Margaret Weis ve Tracy Hickman ikilisinin yeni Ejderha Mızrağı romanının ilk bölümünü sizler için çevirdik. Hickman da çıkış tarihinin yaklaşması şerefine ilk bölümü bizzat okuyarak hayranlarla paylaştı.
Bir süredir Weis & Hickman ikilisini yazdıkları yeni kitaplarla değil Wizards of the Coast’a açtıkları davayla konuşuyorduk. Görünüşe göre WotC yazmakta oldukları Dragons of Fate (Kaderin Ejderhaları) üçlemesinin ilk romanı Dragons of Deceit (Hilekârlığın Ejderhaları) bittikten sonra sözleşmeyi feshetmişti. Takip eden uzun bir dava sürecinin ardından neyse ki taraflar uzlaşmayı başarmıştı.
An itibariyle dava konusu serinin ilk kitabı Hilekarlığın Ejderhalığı’nın çıkışına iki ay kalmış durumda. Yeni üçlemede Solace ormanlarında yaşayan soylu bir ailenin kızı olan Destina Rosethorn‘un Mızrak Savaşı’nda babasını kaybettikten sonra kaderi tersine döndürme çabalarını okuyacağız. Destina önce favori kenderimiz Tasslehoff Burrfoot‘dan Zamanda Yolculuk Cihazı’nı almaya çalışacak. Sonrasında yeni dostları Tasslehoff, Thorbadinli cüce Wolfstone ve bronz ejderha Saber ile bir başka büyülü eşyanın peşinden Zaman Nehri’ne uzanan bir yolculuğa çıkacak.
Hickman, yeni karakterimiz Destina ve Rosethorn ailesinin her şeyden izole, huzurlu bir hayat sürerken bir anda evlerinden çok uzakta süregelen savaşın ortasında kalacağını söylüyor.
Destina kendi iradesi dışında gelişen olaylar tarafından talihi bir anda tersine dönen bir karakter. Hilekârlığın Ejderhaları kendimiz için öngördüğümüz kaderin bizi bekleyen kader olmadığının farkına varmak ve bunun yaşattığı hayal kırıklığı üzerine yazılmış bir roman.
Romanın ilk bölümü yaklaşan çıkış tarihi şerefine geçtiğimiz gün okuyuculara sunuldu. Hickman da romanın çıkışını kutlamak için bizzat bölümü seslendirdiği bir video yayınladı. Hickman’ın videosuna ve kitabın çevirisine haberin devamında ulaşabilirsiniz.
Dragons of Deceit – ÖN OKUMA
Destina öğlen yemeğinden sonra gün odasında annesi ve babasıyla buluştu. Gün odası kalenin en keyifli odasıydı. Öğlen güneşi onlarca pencereden içeriye uzanır, her tarafı ışık ve sıcaklıkla doldururdu.
Atieno bugün ayrıca keyifliydi. Ne de olsa halkının geleneklerine göre genç kızlar 15 yaşında kadınlığa erişirdi.
Gregory ellerinde hediyesini koyduğu ahşap kutuyla yanlarına yaklaştı. Attığı her adımda neşesi, karısının yanına her gelişinde olduğu gibi giderek artıyordu. Eşini öptü ve ona kendisine kızını, mutluluğunu verdiği gün hissettiği neşeyi diledi.
“Bana ne hediye aldın anne?” diye sordu Destina.
Atieno, Destina’ya altın bir zincir uzattı.
“Güneşin, buğday başaklarının ve sonbahar yapraklarının rengi, altın,” dedi Atieno. “Sarı yıldızın tanrıçasının rengi, altın.”
Destina’nın kendisini var olmayan tanrılarla ilgili tartışmalara sokmaya niyeti yoktu. Zinciri boynuna taktı ve annesine teşekkür etti.
Sıra Gregory’nin hediyesindeydi: Yalıçapkını motifiyle süslenmiş gümüş bir kadeh. Yalıçapkınının kanatları gök mavisi, göğsü ateş turuncusuydu. Bizzat şövalyeliğin kurucusu Vinus Solamnus tarafından şövalyelerin sembolü olarak seçilmişti. Cesaretin ve umudun sembolüydü yalıçapkını. Hikâyeye göre dünyanın yaratıldığı gün göklere uçma cesaretini gösteren ilk kuştu.
“Umudun için kızım,” dedi Gregory.
“Baba, çok teşekkür ederim! Çok güzel!” Destina kollarını babasının boynuna sarıp bir öpücük kondurdu.
Gregory de kızına sıkıca sarıldı, ardından kutlama için kendisine ve eşine birer kadeh şarap doldurdu.
“Lütfen baba, bana da biraz doldursan, yeni kadehimle içsem olmaz mı?” diye yalvardı Destina. “Hem bak, annem de bugün artık kadın olduğumu söyledi.”
Kadehini uzattı, Gregory maşrapasından kadehe birkaç yudum şarap doldurdu. Gregory ve Atieno kızları için kadeh kaldırdı. Destina da anne babasına ona hayat verdikleri için teşekkür etti ve kadehini inceleyip güzelliğini takdir ederek şarabını içti. Bitirdikten sonra kadehi annesine uzattı.
“Şarabın kalıntılarına bakıp geleceğimi söyle anne,” dedi Destina.
Atieno kadehin dibindeki tortulara baktı.
“Ne görüyorsun anne?” diye sordu Destina.
Atieno aniden dehşet dolu bir çığlık koyuverdi ve kadehi fırlatıp attı. Gümüş kadeh tüm odayı saran bir çınlama sesi eşliğinde taş zemine düştü ve bir sandığın altına yuvarlandı.
Atieno eliyle kadehe doğru bir korunma hareketi yaptı ve Destina’nın anlamadığı, ancak kendisinin “büyü” olarak adlandırdığı birtakım sözler mırıldandı. Ardından sandalyesinden kalktı ve koşarak odadan çıktı.
Gregory endişeyle eşini izledi. “Annenin nesi var? Ne söyledi?”
“Sanırım annem kadehin içinde uğursuz bir alamet gördü ve yanlış anlamadıysam kötülüğü defetmek için büyülü bir efsun yaptı.”
“Nasıl bir uğursuz alametti bu?” diye sordu Gregory.
“Ben… Şey… Tam olarak anlayamadım,” dedi Destina. “Gidip öğreneceğim.”
Annesini aramaya gitti ve Atieno’yu yatak odasının penceresinden kızarmış sonbahar yapraklarıyla bezeli parlak, mavi gökyüzünü izlerken buldu.
“Gel de şu renklerin güzelliğine bak Destina. Yalıçapkını rengi bunlar. Gökyüzü mavi, yeryüzü turuncu.”
Destina yalıçapkınlarını da sonbahar renklerini de umursamıyordu. Kanun kehanetlere ve hurafelere inancı yasaklamıştı. Destina da ona uygun hareket etmeye çalışıyordu ama aklından geçen soruların cevabı, Kanun’un otuz yedi cildinden birinde bile yoktu.
Atieno camdan dışarıyı izlemeye devam etti. Annesinin gözlerinden süzülen yaşları görünce Destina’nın korkusu daha da arttı. Onu ağlarken hiç görmemişti.
“Anne, kadehin içinde ne gördün?” diye sordu tekrar.
“Nasıl baş edebiliriz gelmekte olanla?” diye sordu Atieno. “Nasıl taşıyabiliriz bu yükü?”
Destina’ya döndü ve yavaşça “Ah zavallı çocuğum…” diye mırıldandı.
Destina Kanun’a sığındı. “Anne, Kanun’da yazanları hatırla: ‘Kılıcı Paladine döver ama nasıl kullanacağını insanoğlu seçer.’ Yaşam boyu yaptığı eylemlerden kişinin kendisi sorumludur. Kanun ayrıca uyarılarda da bulunur: ‘Hiçbir kâhine güvenmeyin, bilin ki onların sözleri gafiller içindir.’”
“Benim halkım da der ki ‘Kurt öldürmek, kuzu ölmek için doğmuştur.’” Atieno yaşlarla dolu kara gözlerini kızına dikti.
“Anne, lütfen bana kadehte ne gördüğünü söyle!” diye yalvardı Destina çaresizce.
“Kadehi getir,” dedi Atieno. “Ne gördüğümü göstereceğim.”
Destina hemen gün odasına doğru koştu. Dizlerinin üstüne çöküp kadehi sandığın altından aldı. Ardından annesine geri döndü ve kadehi ona uzattı.
Atieno irkildi, kadehe dokunmak istemiyordu.
“Bak kızım, bak ve bana ne gördüğünü söyle.”
“Ben kalıntılardan başka bir şey göremiyorum ki anne,” diye karşı çıktı Destina.
Atieno “Bakarsan görürsün!” diye üsteledi.
Destina iç çekerek kadehin içine baktı ve tortuların tanıdık bir imgeye dönüştüğünü fark etti. Sonra düşünmeden bir kahkaha patlattı, “Hiç komik değil anne. Tortular ejderha şeklini almış. Bak, burada kuyruğu, burada kafası, burada da kanatları var…”
Dehşet dolu bir soluk duydu ve başını kaldırıp annesine baktı. Atieno’nun yüzündeki ve dudaklarındaki kan çekilmişti, esmer cildi soluk kireç rengiydi. “Sen de gördün! Aynı alamet. Yanıldığımı ümit ediyordum ama sen de gördün!”
“Beni korkutuyorsun anne,” dedi Destina. “Bir ejderha şekli gördüm o kadar. Bunlar alt tarafı çökelti, tortu, ölü mayalar. İşte, bak!”
İşaret parmağını kadehe daldırdı ve içinde gezdirdi. Ejderha şekli, parmağında kızıl bir leke bırakarak kayboldu. Destina parmağını kaldırıp annesine gösterdi.
“Bak anne. Endişelenmene gerek yok. Ölü mayalar da ejderha da gitti.”
Atieno dehşet içinde Destina’nın parmağındaki kızıl kalıntıya baktı ve sandalyesine yığıldı. Hasta gibi görünüyordu, Destina babasına haykırdı.
Çeviri: Sena Nur Yıldız