İncelemeler

Gidiyorum Gündüz Gece – Death Stranding İncelemesi

Hideo Kojima’nın geçen yılın sonunda PS4 için özel olarak hazırlanan ve şimdiyse PC platformuna gelen oyunu Death Stranding incelemesiyle karşınızdayız.

Konami’den ayrıldıktan sonra beklenmedik bir hızla Sony tarafından havada kapılan Hideo Kojima’nın bir sonraki çalışmasının ne olacağı merak ediliyordu. 2016-17 yılı içerisinde çıkan ilk tanıtım fragmanıyla beraber Death Stranding’in ne olacağını tartışmaya başlamıştık. Oyun çıktığında da büyülenmiştik. Şimdi PC teknolojisinin sunduğu 4K çözünürlük, geniş ekran desteği ve RTX destekli ışıklandırmasıyla bu büyülü dünyayı bir kez daha arşınlamaya hazırız.

Uzun İnce Bir Yoldayım

Death Stranding, yakın bir gelecekteki dünyada geçiyor. Nedeni bilinmeyen patlamalar silsilesinin ardından, bilmediğimiz bir dünya bizimkisine yaklaşır ve sonunda da birleşir. Bu patlamalar insanlığın büyük kısmının yok olmasına neden olur. Şehirlerin ortadan kalkmasıyla insanların arasındaki iletişim de kopar.

Hatta o kadar büyük bir patlama olur ki Kuzey Amerika’nın tam göbeğinde kocaman bir krater oluşur. Haliyle insanlık birbirinden uzaklaşmaya başlar ve sonunda da bizim bildiğimiz USA, olur size UCA. Yani United Cities of America.

Bu şehirlerin ayakta durabilmeleri çok güç. Çünkü insanlar arasındaki iletişim kopuk ve ortalık mahşer yeri gibi. Kargonuzu çalmaya çalışan yükçüler, Zamanyıkımı, Kıyıya Vuranlar adı verilen varlıklar. Say say bitmiyor.

Hikayenin ana karakteri Norman Reedus’un canlandırdığı Sam Porter Bridges’ın yer yüzünde yaşayabilmesini sağlayan bazı özel güçleri vardır. Bunları tabii Superman güçleri gibi düşünmeyin. KVleri hissedebilme yetisine sahip olan bir ötecidir.

Öteci özelliklerini kullanarak kuryelik görevine başlayan Sam, kendi başına dağ, tepe, bayır, çayır demeden ayağındaki eski kundurayı eskitmeyi kendisine ant içmiştir.

Gidiyorum Gündüz Gece

Sam, bu özel durumunu yıllarca kullanmış ve kargolar taşıyarak namını da duyurmayı başarmıştır. Deli danalar gibi oradan oraya koşturduğu yılların ardından yolu eski bir dostu olan UCA başkanıyla kesişir. Başkan hasta yatağında yatarken, Sam’den UCA’yi eski günlerine döndürebilecek tek kişinin o olduğundan bahsetse de Sam bunu yemez. Yer mi Kuzey Amerika çocuğu bu ayakları! Başkan da tabii en güçlü silahı olan maziyi ortaya çıkarır ve öz kızının bu işe başladığını fakat görevin tamamlanamadığından bahseder.

Hikayenin girizgahı aşağı yukarı böyle. Ancak bu girizgah kısımı yaklaşık 10 saate ulaşabiliyor. Zaten konsol tarafında oynayan oyuncular ya da videoları izleyenler hikayenin nasıl geliştiğini biliyor. Yine de sürpriz kaçıran olmaması adına nasıl devam ettiğimizden pek bahsetmeyeceğim.

Burada oynanabilirliğe dair bir parantez açacağım. Oyunda Kiralyum adı verilen bir madde var. Yeni dünya düzeninde kiralyumun çok önemli bir durumu var. İnsanlara yardımcı olduğu kadar onlara zarar da verebiliyor. İnsan vücudunun yediği ve temas ettiği her yerde bu maddeden olduğu varsayılıyor. Öldüğünde onu yaktıklarında da atmosfere karışıyor ve Zamanyıkımı adı verilen fenomenal olaya neden oluyor.

Zamanyıkımı, aslında bildiğiniz düz yağmur . Ancak bu yağmur dokunduğu her cismi, canlı ya da değil, yaşlandırmaya başlıyor. Yaşlandırma demeyelim de zaman sürecini hızlandırıyor. Eşyalar paslanıp yok olurken, topraktan bitkiler çıkıyor ölüyor ve yenileri yeşeriyor. İnsanlar yaşlanıp ve sonunda da tahmin ettiğiniz üzere ölüyorlar.

Bedenleri yakma nedenleriyse, kiralyumdan kaynaklı başka bir fenomenal olay. Eğer insan bedeni yakılmazsa, birkaç saat içerisinde nekrolaşıyor ve ortalık karışıyor. Nekrolaşan beden, devasa KVler’in ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunlar da ortalığı yakıp yıkmanın yanı sıra, ortaya devasa bir patlama çıkarıyorlar. Patlamanın olduğu yerde de büyük bir krater açılıyor.

Oyunun kontrollerine alışmaya başladıktan sonra BB olarak kısaltılmış bir Bağ Bebeği alıyoruz. Bu bebekler, gelişimini tamamlayamamışlar. Bildiğiniz cenin olarak özel bir fanusun içerisinde korunuyorlar. Ancak özelliklerinden ötürü KVler’e karşı oldukça hassaslar. Çünkü ne bu taraftalar ne de öteki taraftalar.

Normalde bir Öteci ile BB’nin birbirine bağlanmaması gerektiğinden bahsedilirken Sam, sorgusuz sualsiz bu öksüze sahip çıkmaya karar veriyor. Bridges olarak bilinen UCA tesislerinde bu bebeklerden bolca var. Ancak bir eşya muamelesi görüyorlar. Kullanıcıların onlarla bir bağ kurması beklenmiyor hatta istenmiyor da!

Eski Başkanla, onun kızıyla ve yaşanan olaylardaki kendi hatıralarıyla bağı olan Sam, elim mahkum diyor ve tüm insanlığı birbirine bağlamak için yolculuğa başlıyor.

Bilmiyorum Ne Haldeyim

Kojima, oyun hakkında verdiği bir demeçte “İnsanlar, bir adada geçen ve sınırlı erzaklar oyuncuların birbirine saldırdığı bir oyun yapmak isteyebilir. Fakat ben bunu yapmak istemedim” demiş. Death Stranding, bence birçok açıdan oyun camiası için çok önemli bir an. Oyun tarihinde gözümüzle tanıklık ettiğimiz bir an. Nasıl ki Roguelike terimi yıllardır ağzımıza yerleşmiş bir terim, yıllar sonra Strandlike gibi bir terimin de yerleştiğini görebiliriz.

Oyunu bir türe ya da bir oyuna benzetmeye çalışsam verebileceğim tek örnek Euro Truck Simulator 2’nin daha duygusal hali olur. Ancak onun gibi bir simülasyon oyunu da değil. Hikayeyle, hikayenin sunduklarıyla, hayatta kalmaya çalışan insanlarla ve diğer oyuncularla bağ kurmak üzerine kurulu. Kojima her zaman yaptığı gibi bu oyununda da göndermelerle, metaforlarla başımı döndürdü. Bir oyun için tuttuğum en uzun notlara sahip oldu.

Death Stranding’in nasıl bir tür olduğunu daha iyi anlamanız için biraz oynanabilirlikten ve mekaniklerden bahsedeyim.

Oyundaki asıl amacımız tüm tesisleri ve insan şehirlerini birbirine bağlayabilmek. Doğudan başlayan maceramızı, batı kıyılarında tamamlamamız gerekiyor. Yolculuğumuz boyunca aldığımız kargoları istenilen yerlere teslim etmemiz gerekiyor. Bir yandan da Sam’in boynuna asılı olan Q-pid ismindeki postacı anahtarıyla sistemleri birbirine bağlıyoruz. Ne kadar çok sistemi ilk şehre bağlayabilirsek bağlantımız o kadar kuvvetleniyor.

Burada oyunun çok basit bir oynanabilirlik üzerine oturtulmuş olduğunu düşünmekte haklısınız. A noktası ile B noktası arasında mekik dokuyoruz. Karşımıza çıkan engelleri aşıyoruz ve şehirler arasındaki bağı kuvvetlendiriyoruz. Ama daha önce de dediğim gibi hikayenin ağırlığı, oyunun bu kısmını daha eğlenceli kılıyor.

Death Stranding dünyası yarı-açık bir dünya olarak tanımlanabilir. Aldığınız kargoyu nereye, nasıl götüreceğiniz tamamen size bırakılmış. Dilerseniz koca bir tepeyi aşabilirsiniz. Dilerseniz de bu yorucu işe hiç kalkışmadan, yolunuzu uzatarak tepenin etrafından dolaşabilirsiniz. Tercih size kalmış.

Bu tercihi yaparken birkaç farklı unsuru da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Hava koşulları, arazi, KVler, Homo Demensler ve Yükçüler.

Gidiyorum Gündüz Gece

Oyundaki diğer tehlikeli düşmanlardan biri de Homo Demensler. Bu arkadaşlar, Ölüm Kıyısı olayı yaşandıktan sonra diğer tarafla hızlıca bağlantı kurup kapıları daha da fazla açmanın derdindeler. Üst seviye Öteci güçlere sahipler. Işınlanıp, Zamanyıkımı yağdırabiliyorlar. Ayrıca KVler’i de rahatlıkla kullanabiliyorlar.

Oyunda beni en çok zorlayanlar ise Yükçüler oldu. Bu arkadaşların olayı ise kargolarınızı çalmak üzerine kurulu. Bunu yapmalarının sebebiyse daha fazla beğeni alabilmek.

Death Stranding yeni bir tür dedim ya. Oyunda yaptığınız her şey için kullanılan puanlama sistemi, bildiğimiz sosyal medya beğenileriyle aynı. Köprü kurduğunuzda, siparişi yerine getirdiğinizde ya da bir merdiven yerleştirdiğinizde gelen beğenilere göre seviyenizi yükseltiyorsunuz. Yükçüler de vücutta salgılanan oksitosin hormonunun bağımlısı haline geldikleri için daha fazla beğeni peşindeler. Gerçek dünyada olsalar, YouTube kanallarına abone olmamız için yapmadıkları şey kalmazdı herhalde.

Geriye kalan düşmanımız ise arazi koşulları. Bir siparişi nasıl götüreceğiniz tamamen size bırakılmış. İsterseniz bir tepeyi aşarak gidebiliyorsunuz, dilerseniz etrafından dolaşabiliyorsunuz. Fakat yola çıkmadan önce araziyi bir gözden geçirmekte fayda var. Çok mu engebeli yoksa bataklık mı? Bunlar önemli. Taşıyacağınız kargonun ağırlığı, dengesi ve hassasiyeti açısından yere fukara sümüğü gibi yapışmamak adına dikkat etmeniz gereken oyun mekaniklerinden biri.

Dünyaya Geldiğim Anda

Kargoları taşırken Sam’in dengesini sağlamak çok önemli. Bunun için oyuna özel bir mekanik yerleştirilmiş. Dengesiz bir kargoyla, bozuk bir arazide ilerlerken kontrolü elden bırakmamanız gerekiyor. Eğer bunu yapmazsanız Sam’in sırtındaki ağırlık sağa ya da sola çekmeye başlıyor. Böyle bir durumda duruma göre dengenizi sağlamak için ağırlık yönünüzü ayarlamanız gerekiyor.

Zaman zaman manzaraya daldığımda kendimi yerde bulmuşluğum çok oldu. Hiç bilmediğim ve görmediğim bir mekanik olduğu için alışması biraz zaman aldı haliyle. İlk başta sinirlerimi bozsa da sonrasında şunu fark ettim. Hiçbir oyunda üzerimizdeki eşyaların ağırlığı dışında, dışarıdan nasıl gözüktüğünü görememiştik. Yüzlerce kilo ağırlığında eşyaya sahip olsanız da dışarıdan hiç belli olmuyordu.

Arkanızdaki kargoları bir kule gibi dikip yürümeye çalışırsanız haliyle dengeniz bozuluyor. Yola çıkmadan önce kargoyu dengeli bir biçimde sırtınıza yerleştirmeniz gerekiyor. Eğer elinizde bir yük taşıyorsanız, tuttuğunuz el için atanmış tuşa sürekli basmanız lazım. Bu ve bunun gibi minik detaylar Death Stranding’i kendine has olmasını sağlamış. Daha önce de bahsettiğim gibi bir yükü alıp A ile B noktası arasında taşımıyorsunuz. Yolculuğunuzu keyifli hale getiren detaylar oluyor.

Yürüdüm Aynı Zamanda

Death Stranding’i farklı bir yere konumlandırmamı sağlayan yepyeni bir özellik de diğer oyuncularla yapacağınız iletişim. Bunu açıktan açığa yapmıyorsunuz. Yani bir Online oyun gibi düşünmeyin. Sadece aynı dünyayı farklı zamanlarda paylaşan Samler olarak oynuyorsunuz.

Önce şunu anlamamız gerekiyor. Bu sadece bir getir götür oyun değil. Amerika’yı baştan aşağı yeniden inşa ederken ortak olarak çalışmamız gerekiyor. Yapılacak olan köprüyü tek başınıza yapmak zorunda değilsiniz. Yanına koyacağınız bir işaret ya da yapacağınız Bağ Kontratı sayesinde diğer oyunculardan yardım alabiliyorsunuz. O yapıya kim daha çok yardımda bulunursa, inşaatı yapan kişi olarak ismi ön plana çıkıyor. Bu da bize bolca beğeni kazandırıyor.

Beğeni kazanmanız Sam’in seviyesini artıyor. Bunu klasik RYO oyunları seviyelerine benzetemem. Taşıdığı yük miktarı, yolculuk süresi ve yük ağırlığı gibi çeşitli kategorilerde beğeni alıp alanlarında daha da uzmanlaşmaya başlıyorsunuz.

Bir bölgede uzun süre geçirdiğinizde arazinin değişmeye başladığını görüyorsunuz. Diğer oyuncuların koyduğu uyarı işaretleri daha mantıklı gelmeye başlıyor. Aynı yolu takip eden oyuncular, orada bir patika oluşturuyor. Eğer bir üçteker motorsikletiniz varsa ve arkanızda bıraktıysanız hiç üzülmeyin. Başka bir oyuncu onu bulup kullanabiliyor ve kullandığı süre boyunca beğeni yağmuruna tutuluyorsunuz.

Hoşuma giden başka bir detaysa, diğer oyunculara sipariş verebiliyor olmanız. Diyelim ki merdivene ihtiyacınız var ve aldığınız sipariş sonucunda varacağınız noktada da bir tesis var. Siparişi buraya verirseniz ve bunu bir oyuncu görürse size merdiven yapıp bırakabiliyor. Keza diğer oyuncuların kaybettikleri kargoları bulup terminallere bırakabiliyorsunuz.

İkili Kapılı Bir Handa

Death Stranding gerçekten de yenilikçi bir oyun olmuş. Anlatarak ya da izleyerek aktarmak oldukça güç. Diğer oyuncularla kurulan sosyal ağ detayı da ilginç bir deneyim. Bu deneyimi sadece arkadaş listenizdeki kişilerle yaşamıyorsunuz. Tanımadığınız insanların etkilerini de görmek mümkün. Daha önce benzer etkileri Journey’de görmüştük. No Man’s Sky da benzer bir yapıya sahip.

Oyunun sunduğu kötü yerler de var tabii. Decima grafik motoruyla sunulan gerçekçi yapı hem karakterlerde hem de dünya tasarımında görülüyor. Fakat dünya tasarımı konusunda bazı yerlerde, ince buglara girebiliyorsunuz. Kaplama hatasıyla karşılaşmadım ancak etkileşim konusunda karakter titremesi, sıkışması olabiliyor. Belki güncellemeyle çözülebilecek bir olaydır. Orasını zamanla göreceğiz.

Death Stranding’in bir diğer hatası da oyunu komple açık dünya gibi göstermesi ama öyle olmaması. Yarı-açık bir dünyası var ancak hikayesel anlamda bazı noktalarda siz adımınızı atmadan ilerlemiyor. Örneğin oyunda bir noktada üzerimde ne varsa terminalde bırakıp, deyim yerindeyse don atlet dışarı fırladım ve amaçsızca sağa sola koşturmaya başladım. Haritada henüz keşfetmediğim yerlere gidip gezmeye karar verdim. Bir iki yeni terminal ve büyük bir şehir bulsam da burayla etkileşime giremedim. Sonradan öğrendim ki bu yerlerden birisi hikayenin çok önemli kırılma noktalarından birine ev sahipliği yapacakmış. Bu yüzden oyuncuyu tam anlamıyla özgür bırakabildiğini savunamam. Yine de kargo taşırken sizi zorla tek bir yolu seçtirmeye çalışmıyor.

Bana göre oyunun son sıkıntılarından biri de çok fazla metafor ve gönderme barındırması. Kendine ait bir terminolojisi var. Ayrıca dünyanın işleyiş biçimi ilk başlarda mantıklı argümanlar sunmuyor. Anime izleyicisi şimdi diyeceğimi anlayacaktır. Bazı serilerde cihazların, olayların, kişilerin tam olarak ne olduğu ya da nasıl çalıştığı konusunda mantıklı bir veri verilmez. İşte bu da böyle oluyor diye yüzeysel bir tanımlama yapar. Death Stranding de açıktan açığa size bir bilgi vermiyor. Sizin keşfetmenizi ya da düşünerek sonuca varmanızı bekliyor. Oyunda sıklıkla kullanılan Kıyı terimi, hem fiziksel dünyadaki kıyıları anlatıyor hem de insanların kendi zihinlerindeki kıyı adı verilen özel, alternatif bir dünyayı işaret ediyor. Zaman zaman hangisinden bahsettiklerini anlamakta güçlük çektiğim oldu.

Gidiyorum Gündüz Gece

Yine de oyunun büyük bir veri tabanı var. Kolaylıkla ulaşıp bilgilerinizi tazeleyebiliyorsunuz. Ayrıca açıkta kaldığını düşündüğünüz noktalarda, yardımcı olduğunuz insanlardan size gelen mailleri okuyup araya kapatma imkanınız var. Yani oyun armut piş ağzıma düş oyuncu tayfasına hiç mi hiç hitap etmiyor. Her taşın altını kaldırıp boş bile olsa anlamlandırmaya çalışmanız gerekiyor.

Son olarak toparlayıp konuyu tatlıya bağlamam gerekirse, bu oyun olmuş arkadaş! Kemiksiz olmuş hem de! Oyunculuğa getirdiği yepyeni bir bakış açısı olduğu doğru. Klasik oyuncunun gözüne batacak ya da onları oyuna hiç çekemeyecek tarafları da var. Bu da doğru. Ancak yarattığı kendine özgü dünyası ve sunduklarıyla uzunca bir süre oyuncularda yer edinecektir. Bir oyun için tuttuğum en uzun notlara sahip olduğunu söylemiştim. Daha bu yazıda anlatamadığım, yazsam Kürşat’ın beni kovalayacağı daha neler neler var. Ben geriye kalanları sizin keşfetmenizi isterim. Sonuçta Sam de yolculuğuna çıktığında neler keşfedeceğini bilmiyordu.

FRPNET Puanı: 9/10

Kötü Yanlarıİyi Yanları
Yürümek göz korkutabillirMuazzam hikaye
Yenilikçi yapısı her oyuncuya hitap etmiyorOyunculuklar çok başarılı
Yepyeni bir tür
Müzikler ve atmosfer
Grafik detayları, 4K destek, RTX performansı

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.