Butcher Bu Kitabı Beğenir Miydi? – Tanrı’nın Bir Kulu İncelemesi
İthaki Yayınları The Boys‘dan Billy Butcher‘ın, Cormac McCarthy‘nin Tanrı’nın Bir Kulu romanını okuyacağını iddia etmişti. Biz de romanı okuyup inceledik. Sonuçta da bu iddiasında İthaki’ye hak verdik.
İthaki Yayınları bir süredir kitaplarının duyuru ve reklamlarında çeşitli iddialarda bulunuyor. Mesela Asimov’un Ben, Robot kitabını sevenler R.U.R.‘a da bayılır demişlerdi. Biz de inceleyip bu iddiaya hak vermiştik. Daha sonra İthaki, Carnivale dizisini sevenlerin Tüm Panayırların Heyulası kitabına bayılacaklarını söylemişti. Bu iddiayı ise destekleyememiştik. Zira her ne kadar ucube teması akla o diziyi getirse de dizi ile kitabın içindeki öyküler arasında hiçbir bağlantı yoktu.
Şimdi de İthaki yeni bir iddiayla karşımızda. The Boys karakterlerinin okumayı tercih edeceği kitapları tahmin edip listelemişler. Biz de bunlara bir göz atıp kendi kararımızı verelim dedik. Seriye tabii ki Billy Butcher ile başladık. Bunu Frenchie’nin seveceğini iddia ettikleri İz Sürücü incelememiz takip edecek.
Bu arada, incelemeleri yazarken diziyi esas alıyor olacağız. Çünkü dizi, çizgi romanları ciddi ölçüde değiştirebiliyor.
Ayrıca dizinin üç sezonunu da göz önünde bulundurarak değerlendireceğiz. Ama bunu yaparken spoiler’ı mümkün olduğunca asgari düzeyde tutacağız.
Billy Butcher, Tanrı’nın Bir Kulu Romanını Okurdu
The Boys, üçüncü sezonda Butcher’ın geçmişine biraz daha ışık tuttu. Daha önceden babasıyla ilişkisinin gergin olduğunu biliyorduk. Küçük kardeşinin başına bir şey geldiğini ve Hughie’yi ölen küçük kardeşi yerine koyduğunu da biliyorduk. Ancak üçüncü sezonun yedinci bölümünde onun kişiliğini şekillendiren olaylara tanık olma şansımız oldu. Ve böylece ben de Butcher’ın bu romanı okuyacağını ve ondan keyif alacağını daha bir güvenle iddia eder oldum.
Tanrı’nın Bir Kulu romanında Cormac McCarthy, toplumun dışladığı bir adamın hikayesini anlatıyor. Lester Ballard adlı bu karakter okurun sevebileceği, empati kurabileceği biri değil. Toplumun bir parçası olmaması gereken rezil bir adam, bir katil ve bir sapık.
Ancak McCarthy, Lester Ballard’ı romanın başında aynı senin benim gibi, sıradan bir adam olarak tanıtıyor.
Belki de aynı senin gibi, Tanrı’nın bir kulu.
(A child of God much like yourself perhaps)
Temporary-V’nin diziye dahil olmasıyla Butcher büyük güç büyük götlük getirir çıkarımına ulaştı. Kimiko da onunla paralel şeyler söylemişti. Zira süper güçlerin insanın zaten içinde, özünde, doğasında olanı dışa vurduğunu gördüler. Cormac McCarthy de bu romanında her insanın içinde çürümüş bir yan olduğunu gösteriyor. Eğer bu kişinin çürümüş yanları sevgiyle temizlenmez de aksine dışlanır ve rutubetli bir yalnızlığa teslim edilirse o çürüme ve bozulma yayılmaya başlar. Bu çürüme, doğuştan çürük insanlara has değildir. Her Tanrı’nın kulu, böyle bir muamele karşısında çürüyecektir.
İşte Cormac McCarthy’nin bu karamsar ama büyük oranda gerçekçi bakış açısının Butcher’ın hoşuna gideceğini düşünüyorum. Çünkü hem Süper’lerinkine hem de kendi çürümesine ayna tutacaktır bu hikaye. Bu yüzden romanda her ne kadar süper güçler ve aksiyon dolu sahneler olmasa da Butcher bu romanı ilgiyle okur ve beğenir gibi geliyor bana. Ama imkanı olsa Lester Ballard’ı bulup öldüreceği kadar nefret de eder bu adamdan.
Tanrı’nın Bir Kulu: Roman Ne Anlatıyor?
Bu roman üç bölümden oluşuyor.
İlk bölümde Lester Ballard’ın toplumun bir parçası olmaya çalışmasını izliyoruz. Ahlak kurallarına bağlı kalmaya çalışan ama onlara bariz bir şekilde uyamayan bir adamın sancılarını okuyoruz. Zaten romanın daha ilk sayfasında sahip olduğu tek varlığını, evini ondan almaya çalışan adamlara kafa tutarken dayak yiyor. Ardından her pas verene kucak açan kadınların dahi ondan iğrendiğini görüyoruz. Yardım ettiği birinden iftira yediğine, başarılı olduğu bir işte sırf ödül alamasın diye kuralların değiştiğine şahit oluyoruz.
Yani ilk bölümde de Ballard’dan hoşlanmıyoruz ama toplumun onu ne denli dışladığını görüp onun için üzülebiliyoruz.
İkinci bölümde Ballard’ın isyan edişine tanık oluyoruz. Toplumun ona layık gördüğü çöplük ve pisliğin bir parçası oluyor. Ya da basitçe, öyle biri değilmiş gibi davranmakla uğraşmayı bırakıyor. İnsanların ondan tiksindiği kadar tiksinç birine dönüşüyor. Üçüncü bölümde ise artık toplumla olan son bağını da yitirip tamamen insanlıktan uzak bir canavara dönüşüyor.
Sonra altlarındaki kapak açıldı ve düştüler, çırpınıp debelendiler belki on on beş dakika. Öyle hızlı ve acısız sanma. Asılmanın hızlı ya da merhametli olduğunu sanmayın sakın. Hiç değildir. Ama böylelikle Sevier İli’nde Ak Kasketliler’in sonu gelmiş oldu. İnsanlar bugün bile sözünü etmek istemezler.
Sizce o devrin insanları daha mı gaddardı? diye sordu memur.
Adam sel altındaki kasabaya bakıyordu. Hayır, dedi. Değildi. Rabbim ilkini yarattığı günden beri aynı insanoğlu.
(sayfa 126-127)
Billy Butcher Neden Bu Romanı Okur ve Beğenirdi?
Aslında Lester Ballard’ın hikayesi bir insanın insanlıktan nasıl uzaklaşabildiğini gözler önüne koyuyor. Bu uzaklaşmayı tetikleyen de insanların Ballard’a nasıl davrandığı. Yani Butcher’ın hedefini Süper’lerden Vought’a çevirmesi gerektiği mesajı yatıyor hikayenin altında.
Kısa süre önce Homelander (Yurtsever) karakterini canlandıran Antony Starr kendi karakteri hakkında bir açıklama yapmıştı. Homelander’ı yaratırken halkın ünlülere nasıl davrandığından esinlendiklerini söylemişti.
Bu adam hayatı boyunca paketlenip sunulmuş bir konserve çorba gibiydi. Daima çekiştirilmiş, eleştirilmiş, ona belli bir şekilde davranması tembih edilmiş. Yani, biliyorsunuz bu çok sağlıksız bir yaşam şekli.
Ünlü insanları biz yaratıyoruz ve gerçek hayatta onlara gerçekten tuhaf bir muamele gösteriyoruz. Sonra da tuhaf bir şey yaptıklarında şaşırıp kalıyoruz. Hatta eleştirip kınıyoruz. Yani, ne bekliyordunuz ki? İşte bunlar bizim bu sezon Homelander’ı yaratırken aklımızda olan düşünceler.
Bu, birine o şekilde davranmanın yarattığı doğal bir evrim.
Antony Starr
Tanrı’nın Bir Kulu da insanların yanlış davranışlarıyla evrimleşen bir kötülüğün hikayesini anlatıyor. Butcher da son bölümde babasının süper güçleri olmayan bir adam olmasına rağmen tüm aileye yaşattığı acıları hatırladı. Yani kendisi süper güçler konusunda takıntılı biri olabilir. Ancak artık o nefret ettiği kötülüğün ve çürümenin sadece Compound-V ile alakalı olmadığını biliyor aslında.
Bu yüzden Lesterd Ballard gibi sıradan bir kulun yaşadıkları ve Cormac McCarthy’nin eleştirel kalemi, Butcher’ın hem tiksineceği hem de keyif alacağı bir romanda birleşmiş diye düşünüyorum.
Cormac McCarthy: Güçlü Bir Kalem
The Boys ve Butcher’dan bağımsız olarak ben zaten Cormac McCarthy’nin romanlarını tüm okurlarımıza tavsiye ederim. Fantastik ya da bilimkurgu yazmıyor McCarthy. Ancak çok etkileyici bir kalemi var.
Romanları da çok değerli filmlere uyarlanmış biri. Kitaplarından üçünü İthaki dilimize kazandırdı. Dilerim Blood Meridian ile devam ederek yazarın tüm eserlerini Türkçeye çevirirler.
Tanrı’nın Bir Kulu’ndan uyarlanan Child of God filmi, yazarın film uyarlamaları arasında en gölgede kalanı. En parlak olanı ise tabii ki…
No Country for Old Men (İhtiyarlara Yer Yok)
No Country for Old Men, İhtiyarlara Yer Yok romanından uyarlanmış ve 4 Oscar Ödülü kazanmış bir film. Kitap ve film neredeyse birebir aynı. Yalnızca bazı sahnelerde Coen kardeşler olayları farklı şekillerde tarif etmeyi seçmişler. Bu yüzden film, kitaptan daha vurucu olabiliyor. Ancak ben yine de asıl materyali de okumaktan keyif almıştım.
Bu romanda yazar, ters gitmiş bir uyuşturucu alışverişinin gerçekleştiği bir alanda para dolu bir çanta bulan zeki bir adamın hikayesini anlatıyor. Llewelyn Moss, cesetlerin ortasında yatan bu çantayı alıp gitmemek için herhangi bir sebep göremiyor. Tehlikeli bir iş yaptığının farkındaysa da takip edilmediğinden emin olarak çantayı sahipleniyor.
Ancak alışverişin taraflardan biri, takasa giden adamları ölmüş olsa da parasını geri istiyor. Dolayısıyla şiddetli yöntemlerine rağmen işi başarıyla bitireceğine kesinlikle güvenebilecekleri garip bir adam olan Anton Chigurh adlı kiralık katili tutuyorlar. Anton’dan kayıp para çantasını elinde tutan adamı bulmasını istiyorlar. Ancak bu adamın ne kadar tehlikeli biri olduğunu fazla hafife almış durumdalar.
The Road (Yol)
Yazarın Türkçe okuyabileceğimiz son romanı da Yol. Onun film uyarlaması olan The Road‘un başrolünde Aragorn’la kalbimizde ayrı bir yeri olan Viggo Mortensen‘i izliyoruz. Mortensen’e Charlize Theron ve Kodi Smith Mc-Phee eşlik ediyor. Ayrıca Garret Dillahunt, Molly Parker, Robet DuVall ve Guy Pearce gibi kendi hayran kitleleri olan isimler de oyuncu kadrosunda yer alıyor. The Road, yıldız geçidi gibi bir film. Ancak bence romanı, filmden daha etkileyici olmuş.
Zira yazar sessizliği, yalnızlığı ve uzun yürüyüşler sırasında karakterin zihninden geçenleri öyle bir betimlemiş ki… Ben romanı okurken gürültülü bir mekanda olmama karşın yazarın betimlediği sessizlik dışında bir şey duyamıyordum. Bu kadar olaysız bir hikayeyi, okuru bu kadar içine çekecek şekilde yazmış olması hayranlık verici.
Yol, Amerika’nın tamamını kasıp kavuran bir yangından sonra post-apokaliptik bir dünyada yolculuk yapan bir baba ile oğlun hikayesini anlatıyor. Anne kısa süre önce vefat etmiş. Baba da ölmek üzere olduğunun farkında. Bu yüzden oğlunu daha kolay yemek bulabileceği, dünyanın henüz donarak ölmemiş sıcak bölgelerine götürmeye çalışıyor. Ancak yolculuğun da kendi tehlikeleri var. Hayatta kalmaya ve hayatta tutmaya odaklanan baba, kısa sürede bu şartlar altında iyi bir baba olmanın ne kadar zorlayıcı olduğunu anlamaya başlıyor.