Anka Kuşu Küllerinden Doğdu Mu? – The Matrix Resurrections İncelemesi
Çocukluğumuzda eğlencenin ucunu kaçırdığımızda anamız babamız, “Hadi artık tadında bırak!” derdi. Biraz da curcunanın sakinleşmesi için serzenişte bulunurlardı aslında. Biri de çıkıp Lana Wachowski’ye ya da Warner Bros.’a “Hadi artık tadında bırak” demesi gerekiyormuş.
Seneler seneler sonra The Matrix’in devamına kavuştuk, kavuşmasına ama gereği var mıydı diye de soramadan edemedim. Zaten ilk duyuru geldiğinde de, Matrix 4 olmalı mıydı diye kendi kendimize sormuştuk. Olmasa da olurmuş. Ama yapılması da bir açıdan iyi olmuş. Nedenlerini şimdi sakin sakin sizlere anlatacağım.
Bu arada filmle alakalı sürpriz kaçıranlara da yer vereceğim. Baştan anlaşalım. Yani filmin gidişatına ilişkin hiçbir şey öğrenmek istemiyorsanız, filmi izledikten sonra incelemeye gelmeyi düşünebilirsiniz. Aslında filmde çok da fazla sürpriz kaçıran bulunmuyor ya, neyse…
Matrix’e Dönüş

Açık açık belirteyim. İlk Matrix filmini ne kadar çok seviyorsam, ikinci ve üçüncü filmlerden o kadar nefret etmiştim. Hatta Matrix Resurrections vizyona girmeden önce üçlemeyi tekrar izleyip sindirmeye çalıştım. İlk filmin felsefi alt yapısı, kuvvetli diyalogları, karakterlerin derinliği üzerine uzun uzadıya konuşabiliriz. Öte yandan diğer iki film bu alanlarda noksan kalmıştı.
The Matrix Resurrections, aslında bu noksanlığıyla kendi içinde dalga geçiyor. İlk filmi kült kabul edersek, diğer iki filmin yetersizliği aslında anlatılabilecek hikaye olmamasından kaynaklıydı. Çok fazla gerilince uzayan ve başlangıç noktasına şak diye patlayan bir lastik gibiydi. Resurrections, bir filme gereğinden fazla anlam yüklemenin nasıl sorunlar doğurabileceği üzerine hicivli bir dille açılıyor.
Bizim Neo, yine olmuş Bay Anderson. Üçlemenin aslında Bay Anderson tarafından hazırlanmış bir bilgisayar oyunu olduğunu öğreniyoruz. Tüm dünya zamanında bu üçlemeyle ihya olmuş. Hatta firma içerisindekiler bile Anderson’ın tasarladığı dünyaya hayran. Şişirdikçe şişiriyorlar. Olmayan anlamlar yüklüyorlar. “Matrix neydi? Matrix emekti, sevgiydi” diyorlar. Film açılış kısmında direkt izleyiciye tokatı yapıştırıyor.
Bu kısımlar inanın çok eğlenceliydi. Psikolojik buhrana kapılmış Bay Anderson, bir yandan profesyonel yardım alırken, bir yandan da şirketin onla ya da onsuz geliştireceği yeni Matrix oyunu üzerine odaklanmış durumda. Öte tarafta da izleyiciyi şüpheye düşüren diyaloglar ve sahnelerle orta kısımlara kadar hikayenin şiştiğini görüyoruz. Neo’yu bir ilah olarak kabul eden genç kafadarlardan oluşmuş yeni bir mürettebat, onu girdiği sarmaldan kurtarmaya çalışırken, nostalji havası vererek Bay Anderson’a yaşadığı gerçekliğin yalan olduğunu anlatmaya çabalıyor. Ve inanın gerçekten çok komik gözüküyorlar. Şayet Lana Wachowski, buna özellikle çalışmışsa alkışlamaya değer bir iş var.
Benim Adım Neo

Film bu şişkinliğini bir maden suyuyla çözebilecekken, daha da fazla şişiyor ve Neo’nun kurtarılmasının ardından durağanlık dönemine geçiyor. Neo’nun kendini feda ettikten sonra Zion’a neler olduğunu öğreniyoruz. İnsanlar ve makineler arasında bir barış dönemi sağlanmış. Hatta makineler kendi arasında güç dengesini sağlayabilmek adına savaşa tutuşmuşlar.
Bakın sevgili FRPNET okuru, bu kısımda inanılmaz bir hikaye var aslında. Animatrix’in içerisinde yer alan 2. Rönesans kısmından hepimiz ne kadar keyif alıyorsak, burada da taş gibi bir cevher ver. Neo ve yeni yancılarını anlatmak yerine, savaş sonrasını ve Io’nun kuruluşunu anlatacak yepyeni bir macera da ortaya çıkarılabilirdi.
Zaten filmin kendi içinde sıkışmaya başlaması da buralarda başlıyor. Özellikle yaşlı Niobe’nin balkon konuşması… Bakın bu sinemacılık değildir. Aynı sahneyi resmen üç kere çekip, üç kere izleyiciye sunmuşlar. Bu komedi sinemasının çarklarından biridir. Komik olmasa da artık üçüncü sahnede kahkahayı basarsınız. Bu yüzden olsa gerek artık ben de aynı sahneyi üçüncü kere izlediğimde kahkahayı bastım. Fakat sahnede de ciddi bir durum konuşulmakta. Yazık olmuş gerçekten Zion sonrası neler yaşandığının böyle yüzeysel geçilmesine.

Ancak şuna da değinmek istiyorum. Bu ara süreçte daha verimli bir Matrix yaratmak adına Neo ve Trinity’nin bedenlerinin kurtarılması ve aralarındaki özel bağdan ötürü, anomalilerin oluşmasını kullanmak güzel bir fikir. Makineler, bunu yeni Matrix için kullanıyor.
Orijinal üçlemede Matrix’te geçen sahnelerin daha yeşile yakın bir tonu vardır. Bu aslında karakterlerin yazılımın içerisinde olduğunu yansıtmak için kullanılan bir hile. İzleyiciye de o sahte hissi verilir. Resurrections’un, Matrix içerisinde geçen sahnelerinde böyle bir yeşil filtre yok. Yani mutlak Matrix kurulmuş. Makineler verdikleri sözü tutmamak ve daha fazla enerji toplayabilmek adına sahte cenneti yaratmış.
Bunları ne yazık ki, iyi bir sinema izleyicisi değilseniz yakalayamıyorsunuz. Kendimi övmek için söylemiyorum fakat Lana Wachowski ve yazar kadrosu, diyaloglar konusunda iyi bir iş çıkartmamış. Merovingian’ın döndüğü kısım aslında çok önemli. Neden yazılımların sürgün edildiği, yeni Matrix’te neden kendilerine yer bulamadıklarını deli bir dille anlatmaya çalışsa da yine komik kalmış. Eldeki malzemeyi düzgün kullanamamışlar. Sırıtmış!
Tek Yol Dijital Devrim

The Matrix Resurrections’ın ne yazık ki bana geçen bir sahnesi ya da diyaloğu olmadı. Zaten filmin son 20 dakikası inanılmaz bir kabus gibi. Film bir anda Battle Royale moduna giriyor. İkinci ve üçüncü filmlerin aksiyonunu aratıyor inanın ki! Heyecan verilmek istenilse de zayıf bir anlatım var. Çünkü filmin o kısmına kadar karakterleri zor anlarında kurtaran bir “Deus Ex Machina” var. Yenilenmiş Ajan Smith’in güdülerini anlamak bir hayli zor. Kendi sınırları dışına çıkmak isteyen ve daha fazlasını bulmak isteyen yeni Ajan Smith’in neden Neo ile ortak olduğunu anlayabilmek çok güç. Bu sebeple “Ay acaba paçayı kurtarabilecekler mi?” heyecanını yaşamıyorsunuz.
The Matrix Resurrections, üçlemenin ardından oluşan sorulara cevap vermeye çalışırken daha fazla soru ve sorun yaratmış. Filmin bir yerinde Bay Anderson’ın patronu ve sonrasında Ajan Smith olduğunu öğrendiğimiz arkadaş, “Büyük abimiz Warner Bros., bizle ya da bizsiz yeni Matrix yapmak istiyor” minvalinde bir konuşma gerçekleştiriyor. Bu eminim ki gerçek bir hikayeye dayanıyor. Lana Wachowski yıllardır neden Matrix çekmedi? Belki ikinci ve üçüncü filmleri bile çekmek istememişti. Matrix başlangıcı ve sonu olan başarılı bir filmdi. Daha fazlasını istemiyordunuz.
Büyük firmaların, sinema stüdyolarının eskiden tutan içerikleri bu şekilde devam ettirebilme çabası her zaman hüsrana uğruyor. Çok ama çok az devam filmi başarıyı yakalayabiliyor. Mad Max ve Blade Runner belki bunlara verilebilecek en güzel iki örnek. Alıntısını yaptığı filmin okumasını iyi okumak gerekiyor.
The Matrix Resurrections, iyi bir başlangıçla açılsa da neyi nasıl anlatacağına karar veremediği için şişiyor da şişiyor. Serinin güzel sözlerinden biri olan “Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır.” kısmını iyi anlamak gerekiyor sanırım.
Çok pis click bait yedim başlıktan ya. Resmen her şeyi beğenen youtuberlardan mı oldular şimdi de dedim, yazıya girdim okumak istediği şeyi buldum. fena ters köşe olmuş.