AYBABTUEdebiyat

Zaknafein ve Jarlaxle’ın Geçmişine Dair Hikaye Yayınlandı

Eylül ayında piyasaya sürülecek olan yeni Drizzt romanı Timeless, kuşkusuz diğer tüm Drizzt romanlarından farklı olacak, neden mi? Çünkü bu kitapta, Drizzt’in merhum babası Zaknafein ve Jarlaxle’ın geçmişteki dostluklarına ve yaşadıkları maceralara dair pek çok flashback bölümü olacak ve diğer bölümlerde de Drizzt kendi maceralarını yaşamaya devam edecek. Tabii bu sırada babasıyla ilgili daha önce bilmediği şeyler öğrenecek! Yayınevi de Zaknafein ve Jarlaxle’ın gençlik yıllarındaki dostluklarıyla ilgili kitaptan bir bölümü ön okuma olarak biz okuyucularla paylaştı. Biz de sizler için çevirdik!

Drizzt Efsanesi’nin en son çıkan kitabı olan Hero‘nun sonunda, Drizzt’in babası Zaknafein’in şaşırtıcı bir şekilde dirildiğini ve Jarlaxle’ın yanına gittiğini görmüştük. Jarlaxle hayatında ilk defa o “duygularını belli etmez” ifadesini bozmuş ve şaşkınlığından neredeyse sandalyesinden düşecek hale gelmişti. Zaknafein’i kimin, neden, nasıl dirilttiğini bilmiyoruz ama tek bildiğimiz şey, önceki dirilişi gibi iradesinin başkasının elinde olmadığı. Yani Zak, tamamen özgür.

Bu bitmek bilmez aylar nasıl geçecek diye beklerken, geçtiğimiz gün yayınevi herkesi şaşırtarak, yeni kitap Timeless‘tan bir bölüm paylaştı. Biz de FRPNET olarak bu bölümü sizler için çevirdik. Bu hikayeyi okumak için son Drizzt kitaplarını okumanız gerekmiyor çünkü hikayemiz, Zaknafein ve Jarlaxle’ın yüzlerce yıl önce yaşadıkları bir macerayı anlatıyor. Öyleyse fazla bekletmeyelim!

* * *

“Mekan tercihin pek hoşuma gitmedi,” dedi Arathis Hune, Hunzrin Hanesi adı altında kiraladıkları süit odada Jarlaxle ve Zaknafein yanına geldiğinde. Oda oldukça iyi döşenmişti, üç rahat yatak vardı ama ağ şeklinde yapılmış olan tavan oldukça alçaktı, üçlü içinde en uzun boylu olan Jarlaxle’ın başının hemen üstündeydi.

“En iyi seçeneğimiz buydu,” diye cevapladı Jarlaxle. “Hancı dostumdur.”

“Barın arkasındaki ölü adamı mı kastediyorsun?” diye fısıldadı Zaknafein, kapıyı azıcık aralayıp işletmenin ortak salonuna bakarken.

“Priveer Bar’cl…” diye cevap vermeye başladı Jarlaxle, ta ki Zaknafein’in sözleri suratına çarpana kadar.

Silah ustası kapıyı genişçe açtı ve aniden geriye doğru sıçrayarak, havada iz bırakarak uçan alev topundan kaçındı. “Yere yatın!” diye bağırdı Zaknafein odadaki yoldaşlarına ve büyülü bir ateştopu dairenin içinde patladığında o da dalışa geçti.

Zaknafein takla atarak hemen ayağa kalktı, silahları ellerindeydi, yaptığı saldırı yüzünden görünmezlik büyüsü bozulan drow büyücü de görüş alanlarına girmişti. Zaknafein, büyücülerle savaşma konusunda uzman değildi ama geçmişte birkaç rahibeden fazlasını öldürmüşlüğü vardı, bu yüzden stratejinin oldukça benzer olduğuna kanaat getirdi; düşmanına yaklaş.

Ama bu çok kolay olmayacaktı, çünkü bir çift savaşçı saklandıkları yerden çıkmıştı; bir tanesi barın arkasından, diğeri de odanın uzak köşesindeki ağ perdesinin arkasından. Ve ikisi de büyü kullanıcısının önünü kapatmak için koşuyordu.

Yani büyücüye zamanında ulaşamayacaktı ve drow çoktan başka bir büyü yapmaya başlamıştı.

Zaknafein, köşeden gelen adamın önünü kesmek için sola doğru atıldı ama aniden durup sağ kolunu savurdu ve kılıcını, diğer yönden gelen savaşçıya bir mızrak gibi fırlattı. Bu drow savaşçı, üstüne uçmakta olan silahı savuşturmak için kılıçlarını birleştirdi ama silah yine de omzunu yarıp acı verici bir yara açtı ve savaşçıyı oldukça şaşırttı.

Diğer savaşçı sert bir şekilde üstüne geldi, iki kılıcını da sapladı, ama sadece sol elini kullanan yetenekli silah ustası saldırıyı engelledi, savuşturdu hatta drowu oldukça şaşırtarak birkaç keskin ve hedefini bulan darbe indirmeyi başardı.

Zaknafein, bu şaşkınlık anını kemerinden kırbacını çıkartmak için kullandı. Kırbacı başının üstünde döndürmeye başladı ve sağ ayağına ağırlık vererek önündeki savaşçıyla yüzleşti. Sadece kırbacı çıkarma eylemi bile drowu yavaşlatmaya yetti, bu da Zaknafein’in görmeyi umduğu bir tepkiydi. Zaknafein kısmen döndü ve kırbacıyla büyü kullanıcısının yüzüne doğru saldırdı.

Büyücünün büyülü muhafazaları, silahın teniyle temas etmesine izin vermedi ama gözlerinin bu kadar yakınında şaklayan kırbaç dikkatini dağıttı ve büyüsünü bozdu.

Tüm bunlar olurken Zaknafein, sol elindeki kılıcını da kullanmaya devam edip önündeki savaşçı drowu geride tutmayı başardı. Diğer drow savaşçı da tekrar üstüne gelmeye başlamıştı ve Zaknafein artık geri çekilmesi gerektiğini biliyordu. Bir adım geri attı ama ağır bir inleme sesi duydu ve sağ taraftan üstüne gelmekte olan savaşçının yan tarafa doğru tökezlediğini gördü.

Çoğu kara elf küçük, tek elle kullanılabilen kurmalı yaylardan taşırdı. Ama Arathis Hune, kayda değer boyutta bir kurmalı yayı omzunda taşıyordu ve bu silahtan fırlatılan okların düşmanı indirebilmesi için zehre ihtiyacı yoktu. Ve Arathis, silahı nasıl kullanacağını biliyordu.

Yaralı drow tökezledi, ok kalçasına derince saplanmıştı. Suratı kasıldı ve ayakta durmaya çalıştı ama sonra acı içinde ulumaya başladı.

Büyük kurmalı yay okunun da zehirle kaplandığını fark etti Zaknafein. Neden olmasındı?

Kırbacını tekrar büyücüye doğru şaklattı ama büyücü çoktan menzilinin dışına çıkmıştı. İstifini bozmadan arkasına döndü, kırbacını hâlâ döndürüyordu ve yakınındaki düşmanının kılıçlarına art arda iki kez vurdu.

“Büyücüyü indir!” diye bağırdı Arathis Hune’a, ama daha bağırırken bile sırtını bir ateş çizgisi yalayıp geçti; bu büyü, büyücüden gelmiyordu ama büyücüye doğru gidiyordu.

Ardından bir yıldırım mızrağı geldi, sonra da bunu havada uçan yapışkan bir top takip etti ve zavallı büyücünün ayaklarını yerden keserek arkasındaki duvara yapıştırdı.

Sonra başka bir yıldırım mızrağı kükreyerek zavallı adama uçtu ve Zaknafein, Jarlaxle’ın gerçekten öfkeli olduğunu o an anladı; paralı askerin daha önce böyle bir yayılım ateşi başlattığını görmemişti. Hancının iyi bir dostu olduğunu tahmin etti, hatta belki de bir Bregan D’aerthe ajanıydı; ama Jarlaxle’a baktığında başka bir olası sebep gördü.

Paralı askerin saçları, en azından ondan arta kalanlar, hâlâ tütüyordu.

Jarlaxle’ın arkasındaki Arathis Hune, silahını tekrar doldurmuş ve nişan alıyordu, ama bu sefer hanın açık kapısından içeri doluşmakta olan yeni suikastçılara doğru.

Daha fazla oyun ya da kurnazlık için vakit yoktu. Zaknafein kırbacını düşmanının başının üstünde şaklattı ama sadece istediği etkiyi yaratıp, düşmanını asıl saldırısına uygun bir konuma getirebilmek için. Zaknafein, büyük bir kabiliyet ve atiklikle sağ elini hızlı bir şekilde öne doğru savurup, kırbacın sertçe sola doğru şaklamasına sebep oldu, böylece saldırısının menzilini kısaltarak kırbacının, drow savaşçının saldırıyı savuşturmak için havaya kaldırdığı ikiz kılıçlarının etrafına dolanmasına sebep oldu.

Rakibi numarasını anladı ve tepki vermeye çalıştı ama Zaknafein ondan daha hızlı davranıp sertçe çekti.

Kılıçları uzun süre bir arada tutamazdı, drow savaşçının ellerinden de kopartıp alamazdı. Ama rakibini sertçe sağ tarafına çekip sol tarafına doğru dalışa geçmesine yetecek kadar bir süre boyunca kılıçlarını birbirine dolamıştı.

Bu drowu öldürebilirdi, bir Lolth rahibesi olsaydı kesinlikle öldürürdü, ama bunun yerine sol elindeki kılıcını savurdu ve kılıcının top şeklindeki kabzasını çenesine indirdi. Savaşçı tökezledi, tek dizinin üstüne düştü, Zaknafein dönmeye devam etti ve sıçrayarak rakibinin serbest kalan kılıçlarıyla savurduğu son darbeden kolayca kaçındı.

Zaknafein havadayken de dönmeye devam etti, düşüşünün ve dönüşünün momentumunu, savaşçının suratına indirdiği sert çizmesinin gücüne ekleyerek onu yere serdi. Kılıçlardan birini tekmeledi ve drowun diğer bileğine sertçe bastı, sonra rakibinin kılıçları yüzünden hasar gören kırbacını bir kenara atıp, drowun diğer kılıcını eline aldı.

Dönerken diğer savaşçıyı gördü, adam ağır bir şekilde duvara yaslanmıştı, ızdırap içinde çığlık atıyor ve hem bacağına hem de –Zaknafein net bir şekilde görebiliyordu- kapanmakta olan bilincine tutunuyordu.

Savaşçının arkasındaki büyücü duvarda asılı duruyordu, bir tehditten çok av hatırası gibiydi.

Ama savaş kazanılmaktan çok uzaktı, çünkü hanın girişinde bir çift drow daha belirmişti; Zaknafein, zıt yöndeki duvardan yaklaşmakta olan Arathis Hune ile birlikte onlara doğru yürüdüğünde, drowlar bir anda iki yana çekildiler ve bir grup güçlü bugbear, drowların arasından geçerek savaş alanına doğru aktı.

“Sol kanat!” diye bağırdı Zaknafein, Jarlaxle’a. Zaknafein ve Arathis Hune, bugbear hücumuyla omuz omuza yüzleşip hattı tutmaya çalışıyordu ama kapıya yeterince yakın değillerdi ve daha fazla vahşi yaratık üstlerine gelip Zaknafein’i sol taraftan kapatmaya çalışarak ikiliyi ayırmakla tehdit ediyordu.

Bu arada Jarlaxle neredeydi?

Zaknafein, koşarak üstüne gelen bir bugbearı karşılamak için sol ayağı üstünde bir adım gerilemek zorunda kaldığında, bir şey çırpınarak yanından geçti. Jarlaxle’ın ne yaptığına dair hiçbir fikri yoktu, hatta bu garip oku Jarlaxle’ın gönderip göndermediğini bile bilmiyordu. Her kim yaptıysa ona hiç mantıklı gelmedi, çünkü büyülü bir patlama yaratmadı.

Hayır, bu bir tüydü. Büyük, garip bir tüy.

Ta ki yere dokunana kadar; tüy bir anda devasa, kanatsız, kalın etli, kalın bacaklı, devasa pençeli bir canavara dönüşmüştü.

Zaknafein refleks olarak geri çekildi, önündeki bugbear da öyle; ya da en azından geri çekilmeye çalıştı. Çünkü devasa kuş daha hızlıydı. Devasa gagasıyla goblinsoyunun başının üstüne saldırdı; bugbearı doğrudan yere fırlatıp, gözlerinin dönmesine sebep olan ve kafatasını kıran cezalandırıcı bir darbeydi.

Sol kanat güvene alınınca devasa kuş korkusuzca ileri atladı; sıçrıyor, öldürücü pençeleriyle kesiyor, kısa ama kalın kanatlarıyla darbeler indiriyor ve bugbear hücumunu geri çekilmeye zorluyordu.

Bir dönüş, yanıltıcı bir hareket, geri çekilir gibi geriye attığı bir adım ve aniden eylemi tersine çevirip ileri doğru yaptığı hamleyle Zaknafein, önünde duran bugbeardan kurtuldu ve sağ eliyle yaptığı şaşırtıcı bir ikinci darbeyi, ölen yaratığın yerini alan yeni bugbearın suratına indirdi.

Zaknafein’in yanındaki Arathis Hune da önündeki rakibinden kurtulmuştu ama yerini iki yeni canavar almıştı.

“Jarlaxle!” diye tekrar bağırdı Zaknafein, çünkü etrafı çevrilen yoldaşına yardım edemeyecek kadar meşguldü.

Yardım çağrısı daha bitmemişti ki her şey bir anda önemsizleşti, çünkü başka bir ateştopu kapıdan uçarak içeri daldı.

“Ayrılın ve kaçın!” diye bağırdı Jarlaxle arkalarında bir yerden ve ateştopu patlamak üzere olduğu için ne Zaknafein ne de Arathis Hune bunu tartışmadı. Aynı anda geri çekilmek üzere döndüler.

Tek sorun nereye doğru geri çekilecekleriydi.

Jarlaxle’ın arka taraftaki duvarda açılan büyülü bir deliğe dalarak kaçtığını gördüklerinde, sorularının cevabını almış oldular.

Böylece Arathis Hune ve Zaknafein deliğe doğru dalışa geçti, onları kovalayan bir bugbear da öyle. Ama ateştopu hanın içinde patlayıp, ortak salonu alevlerle ve diğer bugbearların ve yanmakta olan devasa kuşun çığlıklarıyla doldurduğu sırada delikten atlayan bugbear da alev almıştı. Deliğin içinden bir alev patlaması kükreyerek dışarı çıktı ama Jarlaxle, duvara yapışan taşınabilir deliğini söküp kaldırdığında alevler bir anda kesildi. Ve bir an sonra, deliğe doğru koşup karmaşadan kaçmak isteyen bugbearların duvara toslama sesleri geldi.

“Kaçmalarına izin verme,” dedi Jarlaxle tıslayarak, ve bu ses, çoktan ayağa kalkıp hanın diğer tarafına ilerlemekte olan Zaknafein’e hitap etmişti. Paralı asker liderinin hiç bu kadar belirgin bir şekilde öfkeli olduğunu görmemişti.

Şimdi bunu düşünmenin vakti değildi, çünkü küçük hanın diğer tarafında bir drow büyücü ve iki muhafızı bekliyordu, silahları inikti ve yanmakta olan hanı izliyorlardı; hedeflerinin içerideki öldürücü alevlerin arasında hapis kaldığına inanıyorlardı.

Binanın kenarından aralarına atladığında üçlünün suratında beliren ifade, ölümcül silah ustasının dudaklarının gülümsemeyle ayrılmasına sebep oldu. İlk kılıcı zarif bir şekilde büyücünün boğazını yardığında ve ikinci kılıcı da dönerek tepki vermeye çalışan en yakınındaki drow savaşçının bileğini kestiğinde suratlarında oluşan ifade ise çok daha tatmin ediciydi.

Zaknafein de savaşçıyla birlikte dönüp onunla yüzleşti ve sol kroşesi adamı suratından yakaladı, bu sırada sağ elindeki kılıcını da döndürüp doğruca arkasına saplayarak, üstüne doğru atlamakta olan diğer şaşkın savaşçının göğsüne gömdü.

Jarlaxle ve Arathis Hune, tam o anda binanın köşesinden koşarak gelip, kalan üç drowun da yenildiğini gördü; büyücü, kan pompalamakta olan boynunu tutarak yerde tepiniyor, kılıca şişlenen savaşçı yerde kıpırtısız yatıyor ve diğeri de kesilen bileklerini tutup, burnundan kanlar damlayarak dengesiz bir şekilde tek dizinin üstünde duruyordu.

“Gidip tüyümü getir,” dedi Jarlaxle Zaknafein’e, can çekişen büyücünün üstünden geçerken. Aynı anda Arathis Hune’un kılıcının ucu, yaralı savaşçının ensesine yerleşmişti.

Zaknafein geri adım atıp doğruldu. Etrafına bir göz gezdirip kılıçlarını kınına soktu ve yanmakta olan binaya döndü, gerçi artık alev alev yanmak yerine tüten bir yapıya dönüşmüştü, çünkü bina kalın ama kolay eriyen ağlarla inşa edilmişti. Kapıya yürüdü ve tekmeledi, kapının içeri doğru düşmesini bekliyordu. Ama içerideki yapışkan topun ağlarından birine takılan kapı, dışarıya doğru düştü ve etrafa küçük bir kıvılcım yağmuru saçtı.

Zaknafein, ortak salonda kıvranmakta olan birkaç bugbear gördü, bir tehdit teşkil etmiyorlardı. Hızlı bir tarama sonucunda Jarlaxle’ın çağırdığı devasa kuşun tütmekte olan leşini gördü.

Bulabildiği tek yanmayan tüy de alınmaya değer görünmüyordu, bir kuş tüyünden ziyade ağaç dalına benziyordu. Omuzlarını silkti ve yerden alıp cebine koydu, sonra duvarda sallanmakta olan büyücüye doğru yürüdü.

Bu drow yaşıyordu, yapışkan topun büyük bir kısmı erise de onu duvarda ve havada tutacak kadarı kalmıştı. Arathis Hune’un vurduğu savaşçı çoktan tükenmişti, gerçi ateştopundan mı yoksa zehirden mi Zaknafein emin olamıyordu, umurunda da değildi ama bayılttığı drow hâlâ hayattaydı ve kıpırdanmaya başlamıştı.

Jarlaxle odaya girdi. “İki ölü drow, yedi ölü bugbear ve büyücü de dâhil olmak üzere dört esir saydım,” dedi.

“Ve hiçbirimiz zarar görmedik,” diye cevapladı Zaknafein.

“Senin için söylemesi kolay,” dedi Jarlaxle ve bir kez daha yanan başına dokundu, saçının büyük bir kısmı yanmıştı ve saç derisi karamelize edilmiş gibi görünüyordu. Akabinde çıkardığı hırıltı sesi, bu durumdan hiç hoşnut olmadığını gösteriyordu.

Zaknafein omzunu silkerek tüyü ona teslim etti. “Kuşun da öyle –o bir kuş muydu bilmiyorum-,” diye açıkladı. “Gerçi şu an daha lezzetli olabilir.”

Jarlaxle, tüy kökünü aldı ve alaycı gülümsemesini tekrar takındı. “Tekrar büyüyecek,” dedi.

Zaknafein, paralı asker liderinin başına baktı ve umut verici bir duruş sergilemeye çalıştı.

“Saçtan bahsetmiyorum,” diye açıkladı Jarlaxle. “Gerçi Menzoberranzan’a döndüğümüzde bu iş için bir rahibeye gideceğim.”

“Belki de tanrılar sana bir şey anlatmaya çalışıyordur,” diye alay etti Zaknafein. “Seni ne zaman görsem başın alev alıyor.”

“Saçtan bahsetmiyorum,” dedi Jarlaxle tekrar, bu sefer ciddi ve sert bir ses tonuyla. “Tüy, kuş. Tüy tekrar büyüyecek ve ihtiyacım olduğunda kullanışlı hayvanımı bana geri getirecek.”

Nedense Zaknafein şaşırmamıştı. Adam büyülü delikler taşıyor, tüylerden devasa kuşlar çıkartıyor ve sanki Matron Analar onun için çalışıyormuş gibi davranıyordu.

Ve belki de Jarlaxle’ın kafasında öyleydi.

O an Zaknafein Do’Urden, bu tehlikeli karakterin yanında durmanın muhtemelen iyi bir hayat kararı olmadığını fark etti; ama sonra başını sallayarak bu düşünceyi uzaklaştırdı, bu riski almayı eskisinden de çok istiyordu.

Ne de olsa bu çok daha eğlenceliydi.

Yazan: R.A. Salvatore

Çeviren: Sencer Coşkun

Editör: Kayra Keri Küpçü

Kitap: Timeless

Bu İçeriğe Oy Verin

İlginizi Çekebilir  Elaine Cunningham ile Röportaj

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.