Cyberpunk 2077 Oynayanlar Bu Romana Bayılır mı? – Neuromancer İncelemesi
The Matrix‘e ilham veren Neuromancer bu kez N. Can Kantarcı‘nın usta kalemi sayesinde mis gibi olmuş. İthaki iddia etmişti ki Cyberpunk 2077 oynayanlar bu kitaba bayılır. Vallahi hak vermemek elde değil.
Bildiğiniz gibi bir süredir İthaki’nin yaptığı bazı iddiaları test ettiğimiz bir inceleme serisi yayınlıyoruz. Aslında Neuromancer’ı İthaki bir iddiada bulunmasa da okumak şarttı. Fakat İthaki lafı ağzımızdan kapmış. The Matrix’e ilham veren roman olarak bildiğimiz Neuromancer bundan böyle Cyberpunk 2077’ye ilham veren roman olarak biline!
Bu inceleme yazısında hem Cyberpunk 2077 hem de Neuromancer hakkındaki sürprizleri bozmamaya dikkat ediyoruz. Yine de hiç incelemeyi okumadan sadece görüşümüzü öğrenmek isterseniz şöyle: Neuromancer, türü gayet güzel yansıtan bir roman ve çevirisi de hakikaten güzel olmuş. Kısacık kitap, hemen okur bitiririm diye düşünmeyin. Zira William Gibson’ın kendine has bir dili ve betimleme tarzı var. Bu yüzden sindire sindire okumak gerekiyor. Ancak roman kesinlikle ağır bir dile sahip olmadığı gibi sıkıcı ya da yavaş tempolu bir hikaye de anlatmıyor.
Kısacası, bir klasik haline gelen bu romanı tabii ki tüm bilimkurgu seven okurlarımıza öneriyoruz.
Neuromancer Ne Anlatıyor?
Neuromancer, yaşadığı talihsiz bir olay sonucu internete ve sanal dünyaya bağlanma kabiliyetini yitirmiş bir hacker’ın hikayesi. Tabii William Gibson’a sorsanız şöyle derdi: Siberuzay’a gidemeyen bir kovboy o. Zira Gibson’ın bu kitapta bize tanımlayacağı bir sürü değişik terim var. Havalı da görünen terimler bunlar. Ancak ben size en basit haliyle anlatmaya çalışacağım.
Özetle, ana karakterimiz sanal dünyayla olan bağını yitirince hayattaki amacını da kaybetmiş genç bir adam. Leş bir şehrin en leş bölgesinin leş sokaklarında hayatta kalmaya çalışıyor. Ölümün ona yakında elini uzatacağının farkında. Fakat bu farkındalık onda endişeden çok hissetmeyi özlediği bir heyecan yaratıyor. Hele ki peşindekinin, avını anında parçalamak için tasarlanmış implant’lara sahip bir jilet kız olduğunu fark ettiğinde olay daha da ilgi çekici hale geliyor.
Dili ve Çevirisi Nasıl Olmuş?
Neuromancer’ın çok ilginç bir dil kullanımı var. Ben de bu dilin okur üzerinde yarattığı etkiye bayıldım. Şöyle ki, romanda günlük hayatta duyduğumuz birçok kelime farklı anlamlar ifade edecek şekilde yeniden tanımlanmış. Mesela kovboy kelimesi hacker anlamına geliyor demiştik. Bir başka örnek: Bir noktada Case, onun kafasını karıştıran bir konseptle karşılaştığında aklına eskiden gördüğü bir arı kovanı geliyor. Ve o noktadan sonra o konseptten “Kovan” diye bahsetmeye başlıyor. Haliyle biz kitabı okurken sürekli olarak o kelimelerin ne anlam ifade ettiğini hatırlamaya ve cümleyi o anlamla birlikte işlemeye çalışıyoruz. Zihinsel çabaya dayalı işler yapan ana karakterimizin hikayesini okurken okur olarak da zihinsel bir çaba içinde olmamız benim inanılmaz hoşuma gitti. Yani bu kitap akıp gitmeyen, sindire sindire okunulan bir kitap olduğu için daha da bir sevdim onu.
Hayli güzel ve kafada canlandırması vakit alan betimlemeleri de var yazarın. En ünlüsü ilk cümle olsa gerek:
Limanın tepesindeki gökyüzü, ölü bir kanala çevrilmiş televizyon rengindeydi.
Okumayı bırakıp, durup, şöyle bir hayal etmeye çalışmak gerekiyor. Öyle değil mi?
Çeviri konusuna tam yetkinlikle cevap vermem mümkün değil. Zira kitabın hem orijinalini hem de önceki çevirilerini okumadım. Fakat bu çeviriyi okurken önceki çevirilerin neden eleştirildiğini ve bu kitabın neden çevirmenleri bu denli zorladığını anlamak çok kolay. Bana sorarsanız Can Kantarcı bu işten alnının akıyla çıkmış. William Gibson’ın kendi ürettiği terim kelimelerle dolu upuzun cümlelerini ve alışılmadık betimlemelerini ustalıkla aktarmış bizlere. Ayrıca çeviriyi öyle bir Türkçeye yedirmiş ki çoğu zaman o cümlenin İngilizcesini hayal edemez şekilde buldum kendimi. Ellerine ve emeğine sağlık demek dışında bir şey düşmüyor bizlere.
Tanıtımlarda İstanbul Falan Demişlerdi?
Evet. Neuromancer’ın bir bölümü İstanbul’da geçiyor. Fakat göğsünüzün gururla kabarmasını beklemeyin. Zira siberpunk türünün gereği olarak tüm şehirler ya güzel görünse de aslında kokuşmuştur ya da kokuşmuştur ve harbiden lağım kokuyordur. Yani İstanbul’un hoş ve güzel betimlenmesini beklemek yanlış olur.
Ayrıca İstanbul, Neuromancer için çok kritik bir önem taşımıyor. O konuda da önceden uyarımızı yapalım. Mesela Dan Brown’ın Cehennem romanı İstanbul’u hayli önemli bir konumda tutuyordu. Neuromancer’da ise Gibson’ın İstanbul’un tarihinden, doğu ve batı kültürlerini buluşturan mimarisinden ve kozmopolit yapısından etkilenip bu şehri kullanmak istediğini hissediyoruz yalnızca.
Özetle, bilimkurgu sevmem ama İstanbul’a aşığım diyorsanız muhtemelen Neuromancer size göre değil.
Cyberpunk 2077 ile Benzerlikler
O kadar çok ki! Mesela bizimle Judy’i tanıştıran Evelyn Parker‘ı ve doll house hikayesini hatırlıyor olmalısınız. Doll olarak çalıştırılan kişiler ve onların verdiği hizmeti Neuromancer’da da görmek mümkün. Ayrıca Neuromancer’ın dünyasında canlı brain-dance izlemek de mümkün.
Johnny Silverhand‘in biz V’yi oynarken yaşadığı şeylerin bir benzerini Neuromancer’da Düzçizgi inşası diye geçen şeyde görmek mümkün. Ayrıca Johnny ile V‘nin çatışmasına sebep olan asıl sorunun bir benzerini de yaşayan bir karakter var.
Bunun dışında sanal dünyalardan ziyade yükseltme ya da implantlar ile kendisini geliştiren insanlar görüyoruz hikayede. Sanal dünya tasviri de Cyberpunk 2077’deki gibi süsten ve detaydan uzak soyut bir tasvir aslında. Bu açılardan The Matrix’ten çok Cyberpunk 2077’ye yakın olduğunu söylüyorum.
Öte yandan The Matrix’e yakınlaştığı birçok yer de var tabii ki. Kovan denilen konsept The Matrix’teki makine şehrini uzaktan da olsa anımsatıyor. Ayrıca Case bir noktada içinde bulunduğu durumun algoritmasını ve kurallarını Neo’nun da yaptığı gibi algılayabilmeye başlıyor. Son olarak da farklı kültürlerden gelen insanlarla birlikte bir çeşit gemide oldukları uzunca bir bölüm de var.
Nadiren de Ghost in the Shell’i anımsattı bana. Zira implant hack’lemek üzerinden birkaç sahne koymuşlar. Fakat Cyberpunk 2077’nin hacking mekanikleri daha güzel görselleştirilmiş olsaydı muhtemelen Ghost in the Shell’e kaymayacaktı aklım.
Son olarak: Nasıl fixer’a yamuk yapılmaması gerekiyorsa Cyberpunk’ta, Neuromancer’da da Case’in dili en çok o tarz birine yamuk yaptığı için yanmış diyebiliriz.
Cyberpunk 2077’den Farklı Olan Yanları
Eğer Jackie Welles ya da diğer karakterlerle kurduğunuz arkadaşlık ilişkisinin bir benzerini kitapta okumayı bekliyorsanız hayal kırıklığı yaşayacaksınız.
Benzer şekilde, eğer Cyberpunk 2077’nin aksiyon dolu sahnelerini bu romanda bulacağınızı düşündüyseniz sizi yanlış yönlendirmiş olmayalım. Katanamızı ya da taramalı tüfeğimizi çekip herkesi yok ediyormuşuzcasına bizi gazlayan sahneler yok.
Cyberpunk 2077’nin yer yer oyuncuyu çok duygusallaştıran, yer yer de çok güldüren kısımları var. Neuromancer ikisini de yapmıyor aslında. Sizi dili, tasvirleri, yeni konseptleri ve dünya tasarımı ile büyülüyor daha çok.
Kimlere Öneriyoruz Bu Kitabı?
Bu kitabı William Gibson Temmuz 1984’te yazmış. Yani aramızda bu kitaptan daha yaşlı okurlar ve yazarlar var. Buna rağmen Neuromancer’ı bugün bir klasik olarak anıyoruz. Sadece bu bile kitabı okumak ve önermek için yeterli olmalı.
Daha önce çevirinin başarısızlığından dolayı hevesi kursağında kalmış birçok okur olmuş. Merak etmeyin, bu kez çeviri sizi yarı yolda bırakmayacak.
Cyberpunk 2077’yi seviyorsanız ve benzer bir kitap okumak istiyorsanız tabii ki Neuromancer‘a bakabilirsiniz. Birçok paralellik bulacaksınız. Ancak Değiştirilmiş Karbon‘a da bir bakmanızı tavsiye ederim. Hatta ve hatta Beden İzcisi‘ni de Cyberpunk 2077 seven tüm okurlarımıza önermiştim. Ghost in the Shell sevenlere de bu kitabı önerebilirim aslında.
İthaki İddiaları Serisi
İthaki Yayınları son birkaç yıldır kitaplarının duyuru ve reklamlarında çeşitli iddialarda bulunuyor. Biz de bu iddiaları okurlarımız için test ediyoruz. Neleri test ettik diye merak ettiyseniz:
Disco Elysium sevenlerin Kıyamet Polisi serisine de bayılacaklarını söylemişlerdi. O iddiaya pek hak verememiştik.
Life is Strange oynayanlar Evelyn Hardcastle’ın Yedi Ölümü‘nü beğenir mi, emin olamadık.
Assassin’s Creed II ve Bıçağın Kendisi arasında ise hiçbir bağlantı bulamamıştık.
Neyse ki The Last of Us – Yol çiftiyle İthaki’ye hak vermeyi başardık.
Madem oyunlar konusundaki iddialarına artık hak vermeye başladık, İthaki iddiaları serimizde sırada şu testler var: