Bir Sinema Yazarının Gözünden Batman v Superman İncelemesi
Batman ve Superman’i aynı filmde görmek yıllardır hem çizgi roman hem de sinema severlerin hayallerini süsleyen bir durumdu. Marvel’ın çok başarılı bir şekilde adım adım oluşturduğu sinematik evren sonrasında DC’den de beklenen buydu zaten. Bu nedenle geçtiğimiz yıllarda Batman v Superman filmi duyurulduğunda büyük bir heyecan yarattı. Üstelik DC’nin üçüncü önemli karakteri Wonder Woman da bu filmde yer alacaktı.
Bu filmin, gelecek yıllarda izleyeceğimiz Justice League filmlerinin ilk adımı olacak olması da bu heyecan dalgasını yükseltiyordu.
Zack Snyder’dan Ne Bekleyebiliriz?
Kamera arkasında Superman hayranlarının çok da beğenmediği Man of Steel’in yönetmeni Zack Snyder olması ise kafalarda bir soru işareti uyandırıyordu. Aslında Snyder, kaynak materyale sadık kaldığı zaman çok iyi işler çıkarabilen iyi bir zanaatkâr. Bunu en iyi Watchmen’de gördük. Bir çizgi roman başyapıtı sayılan bu eseri beyazperdeye başarıyla uyarlamıştı. 300 de içeriğine getirilecek onlarca eleştiriye rağmen görsel olarak çok başarılı bir işti (zaten aynı eleştiriler çizgi romanın kendisine de getirilebilir). Ama daha serbest kaldığı ve senaryo açısından boşluklar içeren bir proje ile yola çıktığı zaman daha sıkıntılı işlere imza atabiliyor (yine de Sucker Punch’ın suçlu zevklerimden biri olduğunu itiraf edeyim buradan).
İşin yönetmenlik tarafını sonra ele alırız ama önce, film öncesinde çok şüphe yaratan oyunculuklara bakalım.
Oyunculuk Nasıldı?
Henry Cavill’i daha önce Superman olarak gördük zaten. Çok da beğenmedik doğrusu. Burada da farklı bir oyunculuk sergilemiyor. Ben Affleck, kadronun en fazla eleştiriye uğrayan ismiydi. Bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere Affleck hakkında bir olumsuz önyargı olduğu sır değil. Oyunculuk yeteneğinin sınırlarını da biliyoruz ama kabul edelim, iyi bir Bruce Wayne/Batman olmuş. Kostümün altında gayet iyi durmasının yanında, orta yaşı devirmeye başlayan, belli takıntıları olan ve fikrinden vazgeçmeyen Bruce Wayne’i de iyi vermiş. Gal Gadot’un da fiziksel olarak Wonder Woman’a uymayacağı yorumları vardı. Onun için de olumlu bir not düşelim. Bu filmde henüz onun hikâyesini izlemediğimiz için oyunculuğu hakkında çok yorum yapamayız ama Wonder Woman olarak perdeye çok yakışıyor.
Gelelim bu tip filmlerin en önemli karakteri olan kötü adama: Lex Luthor yani Jesse Eisenberg. Bu tip filmlerde asıl oyunculuk yükünü genellikle kötü adamlar çeker. İyiler, yakışıklılık/güzellik ve karizma ile önden artı bir puanla başlarken kötü adam kimi zaman oyunculuğu ile filmin esas yıldızı olur. Bakınız, Jack Nicholson ve Heath Ledger’ın Joker, Tom Hiddleston’ın Loki performansları. Burada Jesse Eisenberg’in kötü bir Lex Luthor olduğunu söylemek yanlış olur. Başarılı bir performans ama kendini tekrarladığı için çok orijinal bir Lex ortaya çıkamamış. Zaman zaman perdede Mark Zuckerberg’i izliyor hissine kapılabilirsiniz . Ayrıca karakterin senaryo ile ilgili ciddi sıkıntıları da var. Filmin deneyimli yan oyuncu kadrosu ise göründükleri sahnelerde partnerlerinden rol çalabiliyorlar. Jeremy Irons, Alfred olarak gerekirse o yarasa kostümü kendisi giyip korku salabilecek hissini verirken, Holly Hunter ise karakterinin yaptığı büyük hataya rağmen şansı olsaydı Lex’i silkeleyip atabilecek bir politikacı portresi çiziyordu.
Çizgi Roman ve Sinema Tekniği Sorunsalı
İşin yönetmenlik tarafına dönersek, yukarıda da belirttiğimiz gibi Snyder teknik açıdan başarılı bir isim. Özellikle doğrudan tek bir eserden yaptığı uyarlamalarda perdede çizgi roman karelerinin ete kemiğe bürünmüş hallerine imza attığını da biliyoruz. Burada ise karşımızda pek çok farklı çizgi romandan esintiler taşısa da doğrudan bir uyarlama olmadığı için farklı çizgi romanlardan, farklı kareleri perdeye taşıması bir saygı duruşunun ötesine geçememiş. Örneğin filmin girişindeki Wayne ailesinin öldürülmesi sahnesi.
Evet, Bruce Wayne’in hayatındaki kırılma noktası, evet onun Batman olmasının sebebi ve evet Dark Knight Returns çizgi romanındaki karelere çok benziyor ama bu olayı o kadar izledik ki tekrar anlatılması gerek yokmuş. Snyder’in Man of Steel’de çokça eleştirilen finale doğru aksiyonun dozunu delice arttırma hastalığından burada da vazgeçmediğini görüyoruz. Oradaki yüksek aksiyon burada hikâyenin gelişimine hizmet edecek şekilde toparlanmış ama ikinci kez bir benzerini izlemek gerekli miydi, tartışılır. Zaten Doomsday bu film için gerekli bir karakter miydi, ondan da emin değilim. Evet finale giden yolun onun elinden gelmesi çizgi romanlara sadık kalan bir durum ama artık iyiden iyiye birbirine benzeyen çizgi roman uyarlamalarında, özellikle çizgi roman okuru olmayanlar için (ki kabul edelim ki filmler sadece çizgi roman okuyanlar için yapılmıyor) filmin sonunda çıkan herhangi bir canavardan farkı yok. Belki de asıl sorun Marvel’in solo süper kahraman filmleri ile adım adım yaptığı şeyi, DC’nin 1-2 filmle hızlıca yapmak istemesi. Ayrıca filmin en önemli anları sayılabilecek Batman ve Superman’in kapışma sahnelerinde de Snyder’dan daha iyisini beklerdik. Biliyoruz ki görsel olarak daha iyisini yapabilecek bir isim.
Ama filmin esas sorunu senaryodaki kimi sorunlar.
Senaryonun artıları ve eksileri
Örneğin Lex’in Superman ile ilgili olan takıntısını hiçbir zaman tam olarak anlayamıyoruz. Evet, bazı açıklamaları var ama tatmin edici değil. Batman’in neden Superman’i düşman olarak gördüğünü anlamak mümkün ama Lex açısından bu durum havada kalıyor. Clark Kent ve Lex Luthor arasındaki ilişkinin en iyi işlendiği yapım olarak hâlâ Smallville’in adını anmalıyız bu noktada. Ya da Clark ve Bruce’un ilk tanıştığı anı ele alalım. Lex’in kendi malikânesinde, onun düzenlediği bir davetteyiz. Bruce Wayne de davetin konuklarından biri. Yani karşımızda iki multi-milyoner var. Peki, Clark Kent kim? Bu daveti Daily Planet adına izleyen bir muhabir. Bu durumda Lex’in Clark’ı nereden tanıdığını, Bruce ile neden tanıştırdığını anlamak mümkün değil (Lex, Superman’in gizli kimliğini biliyordu demek sorunu çözmüyor, hem Clark, hem Bruce açısından tuhaf bir durum).
Ayrıca Justice League filminde göreceğimiz karakterlerin bize tanıtıldığı sahneler de gelecek bölümden tanıtımlar anlayışının ötesine geçemiyor.
[BU BÖLÜM SPOILER İÇERİR]
Filme adını veren Batman-Superman kavgasının başlama ve bitme nedenleri de apayrı bir sorun. Öncelikle Martha Kent’in kaçırılması konusu. Superman, Lois’in her ihtiyacı olduğunda yanında bitecek kadar hızlı ve onun sesine duyarlıyken annesinin kaçırıldığını fark etmemiş olması ilginç. Hadi fark etmedi diyelim, annesini bulmak için yarım saatten uzun vakti varken Lex’in şantajına boyun eğip Batman’i öldürmeye gitmesi de çok anlamlı değil. O süper hızıyla, annesinin yerini bulup kurtarması çok vaktini almazdı.
Kavganın bitişinin, “senin annenin adı da Martha, benim annemin adı da Martha. O zaman gel tüm sorunlarımızı bir kenara bırakıp dost olalım” noktasında oluşu ayrı bir komiklik.
[SPOILER SONU]
Senaryo sorunlu dedik ama yine de başarılı noktalarından bahsetmeyi de atlamayalım. Filmin ilk yarısı boyunca, çoğunlukla Batman ve Superman’i değil Bruce Wayne ve Clark Kent’i izlememiz riskli ama akıllıca bir tercih. Bu şekilde birer ikondan çok birer karakter yaratılmaya çalışmış. Sonuç daha başarılı olabilirmiş ama yine de makul bir seçim. Keşke bu sahnelerde Bruce Wayne’nin dünyanın en iyi dedektiflerinden biri olduğunu gösteren daha iyi hamleler de görseydik. Senaryonun bir başka başarılı hamlesi ise çeşitli ufak dokunuşlarla Bruce Wayne/Batman’in bu filmden önce bizim bilmediğimiz bir hayatının olduğunun verilmesi. Film boyunca Joker, Riddler, Robin gibi karakterlere ait izler, hem diyaloglara hem de karşılaştığımız mekânlara yedirilmiş durumda. Bruce Wayne’in kadınlarla olan ilişkilerinin durumu da öyle.
Neticede Batman v Superman, bazı eleştirmenlerin yerden yere vurduğu kadar kötü bir film değil. İzlenebilir bir süper kahraman filmi ama bu iki efsanevi kahramanı bir arada gördüğümüz ilk filmden beklentimizin de epey altında.
Yazan: Hasan Nadir Derin
1975 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Gazi Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin aynı bölümünde yüksek lisans yaptı. 1990’ların sonundan itibaren kendi kurduğu web sitesi Sinema Manyakları başta olmak üzere Beyazperde ve Paralel Sinema gibi web siteleri ile ve Altyazı Sinema Dergisi, Antrakt Haftalık Sinema Gazetesi, Fotofilm Dergisi gibi çeşitli basılı yayın organlarında sinema üzerine yazıları yayınlandı. Halen düzenli olarak Gölge e-Dergi’de yazıları yayınlanmakta ve aynı derginin yayın kurulu üyeliğini sürdürmektedir.
Web sitesi: http://www.sinem
Yayın organı: Gölge e-Dergi, Sinema Manyakları