Uçma Sanatı İncelemesi
Antonio Altarriba’nın babası 4 Mayıs 2001’de intihar etti. Bu şekilde başarısızlık ve hüsran dolu hayatına son noktayı koydu. Aynı biçimde, geçen yüzyılda bir çok erkek ve kadın daha adil bir dünyayı inşa etmeye girişt ve tarih onlara sırt çevirdi, hayali kanatlarla uçmak istediler ve yere çakıldılar.
Bu sözler Antonio Altarriba tarafından Uçma Sanatı adlı eserinin arkasında yer alan kısa özetten alınmadır. Bu kitap, 1910’dan 2001’e kadar süren, bir insanın hayatındaki zorlu ‘tutunamama’yı anlatıyor. Altarriba tarafından öyküsü kaleme alınan eserde, çizimler Kim’e ait.
Hikaye, siyahın ve beyazın sonsuza kadar uzanan zıt beraberliği ile, bir oğulun ağzından bir babanın hikayesini anlatması ile başlıyor. Daha doğrusu açılış, son perde ile gerçekleşiyor; hikayenin sonu ile. Antonio’nun kaldığı akıl hastanesinde, intihar etmeden önceki son bir kaç dakikasını hızlı bir flashback olarak görüyorsunuz. Ardından her sonun başladığı noktaya dönüyoruz.
4. kattan atlayan Antonio’nun düşerken ulaştığı her katta, hayatının dönemlerine gidiyorsunuz. Ki bana göre, hikayenin iki olayı bu şekilde bağlaması gerçekten çok etkileyici. Koca bir hayatı, içindeki her bir yüz, olay, kayıplar ve kazançlar, unutulmaya yüz tutmuş duygular, yerine getirilmemiş sözler, yitip giden umutlarla beraber bu kısacık düşme süresine sığdırmak…
Küçük bir köyde, bir kaç dönüm toprak parçası ile başlar Antonio’nun hayatı. Bu katta, köyünü, babasını ve ağabeyini ne kadar sevmeyişini, çocukluk hayallerini, ilk aşkını göreceksiniz. İlk umutların tohumları bu katta atılmaya başlıyor. Ve tabii ki ardından ilk isyanlar geliyor, umutları yağmur gibi sulayıp serpilmelerini sağlamak için. Sonra ilk kayıplar. Antonio ilk kez, bu katta ölümle tanışıyor. Ölümden sonraki düşüş ve boşluğu yaşıyor. Ardından tekrar doğrulup devam ediyor yeni yaraları ile beraber.
“Bomboş günler geçirdim… Özlemekten başka bir şey yapmaya gücümün olmadığı günler…”
2. Kat
Köy hayatını geride bırakıp şehre gelen bir taşralı. Bu sırada İspanya’da devrim ateşi harlanmaya başlamıştı bile. O dönemlerde bir salgın gibi çeşitli ülkelerde başlayan bu yangın İspanya’yı da sarmıştı. Burjuva Cumhuriyeti’ne karşı birlik olan Proletarya özel mülkiyete son vermek için birlik oluyor, toprak ağalarının, kilise yönetiminin ve engizisyoncuların hakimiyetine son vermek için güç birliği oluşturuyorlardı. Başlarda duruma tam anlam veremeyen Antonio için, hayatının en haraketli dönemlerini kapsıyor bu süreç. 18 Temmuz 1936 Frankist askeri ayaklanması ile beraber, İspanya artık bir iç savaşa merhaba demiştir. Falanjistler ile komünistler (diğer deyişle anarşistler) sert ve keskin çizgiler ile gruplara ayrılırken vaktinde bizimde aşina olduğumuz grup çatışmalarına girerler. Antonio’nun siyasi fikirleri, ilk olarak bu zamanlarda netleşmeye, şekillenmeye başlar. Siyasetin kanlı ellerinin en ücra köşelerde kalmış,en yoksul köylere bile ulaştığını farkettiği zaman artık kendisi için çok geçtir çünkü cepheye katışmıştır.
Bundan sonra olaylar, Antonio’nun anarşist tarafa ani geçişi, komünizmin sönmeyen isyan ateşi, ne tanrı-ne vatan-ne efendi mottosu, kurşun kardeşliği şeklinde devrimin kilit noktaları üzerinden devam ediyor. Bu katta, fiziksel olduğu kadar düşünsel olarak da gelişen bir Antonio görüyoruz. Tarihi oluşturan, değiştiren insanlığın, yön verebilme gücünün bu kadar etkili ama kazanılmış bir ivmeyi de yolundan çeviremeyecek kadar etkisiz olduğunu fark etmek bence oldukça acı.
Almanya ile girilen savaş,kaybedilen ve kazanılan cepheler,unutulamayan dostluklar, yoksulluk,kaçış, toplama kampları, açlık, ölüm, umut ama hep umut… 2. Katın en kısa hali bu şekildedir.
Savaş bitmiş,direnişler sona ermiş ve dünya değişmişti. Bir anarşist olan Antonio, dünya için çalışmanın belki de savaşmaktan daha iyi olacağını düşünür. Ve yerleşik düzene uyarak, toplumun gürbüz kedisi olarak kendine bir eş seçer ve düzenli,sıradan dinamiklerin oluşturduğu bir hayat yaşamaya başlar. Aslında artık tek istediği huzurdur. Ancak hayatının bundan sonrası ise kişisel bir travma halini alıyor. Çevresindeki insanların kaypaklığı, iki yüzlülüğü, aldatma, yalan, hile, kayıp, çöküş, bunalım hepsi bu kata dahil oluyor. Bu kat daha bireysel olup; daha çok Antonio üzerinde derin psikanaliz çözümlemesini bizlere sunuyor. Travmanın adım adım büyümesini, beraberinde getirdiği kabuslarla birlikte siz de yaşamaya başlıyorsunuz. Tüm bunların sonu artık geri dönüşü olmayan bir kaostur.
“Hayatımın geri kalanında artık hiç mutlu olamayacağımı biliyordum. Ama en azından özgür olmak için çabalayabilirdim.”
Yere varış
Bu son bölümde, yaşadığı travmaların etkisi ile artık derin depresyonda olan Antonio’nun son zamanlarına şahitlik ediyorsunuz. İnsan umudunun son damlasına kadar tükenişi adeta ilmek ilmek işlenmiş bu son bölümde. Özellikle beni en çok etkileten, Antonio’nun ağır depresyonu nedeni ile gördüğü halüsinasyonlar ve kendisi ile olan mücadelesi. En etkileyici kısımlarından birisi de artık birer ölü olan tanıdıkları tarafından yargılanışı. Kararın bildirilmesi ile Antonio, son yapacağı şey için elindeki son umudunu kullanıyor. Bu sefer her şey yolunda olacaktır. Nitekim oluyor da. Antonio için vakit, uçma zamanıdır. İşte bu da başlangıcın sonu…
“Pekala, zamanı geldi. Uçma zamanı…”
Not: Kitabın sonunda, İspanya iç savaşının dinamikleri hakkında bilgilendirici bir arka plan yazısı bulunuyor.
Not-2: 2010 Salon del comic- Barcelona ödülü
Not-3: Şiddetle tavsiye edilir.