarak bizi hayli heyecanlandırmışlardı.

Türk okurları genelde fantezi ve bilim kurgu türlerinde çeviri eserleri tercih ediyor. Ancak İthaki Yayınları 2019’da Pangea Kitaplığı serisini başlatarak bu durumu değiştirmek için bir adım attı. Mehmet Berk Yaltırık‘ın Istrancalı Abdülharis Paşa kitabıyla başlayan seride bir kısmı Yeryüzü Müzesi veya Kayıp Rıhtım yazarı olan birçok yazarın öykü ve romanları bulunuyor. Pangea Kitaplığı, Tüm Panayırların Heyulası’ndan önce Silsile ve İlk adlı öykü kitaplarını da okurlarla buluşturmuştu.

Pangea Kitaplığı’nın son üyesi Tüm Panayırların Heyulası oldu. Bu kez Kayıp Rıhtım‘ın yazarları bir araya gelerek bir öykü antolojisi yarattılar. Öykülerini de ortak bir temada buluşturdular: Ucube. Üstelik, tema ve yazarlar yeterince ilgi çekici değilmiş gibi, Ebrahel Lurci de kitaba muhteşem bir kapak görseli hazırlamış. Ortaya tadından yenmez bir cilt çıkmış.

Panayır gezmek gibi bir deneyim

Hiç panayır gezdiğimden değil de işte… Hani fuarlarda, sirklerde, lunapark ve panayırlarda eğlencelerin derlemesi belli bir kuralı takip eder ya: Gelen her müşterinin ilgisini çekebilecek, ona hitap edebilecek bir ürün olmalıdır. Mesela lunaparka giden biri yaşına ve ilgi alanına göre ister dönme dolap ile, ister korku tüneli ile eğlenebilir. Kimisi çarpışan arabaları tercih ederken kimisi kum torbasını yumruklayarak rekor kırmayı dener.

İşte Tüm Panayırların Heyulası da böyle bir deneyim. Yirmi yazarın elinden çıkma, bambaşka türlerde ve bambaşka tarzlarda hikayeler bu kitapta bizleri bekliyor. Öyle ya da böyle, her okurun ilgisini cezbedecek bir öykü var bu kitapta. Ancak tabii ki her okurun her öyküyü beğenmesi de beklenemez. Panayırda ya da sirkte nasıl ilginizi çekenlerle hoşça vakit geçirip diğerlerini pas geçiyorsanız bu kitapta da pas geçeceğiniz birkaç öykü olabilir. Sonuçta zevkler, renkler ve tuhaflıklar tartışılmaz.

(Tema ucube olunca ister istemez aklım o diziye gitti.)

Kitabı açık büfeye de benzetebiliriz. Türk yazarların eserlerini pek denememiş bir okursanız bu kitap karşınıza 20 farklı tat getiriyor. Bu öyküler sayesinde sizin damağınıza uygun bir kalem ile tanışabilirsiniz.

Öykülere Şöyle Bir Göz Atalım

Panayır gibi dedik de, hangi eğlenceler size göre? Bu öykülerden ilginizi çekebilecekleri sizlere sunmak adına her hikayeden kısaca bahsettik.

Bu öykülerin tamamı ucube kavramını farklı bir açıdan ele almış. Kimi almış ucubeyi hikayenin kötüsü yapmış, kimi ise anlatıcının ta kendisi. Ancak bazı öykülerde ortada hilkat garibesi olan bir karakter yok. Ucube olan, bahsi geçen durum olmuş.

Dolayısıyla bu kitap aslında yazarları yalnızca ucube temasında bir araya getirmiyor. Çoğu öyküde görüyoruz ki yazarlar da yaşadığımız şu günlerin acayipliğine hikayesinde yer vermeden geçememiş. Çünkü yağ fiyatları, internete video koyarak açıklama yapan mafya babaları ve pandemide katlandığımız durumlar hiç de normal değil. Anormal, tuhaf, şaşılası, çirkin ve dolayısıyla ucube. Haliyle bu kitabı cüceler ve devler bekleyerek okumaya başlarsanız hayal kırıklığına uğramayacaksınız. Fakat bulacağınız tek ucubelik de onlar olmayacak.

James Kusardi

Göz – Hikmet Hükümenoğlu

Havasının kirliliği nefes almayı neredeyse imkansız hale getirmiş İstanbul’da geçen bir bilim kurgu hikayesi. Ana karakterimiz abisinin son teknoloji, fiyakalı arabasıyla bir işe çıkacağı için heyecanlı. Hatta iş erken biter de şöyle üç beş turlarım diye hayal ediyor. Fakat abisinin müşterisi normal bir adam çıkmıyor ki, edepsiz ahlaksızın teki.

Hikmet Hükümenoğlu, öyküsünde fiyakalı arabasıyla caka satmak isteyen ana karakteri öyle gerçekçi betimliyor ki okur anında o samimiyeti hissetmeye başlıyor.

Umacı – Mehmet Berk Yaltırık

Süleyman Bey, oğlu Kahraman için kız istemeye dünürcüleri yollamış. Ancak kızın babası Kurt Hacı, kızını vermemiş ve kovmuş onları. Aslında Kurt Hacı’ya bu ayıp hiç yakışmazmış, Süleyman Bey de altta kalmazmış. Fakat Kahraman aşkından yanıp tütüyor. Haliyle durumu çözse çözse obanın törelerini bilen, eski eşkıya ve Süleyman Bey’in yakın dostu Deli Durdu çözer demişler. Deli Durdu, Süleyman Bey’e içini ferah tutmasını söylemiş. Bir yolunu bulacaklar ya elbet.

Mehmet Berk Yaltırık, tarih ve korku temasını Anadolu topraklarında birleştiren bir öykü kaleme almış. Umacı’da halk ağzından birçok kelime, okurken kafamızda yankılanan tınısıyla bile bizleri büyülüyor. Deli Durdu karakteri kendini okura sevdirirken yazar bir bakraç ayranı öyle bir betimliyor ki canımız şöyle bir güzel soğuk ayran çekiyor.

Minibüso Diskoteko Murra Murra – Müge Koçak

“Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” göndermesiyle başlayan hikaye “Yaşar yaşasan ne yazar, yaşamasan ne yazar” diye bitene kadar o kadar çok konuya değiniyor ki… Kadın cinayetleri ve bizi karanlıkta uyanmaya mahkum eden saat uygulaması gibi birçok normalleşmemesi gereken şeye yer veriyor Müge Koçak hikayesinde. Ana karakter de normal bir adam değil ama öykü bizlere asıl ne kadar ucube bir hayat yaşadığımızı gösteriyor.

Bozulmamış Kırmızı Gül – Ekin Açıkgöz

Polisiye türünde eserler veren Ekin Açıkgöz, bu hikayesini de bir cinayet mahalinde başlatıyor. Polisler kıyıda, kayaların üzerinde boğulmuş bir denizkızının cesedine bakıyorlar. Gökyüzü gri, kayalar gri… Ancak kızın saçları ve dudakları kıpkırmızı, teni ise bembeyaz. Bir sanatçının tablosuna yakışacak denli güzel bu görüntünün ardında ne yazık ki çok çirkin bir hikaye var.

Müsilajın Marmara Denizi’nin rengarenk canlılarını yok edip yerini çamura bıraktığı şu günlerde Ekin Açıkgöz’ün hikayesi bir ayrı vurucu geliyor okuyucuya.

Çöp Atmaya Çıkmış İnsan – Hakan Bıçakcı

Hakan Bıçakcı’nın bu hikayesi evden pijamalarıyla çöp atmaya çıkmış insanın deneyimini anlatıyor. Açıkçası bu hikayeyi birden çok şekilde yorumlamak mümkün. Bunu, pandemide eve kapanmaktan ötürü günleri, saatleri ve hatta rüya ile gerçeği karıştırmaya başlamış bir adamın kafa karışıklığı olarak okuyabilirsiniz. Öte yandan karışık olan çöp atmaya çıkan adamın kafası değil, içinde bulunduğu gerçeklik de olabilir.

Hakan Bıçakcı, Demetri Martin gibi bir pijamanın neden cepleri olduğunu sorguladıktan hemen sonra günümüzün çirkinliklerine değiniyor. Maaşına zam yapmamak için işten çıkarılan kapıcılar ve kaybolan deprem vergileri gibi… Ayrıca söyleyerek sürprizi bozmak istemem ancak öyküde üst komşusunun kapısının önünde karşılaştığı manzara bile tek başına keyifli. Çünkü o manzaranın oluşmasına sebep olacak öyküyü okur kendisi oluşturmaya başlıyor. Şahsen ben bunun gibi, okurun hayal gücünü tetikleyen anlatımlara bayılıyorum.

Orangutanla Voltada – Emirhan Burak Aydın

Emirhan Burak Aydın, diğer öykülere göre daha örtülü bir anlatımı tercih ediyor. Üniversite’ye gittikten sonra kaybolan ve benliklerini unutan karakterleri anlatarak başlıyor hikayesine. İstanbul’un ortasında bir avluda hapsedilmiş birçok genç var. İsimlerini hatırlayamadıklarından kendilerine yeni isimler icat etmişler. Ana karakterimiz Boğa, bu avluda yaşamak istemiyor artık. Fakat Orangutan, bir tanrı heykeli gibi daima avlunun gardiyanlığını yapıyor.

Üniversite avlusunda başlayarak Adalet Sarayı’na uzanan, Türkçe repe düşmüş bir kız ve repçi tilkibey’in hikayesini okuyoruz. Bu hikayeyi sizin nasıl yorumladığınızı duymayı çok isterim. Ben yeterince iyi değerlendiremediğimi hissediyorum.

Holodate – Ezgi Polat

Çirkinliği sebebiyle ailesi tarafından yalnızlığa ve saklanmakla geçen bir hayata mahkum edilmiş bir ucubenin hikayesini okuyoruz bu kez. Diğer insanlarla yüzyüze gelip konuşmanın hayalini dahi kuramıyor Ali. Dolayısıyla pandemi sürecinde normalleşen Holodate cihazı ve uygulaması ilgisini çekiyor. Ucube görünüşüne rağmen bu sanal uygulamada başkalarıyla normal bir insan gibi görüşüp konuşabilir mi gerçekten?

Bu öyküde Ezgi Polat, alkol reyonlarına çekilen sarı bantları cinayet mahalline benzeterek bizi gülümsetiyor.

İstanbul’a Yeni Bir Kumpanya Gelmiş – Bahri Vardarlılar

Kocaman burnu ve kulakları sebebiyle adı Burun kalan küçük bir kızın doğumuyla başlıyor hikaye. Fakat diğer öykülerin aksine bu kez ucubeliği tiksinti ve korku yaratmıyor bahsi geçen kişinin ailesinde. Hatta ailesi kızın bu farklılığını bir güzellik ve gurur kaynağı olarak görüyor. Dolayısıyla Burun, burnu küçük olduğu için onu kıskanan insanlara acıyan, ucubeliğiyle mutlu bir kız oluyor.

Bu öykü ile ilk kez birden çok ucubenin yanyana geldiği bir hikayeyi okuyoruz. Yazar kendisini Tünel’e, büyük haritalara ve kuş kafeslerine öteden beri aşina biri olarak tanıtıyor. Öyküsünde de bu unsurlara yer veriyor. Acaba bunların hikayesi yazarın diğer öykülerinde saklı olabilir mi?

Hanımefendi – Deniz Erbulak

Hanımefendi öyküsü bir perili ev hikayesi. Ancak bu evin hikayesini adet olduğu üzere orada kalan ya da orayı gezen kimselerin dilinden okumuyoruz. Evin karşısındaki bakkalın dilinden dinliyoruz. Gerçi bakkalın da başlarda evle öyle pek bir ilgisi alakası yok. İstiyor ki o arsayı belediye satın alsın da oraya çok katlı binalar yapsın. Dolayısıyla farkında olmadan takıntı haline getiriyor o eski evi kendisine. Sabah, akşam, her gün dükkanından o evi izler oluyor.

Deniz Erbulak 2007’de genç okurlar için kitap çıkarmaya başlamış olsa da Pangea Kitaplığı’ndaki Adak serisiyle korku türüne de uzak olmadığını göstermişti.

Zamanın Belirsiz Bir Yankısı – Suat Duman

Suat Duman da bir özel dedektiflik hikayesi sunuyor bizlere.

(…) Sanki ilk gençliğinden sonra bütün hayatı aynı kaygılar, aynı hedeflerle örülü bir patinajdan ibaretti. Bir hayat değil de hep aynı kaydın yinelendiği bir distopyaydı yaşadığı.

Mehmet Cemil’in bürosuna endişeli bir kadın geliyor. Elinde bir not defteri, dedektiften kocasını takip etmesini rica ediyor. Aldatıldığından ya da öyle dünyevi bir şeyden endişe duyduğundan değil… Yalnızca kocasının gerçek olmayabileceğinden kuşkulanıyor.

daldığımız on iki fincanda boğulduk – özgürcan uzunyaşa

Bu kez anlatıcı Falcı Fadime, 52 oğlu ve 3 göğsü olan Cinli Fadime. Toplumdan dışlanmış yine, sevilmiyor bu ucube de. Sevgi göremese de zaman zaman saygıya yakınsayan bir şeyler görüyor. Zira tuhaflığı rahatsız edici olduğu kadar ilgi çekici aynı zamanda. Üstelik fal bakmasını da iyi biliyor.

Noktalara ve büyük harflere isyan edip virgülleri kayıran bir hikaye olmuş bu. Halbuki Özgürcan Uzunyaşa’nın diğer öykülerinde böyle bir ayrımcılık söz konusu değil. Dolayısıyla hikayenin temasına uygun olarak yazım açısından da ucubece bir yöntem seçtiğine inanıyorum. Anlatımla ilgili öne çıkan bir diğer özellik de koku betimlerine verilen ağırlık olmuş. Hikaye yalnızca gözümüzde canlanmıyor, burnumuzu da türlü türlü kokularla dolduruyor. Sinemayla bu kadar ilgilenen bir yazarın kokuyu es geçeceğini sanırsın ama Özgürcan Uzunyaşa öyle yapmamış.

Boşluk Olması Gereken Yerde Değil – Eda İşler

Eda İşler, devletin cinsel organları olması gerektiği gibi olmayan kadınlara yardımcı olduğu bir oteli anlatıyor. 2067 yılında, bu otellerde kadınların kadınlaşması uğruna çalışıyor devlet yetkilileri. Hatta terapi aldıkları süreçte kadınlıklarından uzak kalmasınlar diye onlara ev işleri de yaptırıyor. Yani anlayacağınız, muhteşem bir hizmet sağlıyor devlet.

Cinsel organı olmayan ya da cinsel organına uygun davranmayanların ucube kabul edildiği bir düzeni okurken çok da yabancılık çekmiyoruz anlatılanlara. Bir distopya okurken yabancılık çekmediğini fark eden her okur gibi biraz rahatsızlık ve endişeyle bitiriyoruz hikayeyi.

Zorba Katliamı – Orçun Ünal

Mitolojik göndermeleri olan fantastik bir hikaye Zorba Katliamı. El falında ömür çizgisi kısa çıktı diye elini kese kese ölümsüzlüğe erişen bir karakterin hikayesi. Bence bu hayli güçlü ve ilgi çekici bir giriş. Daha da ballandırıp anlatmaya gerek var mı?

Özelliksiz – Seran Demiral

Neredeyse her yapıma bir zenci, her şirkete bir engelli alarak onları toplumdan dışlamadığımızı göstermeye çalıştığımız şu günleri, tam tersi bir açıdan ele alarak eleştiriyor bence bu hikaye. Zira herkesin günümüz normallerine göre ucube olduğu bir toplumda hiçbir ucubeliği olmayan, özelliksiz bir adamın hikayesi bu. Adam da merak ediyor, yalnızca özelliksiz biri olduğu için mi ilgi duyuyor insanlar ona? Yani karakterinden ziyade özelliksiz biri oluşu mu ön plana çıkarıyor onu artık?

Hikayenin tadını kaçırmak istemem ancak anlatılan olayların okuru sarstığını belirtmek istiyorum. Ucube birinin normal biri olmak istemesini ve bu yüzden doğasını reddetmesini garipsemiyoruz. Ancak tam tersinin ne kadar dehşet verici olduğunu gösteriyor bu hikaye bize. Bu sayede de garipsemediğimiz durumu garipsemeyişimizde bir ucubelik olduğunu kanıtlamış oluyor. Bir sosyoloğun kalemiyle dürtmüş bizi Seran Demiral.

Meczupların Şafağı – Murat S. Dural

Meczupların Şafağı’nı okurken ister istemez hayal ettiğimiz sahnelere Fight Club’dan karakterler yerleşmeye başlıyor. Zira bu hikaye, normali ucube olarak görmeye başlayan bir karakterin etrafında dönüyor. Fikirleri doğrultusunda normale olan nefretiyle kendisini ucubeleştiren bu adamı lider kabul eden bir güruh oluşuyor zamanla. Ellerinde meşaleleri, tırmıkları ve patlayıcılarıyla destekliyorlar onun fikirlerini.

Gece Mavisi – S. İpek Ortaer Montanari

Komiser Yeşim, gece mavisi abiyesini aldığı o dükkanın yanından geçip Kadıköy’deki barlar sokağına giriyor. Görgü tanığına göre kamburu olan hilkat garibesinin teki geceleyin dükkana girmiş. Hiçbir şey çalmamış. Ancak dükkanın ortasına bir disko topu bırakıp gitmiş. Topun altına da bir kağıtla not iliştirmiş.

Birçok açıdan acayipliklerle dolu bir polisiye Gece Mavisi.

Musmutlu Olacaktık – Bahadır Cüneyt Yalçın

Hikayelerinde mizah unsurları olan Bahadır Cüneyt Yalçın, Musmutlu Olacaktık öyküsünde betimleme ve benzetmeleriyle göz kamaştırıyor. Marslı bir göçmenin Dünyalı sevgilisince terk edilmesinin ardından yaşadığı kalp kırıklığını okuyoruz.

Ocağı yakmak için çakılan kibritin ocak yandığı andaki hislerini paylaşıyorum.

Siz de eğitimli bir çöp kovası nasıl bir şeydir diye düşünmekten eğlenecek bir okursanız bu hikaye birçok cevher içeriyor.

Paşa Kılıcı – Ayça Erkol

Paşa Kılıcı’nda ise post-apokaliptik bir hikayeye yelken açıyoruz. Dünyayı mahveden bir yıkımın ardından insanların yağmalayarak, çalarak ve dişlerini sıkarak hayatta kalmaya çalıştıkları bir gelecek tasvir ediyor yazar bize. Burada temiz su, bitki ve dolayısıyla yiyecek bulmak çok zor. Bazı insanlar kıyamet sonrasında çeşitli özel güçler edinmişler. Halk onlara Tuhaflar adını vermiş ve görüşleri çok net: “Başımızda yeterince tuhaflık var zaten, başkasına lüzum yok.”

Ana karakterimiz ise Leon filminden fırlamışçasına, saksıdaki süs bitkisine dünyanın en önemli varlığı oymuş gibi bağlı bir adam.

Mikro Koridorda Açık Saçık Bir An – Süreyyya Evren

Bu hikaye kopmuş dilleri sergileyen camlı bir dolabın önünde başlıyor. Yalamakla ilgili unutulmuş bir dedikoduyu hatırlamaya çalışarak koridor boyunca devam ediyor. Tuvalette biten hikaye tanrıçalarla dolu bir mutfaktan geçiyor. Betimlemeler vurucuydu. Fakat ardındaki anlamı siz nasıl yorumlarsınız, merak ediyorum. Zira bu da benim örtüsünü kaldırmakta zorlandığım öykülerden oldu.

Ahtapot Çarpması – Onur Selamet

Kayıp Rıhtım’da genel yayın yönetmenliği yapan Onur Selamet bu hikayesinde ahtapot kullandı diye Lovecraft esintileri var demek istemiyorum ama Lovecraft esintileri var bence. Zira bu öyküde eski, mistik ve şifreli kitaplara delilik ve ahtapotumsu canavarlar eşlik ediyor.

Okura da hem ucubeliğin hem de deliliğin yarattığı dehşetin tadını çıkarmak kalıyor.

Tüm Panayırların Heyulası – İncelemenin Sonu

Gördüğünüz gibi kitapta Pangea Kitaplığı çatısında toplanan tüm türlerin severlerine hitap eden bir öykü var.

Kitabın ucube ve normallik üzerine sorgulamaları hoşunuza gittiyse bir öneri daha ekleyeyim. Metis Yayınları, 2022 yılı ajandaları için Normali Beklerken adını seçti. Ajandanın içinde birçok yazarın normal ve anormal üzerine söyledikleri sözlere, yazdıkları şiir, deneme ve öykülere yer vermişler. Ursula K. Le Guin’den bahsederek başlamıştım yazıya, bu ajandada da onun erotizm ve güzellik uğruna kendi ayaklarını ucubeye çeviren kadınları anlattığı bir yazısına yer vermişler mesela. Dolayısıyla, Tüm Panayırların Heyulası’nın eleştirel bir gözle değindiği konuları sevdiyseniz o ajandaya da göz atabilirsiniz.

Yazıyı bitirmeden önce tüm öyküleri yeterince iyi değerlendirememiş olabileceğimi de söylemek isterim. Benim ilgimi çekmemiş ya da gözümden kaçmış detaylar size bambaşka bir keyif verebilir. Dolayısıyla bu yazıda kitabı özetleyip bitirdiğimizi düşünmeyin. Panayırda hâlâ birçok deneyim keşfedilmeyi bekliyor. Ben yalnızca öykülere ilginizi çekecek minik tanıtım yazıları yazmaya çalıştım.

Siz de deneyim, düşünce ve yorumlarınızı paylaşırsanız harika olur!

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.