AYBABTUİncelemeler

Çölün Gücü Kimin Elinde: Dune Soru-Cevap İncelemesi

Dune romanı, filmi ve çizgi romanını soru-cevap şeklinde inceliyoruz. Aklınızdaki soruları cevaplamaya çalışıyoruz: Filmi sinemada mı izleyelim? Kitaba bayıldıysak film hayal kırıklığı olur mu? Çizgi romanını okusam mı?

Frank Herbert’ün muhteşem eseri Dune ve ondan uyarlanan film ile çizgi romanı karşılaştırıyoruz. Bu karşılaştırmalarda Dune’un Kabalcı çevirisini, çizgi romanın İthaki çevirisini ve filmin hem ekran hem de IMAX deneyimini karşılaştırıyoruz. İncelememizi soru-cevap şeklinde yaptık ki yalnızca ilginizi çeken, merak ettiğiniz kısımları kolayca okuyabilin.

Genel bir inceleme okumak istiyorsanız buradan önceden izleyip yazdığımız incelemeye ulaşabilirsiniz.

Dune hem HBOMax’te hem de sinemada yayınlanıyor. Sinemaya gitmeye değer mi?

IMAX ile izleyecekseniz değer. Yönetmen Denis Villeneuve Dune filminin IMAX deneyimi için hazırlanmış olduğunu birçok kez dile getirmişti. Gerçekten de böyle konuşmakta haklı. IMAX deneyiminde çöl gezegeninin kum fırtınaları, çöl solucanlarının kumda sürtünme sesleri ve savaş sahneleri çok etkileyici olmuş. Aynı etkileyiciliği evde televizyon ekranında bulmak mümkün olmuyor. Üstelik bu yalnızca karanlık bir oda, büyük bir ekran ve iyi bir ses sistemi ile alakalı da değil. Çöl gezegeni Arrakis’i deneyimlemek için imkanınız varsa IMAX‘i öneririm.

Kitabı okumadan filmden zevk alabilir miyim?

Evet. Film Dune evreni hakkında bilmemiz gerekenleri bize bir şekilde aktarıyor. Romanı hiç bilmeyen biri arada kendisine çok da bir şey ifade etmeyen şeyler gördüğünü fark ediyor. Fakat gördüklerine anlam verememesi hem hikayeden aldığı zevki azaltmıyor, hem de zaten aklından çıkıp gidiyor bir süre sonra. O yüzden romanı okumamış olsanız dahi filmi sinemada deneyimleme şansını kaçırmayın.

Romanı okuyanlar filmden zevk alıyor mu?

Çoğu zaman. Filmde kitapta olmayan bazı sahneler var. Bunlardan çoğu Herbert’ün hikayesi ile uyumlu olduğu için okura iyi hissettiriyor. Kitapta çok da betimlenmeyen bazı nesnelerin, kostümlerin ve şehirlerin muhteşem görünüşleri ve filmin müzikleri seyirciyi mest ediyor. Hikaye ve karakterleri bir kenara bırakacak olursak Dune yalnızca görsel, kareografik, müziksel ve sanatsal açıdan dahi muhteşem bir deneyim. Kimsenin de “kitabı mahvetmişler” diyebileceğini sanmıyorum. Eksik anlatmışlar, yer yer değiştirmişler, görmezden gelmişler gibi şeyler söyleyebiliriz. Fakat bunun bir film uyarlaması olduğunu unutmamak gerek. Dune karakterlerin düşünceleri ve iç dünyalarının hareketlerini nasıl değiştirdiğine vurgu yapan bir roman. Film ile bu içselliği vermek romandaki kadar kolay ve yerinde olamazdı. Bunun roman deneyiminden farklı bir deneyim sunacağını kabullenerek bakarsak filmin eksikleri ve değişiklikleri çok büyük oranda affedebileceğimiz şeyler.

Kitabın ağırlık verdiği unsurlardan biri de pamuk ipliğine bağlı siyasi dengelerdi. Kimin hangi konuşmada hangi kelimeleri kullandığı önemliydi. Kimin nerede oturduğu, kime bakarak konuştuğu Bene Gesserit eğitimi almış Jessica ve Paul’a çok fazla bilgi veriyordu. Manipülasyonlarla kurulu konuşmalar bir akşam yemeğinde ittifaklar kurup ajanları ortaya çıkarabiliyordu. Bu entrika ve siyaset yüklü sahne ile olaylar filmde ne yazık ki yok. Düşünceler ve iç dünyaların filmde o denli kendine yer bulamamasıyla aynı sebepten.

Ayrıca filmdeki Fremenler’in billurbıçak mahremliği ve suyun kutsallığı üzerine yaptıkları konuşma ve hareketler romandakine göre çok hafif kalıyor. Kitapta eğitimler, kültürler, kutsal olanlar ve geleneksel olanlar çok keskin çizgilere sahipti. Filmde o çizgiler yine orada, fakat o denli keskin değil.

Yine de romanın bu tarz içeriklerini çok seven kişiler de bunları çok da vurgulamayan bu filme bayılabiliyor. Romandan ve filmden yaşayabileceğimiz deneyimlerin farklı olması güzel. Zira çizgi roman neredeyse kitap ile aynı içeriği işlemeye çalışıyor ancak etkileyiciliği hem romana hem de filme göre sönük kalıyor. Filmin farklılığı hem etkileyici, hem memnun edici, hem de çok sevdiğimiz romana bir hakaret gibi hissettirmiyor asla.

Çizgi romanı okuyup filme gitsem ne olur?

Romanı okumayı kesinlikle reddediyorsanız olur. Filmin en vurucu yanlarından biri de dünyayı, karakterleri, kostümleri nasıl görselleştirdiği aslında. Çizgi romandaki avcı-arayıcı ya da topterlerin nasıl göründüğünü filmdekiler ile karşılaştırdığınızda görsel anlamda filmin müthiş bir iş çıkardığını anlıyorsunuz. Filmin görsel dizaynı çizgi romandakilere göre çok daha büyüleyici. Çizgi romanı okumak dünyayı ve karakterleri daha iyi anlamaya yardımcı olur. Filmdeki bazı olay ve nesnelerin karakterler için önemini hiç Dune okumamış birinden daha iyi kavrayabilirsiniz. Fakat filmden zevk almak için buna ihtiyacınız yok aslında.

Çizgi roman Herbert’ün eserine sadık kalarak yazıldı. Eksik ya da fazla bir sahne yok. Ancak tabii ki romanda yazan her düşünce, bilgi, duygu ve içgörüyü de çizgi romanda bulamıyorsunuz. Bu açıdan çizgi romanı aslen romanı yıllar önce okumuş kişilere filmden önce hızlı bir hatırlatma olması için öneririm. Ya da filmi izleyip seven ama romanı okuyamayacağına kendisini inandırmış kişiler için öneririm.

Bence deneyimi muhteşem yapan romandaki betimlemelerde kendi hayalinizi kurup sonra filmin görsel ve müziksel güzelliği karşısında hayrete düşmek. Ancak romanı hiç okumadan da filmde sergilenen muazzam güzellik karşısında sersemleyebiliyorsunuz. Ne yazık ki çizgi roman, film ve romana göre çok daha sönük kalıyor.

Filmde gözleri beyaza dönen adamlar, kutu, boğa falan vardı. Ne onlar?

Gözleri beyaza dönen adamlar: Mentat. Dune evreninde yapay zeka ve robotlara güven kalmamıştır. Bu yüzden bazı insanlar çocukluktan itibaren makineymişçesine işlem yapma kabiliyetine sahip olacak şekilde eğitilir. Bu kişilere mentat adı verilir. Genelde stratejik savaşlarda kullanılır. Birçok olasılığı fark edebilmek ve öngörebilmek konusunda yeteneklidirler. Mesela Atreides Hanedanlığının ünlü mentatı Thufir Hawat suikastçı başıdır, hanedanı korumakla görevlidir.

Kutu Bene Gesserit’lerin insanın iradesini test etmek için kullandıkları bir araç. Onlara göre insan içgüdülerini kontrol edemiyorsa, bedenine hükmedemiyorsa hayvandan farksızdır. Bu yüzden kutu aslında bir elek gibidir. Elini kutudan çekmeyerek dayanılamaz derecedeki fiziksel acıyı zihninin gücünü kullanarak bastırabilecek denli kendine hakim olabilen kişileri diğerlerinden elemeye yarar. Paul eli kutunun içindeyken derisinin yanıp kül olduğunu, geriye hiçbir şey kalmadığını sanar. Zira acı katlanılamaz boyutlardadır. Jessica ise aynı testi kendisi de yaşadığı için Paul’un maruz kaldığı acıyı düşündükçe kahrolur. Aynı zamanda o acının anısı hâlâ tazedir ve acıyı anımsamak dahi kabus gibidir. O yüzden kapının önünde acı çekmektedir. Sahnenin yönetmen tarafından detaylı açıklandığı videoyu buradan izleyebilirsiniz.

Boğa kafası Leto Atreides’in babasını öldüren boğanındır. Leto için sevmediği babasını hatırlatan ve onu öldüren boğanın evinde, görünür bir yerde olması önemlidir. Filme göre Caladan’da en son kutulanan, romana göre Arrakis’te kutudan çıkarılıp eve yerleştirilen ilk eşya bu boğa kafasıdır.

Timothée Chalamet Paul olabilmiş mi?

Görüntüsü ve oyunculuk açısından evet. Chamalet gerçekten de Paul karakterine yakışıyor ve karakterin sahip olması gereken soğukluğu oynayabiliyor. Fakat film Paul’un insansılıktan uzak soğukluğunu bazı sahnelerde kullansa da romana göre daha seyrek tutuyor. Çoğu sahnede Chalamet’in oyunculuk yeteneği bizleri etkiliyor. Yer yer romandaki Paul’un asla yapmayacağı birkaç hareketi olsa da bunlar aktörün yeteneği ile alakalı değil, senaryo tercihi. Zira Timothée Chalamet birçok sahnede bizim romandan öğrenip sevdiğimiz Paul’un ta kendisi olabildiğini gösteriyor.

Romanda Paul, Atreides’in adını gururla taşıyan çok sıkı eğitimlerden geçmiş biri. Siyasi dengelere ve her hareketin onu gören kişide uyandırdığı duygu ve düşüncelerin farkında olmanın önemine vurgu yapan romanda Paul karakterinin duruşu, her bir sözü, bakışı ve mimiği daima karşısındaki için özenle hesaplanmış ve hazırlanmış tepkiler oluyor. Neredeyse hiçbir zaman içinden geldiği gibi davranmıyor, duygularını düşüncelerinin önüne koymuyor. Babası Dük Leto ve annesi Leydi Jessica’ya hem sevgi hem de resmi bir saygı duyuyor. Bu sebeplerle kendisini heyecanlanıp babasının önüne geçecek şekilde koşarken görmek ya da kendisini diz çökmeye zorlayan birinin bu hareketini cezasız bırakmak Paul’un asla yapmayacağı şeylerdi. Paul 15 yaşında olmasına rağmen bir yetişkin gibi konuşarak onu dinleyenleri etkilerdi. Kendisini arayıcı-avcı’dan Hawat’ın suikast öğretileri ile kurtarıp, Jamis’e karşı Duncan Idaho’dan öğrendiği dövüş taktiklerini kullanır, Halleck’in sözlerinden edindiği bilgelikle diğer kültürleri anlardı. Dük Leto’dan yönetmeyi, Leydi Jessica’dan Bene Gesserit yöntemlerini öğrenmişti. Üstelik bir de mentat eğitimi alıyordu. Film Paul’un sahip olduğu tüm bu yetenek, eğitim ve disiplinden yalnızca bazılarını bazı sahnelerde vurgulamış. Dolayısıyla romandaki kadar katı kuralları ve çizgileri olmayan bir Paul görüyoruz. Chalamet heyecanlanıp koşabiliyor, öfkelenip bağırabiliyor ve hatta üzülüp ağlayabiliyor. Romanda ise ağlayamayacak denli insanlıktan uzaklaşmış olduğunu fark etmesinin dehşetini yaşayan bir Paul okuyoruz. Buna rağmen olabilmiş.

Film yeni Yüzüklerin Efendisi mi?

Zor soru. Yüzüklerin Efendisi’ne duyduğumuz nostaljik sevgi belki öznelliğimizi bozar. Ama cevap hayır olacak. Yüzüklerin Efendisi’nin yerini tutabilir mi hiç?

Kitap uyarlaması açısından bakarsak Yüzüklerin Efendisi ile benzer bir iş yapıyor aslında. Yüzüklerin Efendisi romanındaki Tom Bombadil’den Yüzük Kardeşliği filminde hiç bahsedilmiyordu. Romanlardaki Frodo karakteri irade gücünün vücut bulmuş haliyken filmdeki Frodo biraz duygusal ve yer yer iradesizdi. Fakat buna rağmen kitabı okuyanlar bile filmin kitaptan farklı olsa da kötü olmadığını söylüyordu. Üstelik Aragon’un Yolgezer olarak Sıçrayan Midilli Hanı’nda oturuyor olması üçüncü filmi izleyip kral olduğunu gördükten sonra daha vurucu oluyordu.

Dune da benzer şekilde aralara kitabı okuyup hikayenin nereye gideceğini bilenleri heyecanlandıran sahneler koymuş. Sıçrayan Midilli Hanı’nda Yolgezen’i görmek gibi iki elinde kanca ile çöle bakarak bekleyen Fremen görmek kalbimizin gümleyici ile birlikte küt küt küt atmasına sebep oluyor. Fakat muhtemelen romanı okumamış kimseler o sahnenin güzelliğini ikinci filmden sonra anlayabilecekler. Tom Bombadil’in eksikliği gibi Dune filminde de önemli olay ve karakterlerin bazıları yok. Çok önemli olan Hawat, Yueh gibi karakterlerin bazıları çok yüzeysel kalmış. Frodo’nun filmde biraz düşüncesiz olması gibi Paul da filmde biraz fevri.

Film uzun ve yorucu mu?

Özellikle yorgun değilseniz hayır. İlginç bir şekilde iki buçuk saatlik filmde birçok sahne, olay ve bilgi arka arkaya aksa da film bittiğinde yorgunluk hissetmiyoruz. Film hem ilgimizi canlı tutmayı başarıyor, hem de bize Dune hakkında bilmemiz gereken temel şeyleri öğretiyor. Fakat zaten yorgun bir gün geçirmişseniz, kafanızı boşaltma ihtiyacı içindeyseniz belki film sizi yorabilir.

Uzunluk konusunda Jason Momoa’nın sözlerine hak veriyorum. 4-6 saat süren, Denis Villeneuve’ün Dune hayalini gösteren bir versiyon çıksın isterim. Film o kadar akıcıydı ki 4-6 saatlik bir filmi de kolayca sindirebileceğimizi düşünüyorum. Villeneuve belli ki bu işi başarıyla yapabiliyor. O daha uzun anlatsın, biz de daha uzun izleyelim. Neden olmasın?

Filme kitapta olmayan sahneler eklenmiş. Güzeller mi?

Bazıları değil, bazıları ise çok güzel. Örneğin filmde Leydi Jessica’nın ağladığı birçok sahne görüyoruz. Arrakis’te su gerçekten çok değerlidir. Dolayısıyla ağlamak bir lükstür. Ayrıca Leydi Jessica zihnini beden ve duygularının üstüne çıkarmayı başarmış bir Bene Gesserit rahibesidir. Romanda zayıflık gösterdiği tek sahne Dük Leto’nun öldüğünü fark ettiği andır. Bu yüzden ağlayan Leydi Jessica sahnelerinin filmde bolca olması romanı sevenlerin çok da hoşuna gitmiyor.

Öte yandan Paul’un gelecek, geçmiş, düğümler ve olasılıklar konusunda görülere sahip olduğunu romanda okuyoruz. Bu görüleri ve onları Paul’un nasıl kullandığını film birkaç sahnede gösteriyor. Bu çok keyifli bir ekleme olmuş. Örneğin bir yerde Paul Fremenlerle tanışmadan önce çölde başı derde giriyor. Burada bir görü görüyor. Bu görü ya çöldeki bir Fremen’in zihnine girip onun anılarını almak şeklinde oluyor ya da kendi geleceğine yolculuk edip ileride öğreneceği bir bilgiyi tutup şu ana getirmek şeklinde. Hangisi olduğunu bilmiyoruz. Yine de Paul’un bir görüye girip oradan öğrendiği bilgileri kullanmasına tanık olmak çok güzeldi. Benzer şekilde görülerinden dolayı tanıdığı ve dost olduğu birini gerçek zamanda kendisine henüz düşmancıl yaklaşırken görmesi de çok keyifliydi. Gelecekte çok iyi dost olabileceğinizi gördüğünüz, bu ihtimali gerçekmiş gibi yaşadığınız birini öldürebilir misiniz?

Film Atreides’lerin asıl gezegeni Caladan’ın yağmuruna, suyuna, denizine bakan sahneler de eklemiş. Suyun dalgalanması ile çöldeki kumların dalgalanmasını sinematografik açıdan benzetmiş. Bu tarz sahneler ve Fremen’lerin nasıl dövüştüğüne dair görseller çok keyifli bir tat katmış.

Film kitapta olan bazı sahneleri çıkarmış. Hangileri onlar?

Açıkçası çok fazla sahne filmde eksik. Leydi Jessica’nın Arrakis’in güçlü kimseleriyle tanışmak için verdiği akşam yemeği yok mesela. Hâliyle filmde Arrakis’in dengelerini, su satıcısını, kaçakçıları, çöl giysilerini yapan kişileri ve Kynes’ın bu kişilerle olan ilişkisini öğrenemiyoruz. Leto’ya Arrakis’e dair öğrendikleri her şeyi rapor ettikleri militaristik toplantının büyük kısmı da eksik. Dolayısıyla Leto’nun yorgunluğu ve umutsuzluğu da göz önünde değil. Dr. Yueh’nin Leydi Jessica’nın Bene Gesserit yöntemlerinden güç alan gözlemlerinden kaçınmak için sahnelediği konuşmalar filmde eksik. Dolayısıyla hem Dr. Yueh’in ihanetinin büyüklüğünü ve şaşırtıcılığını, hem de bunun Leydi Jessica ve Hawat gibi kimselerin gözünden nasıl kaçabildiğini film açıklamıyor. Baron’un varisi Feyd-Rautha filmde hiç yok. Harkonnen mentatı Piter filmde var, ancak kitaptaki kadar kana susamış bir çatlak değil. Kaldı ki filmde mentat nedir anlatılmadığı gibi Paul bir mentatlık eğitimine de maruz kalmıyor. Bu sebeple de Paul zihinsel yetenekleri biraz daha ham bir karakter olmuş.

Bunun dışında Fremen olmadığı halde Arrakis yerlisi olan kimselerin adetleri neredeyse hiç yer bulmamış kendine. Kitapta muhteşem bir sahne vardı. Dük Leto yemekten önce kişilerin ellerini yıkamak için kullandıkları su dolu çanağı ve havluları görür. Böyle bir israfın derhal ortadan kaldırılmasını emreder. Hizmetçilerden biri Arrakis halkının susuzluğuna değer verdiği için memnun olurken diğeri huzursuz olur. Leto anında o hizmetçinin soyluların el kurulamak için kullandığı havluları nemi için çöl halkına satmakta olduğunu fark eder. Bu sahne yarım sayfalıktır. Buna rağmen hem Leto’nun ne kadar düşünceli bir lider olduğunu anlatır, hem çöl halkının Atreides’leri neden sevdiğini gösterir, hem de çöl halkından bazı kimselerin bu tarz “yasal olmayan” yan gelirler elde ettiğini ortaya koyar. Ayrıca Arrakis’in su kıtlığını da ortaya koyan vurucu bir sahnedir. Bu tarz kısa ve vurucu bazı sahneler iki buçuk saatlik filmde kendisine yer bulamıyor. Fakat çizgi romanda bu sahneler var.

Önce filmi izleyip sonra kitabını okusam nasıl olur?

Harika olur. Bence yapın bunu. Kitap size filmde görmediğiniz birçok sahne gösterecek. Filmde görüp anlam veremediğiniz bazı görseller de daha anlamlı olup hikayeyle bütünleşecek. Kitap sizi şaşırtacak birçok fikir ve element içeriyor. Bu hazineden kendinizi mahrum bırakmak için hiçbir sebep yok. Filmin yarattığı etkileyici gaza gelme hissini romanın 600 sayfalık kum nehrini aşmak için kullanın. 600 sayfa sizi korkutmasın. Zira…

Korku aklın katilidir. Korku toplu yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiğinde, onun yolunu görmek için iç gözümü kullanacağım. Korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.

Film kitabın yarısını anlatıyormuş diyorlar?

Evet, Filmde Kabalcı’nın baskısı ile romanın 377. sayfasına denk gelecek yere kadar olan olayların bir kısmı işleniyor. Romanın tamamı ise 590 sayfa. Ancak romanda olaylar eş zamanlı anlatılıyor. Hikaye bir Baron’u, bir Paul’u anlatıyor. Yer yer yan karakterlerin başına neler geldiğini de açığa çıkarıyor. Kynes, Halleck, Leto ve Hawat’ın neler yaşadığını da az çok takip edebiliyoruz. Özetle, ikinci film 377. sayfanın öncesinde diğer karakterlerin başından geçmiş olayları da alıp anlatabilir hâlâ daha. Ama yapacaklarını sanmıyorum.

İkinci filmin ana karakteri Chani olacak diye bir söylenti var. Birinci filmin sonunda Paul’un çöl gezisi esnasında algılarının ne kadar genişlemeye başladığına tanık olmuştuk. Gelecek, geçmiş, diğer kişilerin anıları ve hiç gerçekleşmeyecek olaylara dair görülerin tamamı aklına dolmaya başlıyordu. Bunu film muhteşem göstermiş olsa da ikinci filmi bu şekilde izlemek çok kafa karıştırıcı olurdu. Zaman ve mekanı bizim gibi tek boyutlu algılayan Chani’nin gözünden hikayeyi öğrenmek izleyici için daha rahat olacaktır.

Son olarak biraz da şakayla karışık şunu ekleyeyim. Film kitaptaki bazı sözlerin de sadece yarısını uyarlamış. Örneğin ben Gurney Halleck’in Paul ile antrenman yaptığı sahneyi çok severim. Paul Halleck’e “Bugün havamda değilim galiba” der. Halleck de sinirlenip romanda şöyle bağırır.

Havanda değil misin? Bunun havanda olmakla ne ilgisi var? Gerektiği zaman dövüşürsün, havanda olsan da olmasan da! Sevişirken veya baliset (saz) çalarken havanda olman gerekebilir. Ama dövüşmenin havanla hiçbir ilgisi yoktur.

Gurney’in dövüşçülüğü ve alıntı yapması filmde var ama baliset eşliğinda şarkı söylemesi ve şakacılığı yok. Yukarıdaki sözlerinin de ilk üç cümlesi filmde var ama son iki cümlesi yok. Paul, Bene Gesserit ve dövüş eğitimi alıyor ama mentatlık ve suikastçilik eğitimi almıyor. Yani evet, film kitabın yarısını uyarlama politikasını çok ciddi bir şekilde izliyor.

Hollywood beni çok hayal kırıklığına uğrattı. Heyecan yapmaya korkuyorum. Biraz bekleyeyim, diğer insanlar izlesin diyorum. Ama onların beğenilerine de güvenemiyorum. Ne yapmalıyım?

Hollywood son yıllarda birçok insanı üzecek çok fazla iş yaptı. Bu film sizi birkaç sahnede üzse bile ardından size kendisini affettirecek yeni birkaç sahne gösterecek. Kalbinizi paramparça etmeyecek. Sevdiğiniz şeyleri yere atıp üzerine basmayacak. Filme dair her şeyi seveceğinizi söylemiyorum. Ancak sevecek bir şey bulacağınızdan eminim. Bu riski alın, filme gidin. Zira Arrakis’in çölünü 3 boyutlu sinemada deneyimleme şansı bir daha geri gelmeyebilir.

YouTube player

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.