Vampire

Vampire: İzmir by Night (Bölüm 1)

 

İZMİR GECELERİ

KISIM 1: Görevimiz: Belaya Bulaşmak 

İşaretler vardı, fakat kimse bunları çözemedi.
~~~
Uyarılar vardı, fakat kimse bunları önemsemedi.
~~~
Kehanetler vardı, fakat onlar bu kehanetleri yanlış anladılar.
~~~
Ve eğer bir dönüş yolu vardıysa bile, bu çoktan, ama çoktan geçmişti…

İlgili Makaleler

 Şeref Ünal, Caitiff, Inconnu’nun İzmir Sözcüsü

************************

Farları kesik kesik yanarken 68 model Mustang delicesine bir hızla geniş düz sokakları birer birer katetmekteydi. Neredeyse her yanı kırılıp dökülmüş olan araba dengesizce sağ sol manevraları yaparak ilerliyor, etrafta ne varsa çarpıp savuruyordu.

Arabanın içinde 3 kişi vardı. Tedirgin bakışlar üçünde de görülebiliyordu. Bu tip aksiyonları daha önce de yaşamış olmalıydılar, çünkü altlarındaki Mustang’e ve dikkatsiz ilerleyişe rağmen henüz yollarını kesen herhangi bir şey olmamıştı. Dışardan görünen sadece dengesiz manevralardı, fakat içerdekiler için asıl sorunun bu olmadığı belliydi. Çünkü arkada oturan Tevfik şimdi arka koltuğu parçalayarak koltuğun içine gizlenmiş iki Uzi ve bir yığın şarjörü dışarı çıkartmıştı.

“Erdinç… Hala peşimizdeler mi? Herhangi bir kısa yoldan karşımıza çıkmasınlar?” dedi uzun saçlı topsakallı olan. Bir taraftanda derin, kısık bakışlarla aynalardan geriye bakıyordu.

“Bilmiyorum Cem. Elimden geldiğince hızlı gitmeye çalışıyorum, ama araba oldukça hasarlı gözüküyor. Arabanın arkası yere sürtüyor ara sıra, sende duyuyorsun sesini…” deyiverdi Erdinç. Tedirginlik yüzünden okunuyordu.

“Silahlar hazır.” Dedi arka koltukta oturan Tevfik. İkinci Uzi’ye de şarjörünü sertçe geçirdi, Cem’e uzattı.

“Kap şunu, önü arkayı kollayalım.” Dedi adeta Cem ile Erdinç’in laflarını kesip atarcasına. Ardından da sol arka camı açtı, kapının iç kısmına dayandıktan sonra göğsünü arabadan dışarı çıkardı, karanlık caddelerde bir o yana bir bu yana giden arabada etrafı keskin ve beklentili bakışlarla izlemeye koyuldu.  Cem’de aynı şekilde sağ ön camı açarak göğsüyle beraber dışarı sarktı. Şimdi ikili çapraz vaziyetteydi ve etrafı pür dikkat izliyorlardı. Silahları hazır, parmakları tetikteydi. 

Erdinç bir taraftan arabayı olabildiğince düzgün sürmeye çalışırken öte yandan cep telefonunu aldı, hızlıca bir numarayı buldu. Numara Cenk İşler’e aitti. Prens tarafından Şerif olarak görevlendirilmiş, oldukça güçlü ve agresif bir vampirdi kendisi. Sert kişiliğine, agresifliğine ve klansız bir vampir olmasına rağmen Anadolu’da kendisini vampir toplumuna kabul ettirmiş birisiydi.

Erdinç numarayı aradı;

“Alo. Cenk Abi.”

“Erdinç. Sen misin? Buyur ne oldu?”

“Abi neler oldu bilemezsin. Senin söylediğin iş için Göztepe tarafına geçmiştik ya. İşler çok karıştı şimdi abi!…”

“Erdinç neler oluyor? Düzgünce anlatsana şunu! Size söylediğim yere gittiniz mi? Anlat her şeyi baştan.”

“Abi evet… Aynen senin dediğin gibi gittik araba tamirhanesine. Dediğin adamı bulduk, kendi yöntemlerimizle bir güzel konuşturduk. Herif bize Mumcu tarafına gitmemizi söyledi. Tuttuk onu da Mumcu tarafına geçtik…”

Tam bu sırada arabanın arkası sola savrularak bir çöp tenekesine çarptı ve Erdinç’in zamanında direksiyonu kıvırmasıyla dönemeçteki evin duvarını ıskaladı. Cem ile Tevfik bir anda arabadan dışarı uçacakmış gibi oldularsa da arabanın tepesinde kalmayı başardılar. Erdinç’e, arabaya, peşlerinden gelenlere küfür saydırmaya başladılar.

“Sonra abi. Mumcu’da adamın dediği yere gittik. Yıkıntı halinde eski bir yer abi. Eskiden bir Rum kilisesiymiş sanırım. Sonradan yıkılmış ve bilindiği kadarıyla kimse oraya uğramazmış. Zaten kalıncak bir tarafı da yok, camı duvarı, tavanı kalmamış bir yapı.

Ama oraya yaklaştıkça yanıp sönen araba farları görmeye başladık. 1 kilometre kadar yakından adamlar bizi fark etmişlerdi. Sonra o bölgeye direk yaklaşmaktan vazgeçtik biz, bu tamirhanenin sahibi elemanı da alarak arabaların olduğu yere yürüyerek yaklaşmaya başladık.”

Burada Cenk hemen söze girdi, sesi oldukça sertti.

“O eleman hakkında ne öğrendiniz? Kimmiş? Neyin nesiymiş hergele?”

“Abi herifin adı Emir. Seninde bildiğin gibi oto tamirhane dükkânı var, türlü kaçakçılığa, dolandırıcılığa bulaşmış şerefsizin teki. Ötmeye başladıktan sonra bize aradığımız yerin burası olduğunu söyledi. Aradığımız tiplerinde birkaç gecedir buralarda toplandıklarını söyledi. Dediğine göre Rum Kilisesinin etrafında Eski İzmirlilerin gecekondu evleri varmış. Bu şerefsizde doğudan getirdiği gençleri kapkaççılık, market soygunları, ot, uyuşturucu vesaire türlü çeşit pisliğe sokarak kendisi için çalıştırıyormuş. Kalacak yer olarakta burayı göstermiş onlara. O gecekondularda kalanlar bu it kopuk tiplerin başlarını bi belaya bulaştıracağını düşünerek oradan çekip gitmişler, yıkık dökük bıraktıkları gecekondularda bunlara kalmış.

Ama iki üç gün içersinde elemanlarının hepsi ortadan kaybolmuş, daha sonra onlardan bazılarını Eski İzmir yolu üzerinde çırılçıplak ve başları kesik bulanlar olmuş. Ama kimin ne için onları bu şekilde öldürdüğünü kendisi de bilmiyormuş –bu bilginin doğru olduğundan eminiz, çünkü adam cidden fena etkilenmiş olaydan ve sorunca dişleri şakır saya saya anlatmaya başlamıştı.”


Anladım devam et…”

“Sonra abi, dediğim gibi oraya yürüyerek yaklaşmaya başladık biz. Yaklaşırken adamların bizim orada olduğumuzdan habersiz olduğunu düşünüyorduk fakat biz onlara çok yakınken birden motorlarla, arabalarla harekete geçerek bizim üzerimize gelmeye başladılar.

Ordan hızlıca kaçmaya başladık ama Emir kurtulamadı sanırsam. Hepimiz bir yana dağılmıştık ki bir süre sonra izimizi yeniden kaybettirmeyi başardık. Sonra Tevfik onlardan birkaçını harcayıp şu anda içinde olduğumuz Mustang arabayı almış, Cem’le beni bularak oradan hızla uzaklaştık fakat herifler peşimize düştüler. Buraya kadarda bizi takip ettiler. Hala peşimizdeler sanırım. Göztepe’de ve Konak’ın yukarısında onları tekrar gördük, ordu gibi geliyorlardı, zor bela kurtulabildik.”

Burada Cenk’in sesi sipsivri tahta bir kazık gibi aniden Erdinç’in göğsüne girmişti adeta.

“Hala peşinizdeler mi! Nasıl yani!”

“Abi ne yapalım sana soruyorum. Herifler peşimizde. Tevfik onlardan ikisini harcadım diyor. Adamların üzerlerinde Kara El’in mühürlerini görmüş. Onlarda vampirler bizim gibi. Aynen senin bize düşündüğünü söylediğin gibi abi. O yıkıntı kilise bir Sabbat üssü olabilir!

Sayıları 20 30 kadar. Altımızda külüstür bir araba var, zor bela kaçabildik bununla. Bizi yakalamaları an meselesi.

Elizyuma gelelim mi abi? Sen nerdesin? Bizi koruyabilir misiniz?”

“Saçmalama Erdinç. Elizyumun yerini mi gösterelim adamlara. Hem ben şu anda İzmir’in yarım saat bir saat kadar dışında bir yerdeyim. Oraya gelemem. Ama Elizyuma gitmeyin, kendinize gidecek başka bir sığınak bulun şimdilik, ben seni sonra tekrar ararım tamam mı? Prensi arayacağım şimdi, durumla ilgileneceğiz merak etme.”

“Tamam abi saoalsın, görüşmek üzere” diyerek sözlerini bitiren Erdinç telefonu kapatıp tekrar cebine soktu, ardından kenardan Cem’i dürterek Tevfik’le beraber arabaya inmesi için işaret yaptı. İkili beraber arabaya girdiler.

“Beyler Cenk abi Elizyuma gitmeyin diyor. Sığınacak başka bir yer bulmamız gerekiyor ne yapacağız? Var mı bildiğiniz bir yer” diye söze girdi Erdinç. Bu sırada araba bir kez daha hopladı, arka tarafı güçlü bir şekilde yere sürttü ve arka tampon parçalanıp uçtu. Arka kısımdan yayılan kıvılcımlar arabanın içine kadar girdi neredeyse. Bu esnada her iki taraftan da yanan kıvılcımları gören Tevfik’in gözleri saliselik süre dilimi içersinde büyüdü ve içgüdülerini kontrol edemeyerek öne doğru fırladı. Ardından kendini toparladı ve arka kısımda, kısılı kalmış bir fare gibi büzüldü. Ardından Cem söze girdi, hızlıca konuşmaya başladı;

“Abi Bayraklı’dan yukarı çıkalım o zaman. Zaten Bayraklı’da yollar karmakarışık, bir iki kere izimizi kaybettirdikmi bir daha bizi bulamazlar, oradan Bornova tarafına geçeriz, artık sığınacak bir yer bulunur orada da, Tevfik’in bildiği tanıdık bir iki yer vardı sanırım. Olmadı bizim Çilek’in mekâna dadanırız.”

Cem cümlenin sonunu sırıtarak bitirmişti. Çilek böyle habersiz uğramalara alışık mıydı, ne derece bir tepkiyle karşılardı merak ediyordu. 

Erdinç için başka seçenek yoktu, “Tamam öyleyse bu araba Bayraklı’nın dimdik yollarını kaldırabilir mi bilmiyorum ama bakalım.” diyebildi ancak.

Sonra araba gürleye gürleye Bayraklı’nın yokuşlarında ilerlemeye başladı.

************************ 

“Peşimizde değiller artık sanırım.”

Sessizliği ilk bozan Tevfik olmuştu. Parçalanmış arka koltuğa tünemiş etrafı izliyordu. Gece vakti güneş gözlüğünü geçirmiş, şüpheyle etrafı izliyordu. Güneş gözlüğü ise onun kızıl gözlerini saklamaya yarıyordu. Sonra Cem devam etti,

“Evet, bayağı çıktık yukarı ama peşimizden gelen yok gibi görünüyor. Erdinç, Bornova’nın arkasından çıkalım mı abi?”

“Tamam, öyle yapalım, bildiğim pek kullanılmayan bir yol var. Oradan Bornova’nın arkasına sarkarız, oradan da Çilek’lere.”

“Tevfik, o peşimizdekiler harbi Sabbat mıydı? Eminsin yani değil mi?”

“Evet olm ya. Yalan mı söylicez! Diyorum ya ikisini harcadım bu arabanın yanında, ikisi de silahlıydı, ikisininde üzerinde Kara El’in sembolü vardı. Vampir güçlerini bile kullandıklarını gözlerimle gördüm. Teki bana doğru koşarken birdenbire acayip hızlanmıştı. O gücü daha önce sende kullanıyordun ya Erdinç. Öteki de kurt formuna dönüşüp üzerime atladı. Atam Tufan’ın gözlerimin önünde kullandığı bir güçtü bu da. Zaten ikisini de harcayıp harcayamadığımdan emin değilim, kurtun göğsünü parçalayıp iç organlarını dışarıya boşaltıyordum ki teki arkamdan saldırdı, ona dönüp işini gördükten sonra bu arabaya atladım, bastım gittim.”

Erdinç gene şüpheyle Tevfik’e döndü ve baktı. Sonra dudaklarını büktü garip bakışlarla yolu izlerken konuşmaya başladı.

“Bilmiyorumki baba bende. Daha önce İzmir’de Sabbat’lara hiç rastlanmamıştı. Ben İstanbul’da oldukça aktif olduklarını biliyordum ama İzmir’den Kurtuluş Savaşından sonra tümüyle vazgeçtiler diye duymuştum. Atam öyle söylemişti en azından.”

“Evet, öyle bir şey bende duymuştum Erdinç.” Diye söze girdi Cem.

“Ama adamların Kurtuluş Savaşı’ndan sonra buradan tümüyle vazgeçmeleri bana pek mantıklı gelmiyor. Sabbat gibi bir gücün İzmir’den vazgeçip de 80 yıldan fazla süre bir daha aklına getirmemesi… Bütün bunlar bana da mantıklı gelmiyor anlayacağınız. Belki de onlar hep buradaydılar. Kim bilir?…”

“Böyle bir şey vardıysa prensin bundan mutlaka haberi olmuş olmalı değil mi?” dedi keskin bir ses tonuyla Tevfik. Sözünü esirgemezdi kimseye karşı. Şimdide şüphe uyandıran bu konuda sözünü esirgememişti.

Bu noktada Cem söze girdi;

“Prens Hakan’ın Tremere üstatlarıma verdiği bilgi, Sabbat güçlerinin Kurtuluş Savaşı ile birlikte İzmir’den ayrıldıkları ve bu bölgeyi daha güçlü konumda bulunan Camarilla güçlerine bıraktıkları. Prens; Camarilla burada savunma ve saldırı gücünü koruyup yönetimsel kontrolünü de kaybetmediği sürece bu toprakların Anadolu’nun tamamında olduğu gibi Camarilla’nın elinde olacağını savunuyor.” 

“Ya da kendi dominasyonunu koruyabilmek için yaşlıları avucunun içinde tutmaya çalışıyor. Malum, o bir Ventrue. İç karışıklığa ve iplerin onun elinden kurtulmasına pek tahammülü olmaz. Güç onun elindeykende bunu ne kadar faydalı kullanır, o da bilinmez…” deyiverdi Tevfik İçine düşmüş oldukları bu zor durumun faturasını sağdan soldan çıkarıyordu.

“Herneyse… Çilek’in evine az kaldı sayılır. Ona her şeyi anlatacak mıyız?” diyerek toparlamaya çalıştı Erdinç.

“Açıkçası Çilek’e her şeyi açmamızın çokta tutarlı bir hareket olacağını sanmıyorum. Sadece Cenk abi, başımıza bir iş açtığımız için bir süre onun evinde sığınmamızı uygun gördü desek yeterli olur heralde. Fazla kurcalamaya çalışırsada bana bırakırsınız, ben bir şeyler bulup kıvırırım ona. Merak etmeyin.”

“Tamam. Sen bilirsin Erdinç. Nasıl biliyosan öyle yap.”

Mustang 68 zorlana zorlana Bayraklı’dan Bornova’a geçmeyi başarmıştı. Üç vampir aracı eski otoparka terk ettikten sonra sabah yaklaşırken hızla Çilek’in evine doğru ilerlediler.

 ************************

“Çilek’in evi burasıydı evet” dedi Erdinç önü bahçeli köşkün arkasından dolanırken. Ön kapıya varmaları birkaç dakika daha sürecekti. Bembeyaz köşk ise gece vakti öyle müthiş ışıklandırılmıştı ki tepeden bakıldığında adeta üzerinden bal damlıyordu aşağıya.

“Tam Çilek’in zevkine göre bir yer olsa gerek. Onun mecnun doğası ancak burayı kaldırabilir değil mi?” diye devam etti Cem.

“Sessiz ol Cem. Seni dinliyor farkında değilsin herhalde.” diye ekledi Tevfik. Tüm vücudunu kaplayan kat kat üstüste birikmiş cüppeyi daha bi üstüne çekiştirdi. Yüzünün olması gerektiği yerde herhangi bir canlının sahip olamayacağı derecede iğrenç bir yüz vardı. Ve sadece yüzü değil, Tevfik’in dış görünüşü tamamıyla estetikten uzaktı. Üzerine giydiği çul benzeri cüppe ile dışarı çıktığı zanlar dış görünüşünü ölümlü gözlerden gizliyordu. Vampir laneti Tevfik’i ‘estetik olmayana’ bağımlılığa sürüklemişti. O bir Nosferatu’ydu. Ve Çilek’in köşküne guruldayan seslerle karşılık veriyordu. Tevfik “Köşkün dört bir yanında bizi izleyen gizli kameralar ve ses kayıt cihazları olsa gerek. Ön kapıya vardık işte, hadi çağırın şu kızı da kapıyı açsın” diyerek öne doğru birkaç adım attı. Sağ adımlarını normal bir adımdan çok daha büyük atarken, sol adımı hep geriden geriden diğerini takip ediyordu.

 Kapıyı açsın? Ama olması gereken yerde bir kapı yoktu!

Üçlü parçalanmış parmaklıklı girişin önünde içeriyi izleyedurdular. Köşkün kapısı da parçalanmıştı, çift kanatlı kapının olması gerektiği yerden giriş holü görünebiliyordu.

Köşkün önündeki bahçede K9 cinsi köpekler, polis eğitmenleri ile beraber içerideydiler. Girişe bir sürü polis aracı yığılmıştı ve her tarafta polisler, ajanlar gezinmekteydi. Bulabilecekleri ne bilgi varsa bulmaya çalışıyorlardı.

Tevfik, Erdinç ve Cem bir süre köşkün içersine bakakaldıktan sonra birbirlerini çekiştirerek hızla köşkün önünden koşup kaçmaya başladılar. Onları görmüş olabilirlerdi ama bundan tam emin değildiler.

Birkaç sokak boyunca hızla kaçan üçlü daha sonra buldukları bir ara sokakta durdular ve arkalarından gelebilecek olası sesleri dinlediler.

Hiç ses yoktu…

“Çilek’in evi! Oraya ne olmuş olabilir!” dedi Cem.

“Bilmiyorum, hiçbirşey anlayabilmiş değilim.” Dedi Erdinç.

“Girişteki arabayı gördünüz mü? Her tarafı parçalanmış arabayı?” dedi Tevfik şüphe uyandırırcasına ince ve kısık bir sesle.

“Hayır, ben dikkat etmedim o arabaya” dedi Erdinç belli belirsiz.

“O araba bizim Mumcu’da bıraktığımız arabaydı beyler. Araba aynı, plakası aynı.” dedi Tevfik sessizliğin hâkimiyetini bozmak istemezcesine. Ses boğazından öyle bir guruldayarak çıkmıştı ki Tevfik ve Erdinç eğer bir ölümlü olsalardı sesin ürkütücülüğünden kaçmayı isteyebilirlerdi. Ama bir vampir olsalar bile Tevfik’in sözleri onları iyiden iyiye germiş ve daraltmıştı.

“Onlar buraya gelmişler. Çilek’e ne yapmışlar bilmiyorum. Ama hedefleri biz değilmişiz anlaşılan. Üstelik Çilek’in evini de biliyorlarmış.”

Üç vampir birden oldukları yerde kalakaldılar, ölümcül bir sessizliğe büründüler.

Elizyumdan alınmış bir Range Rover Jeep plakasıyla, içindeki her şeyiyle birlikte şimdi polis güçlerinin elindeydi!…

 
Yazan: Hakan “Eldarin” Arslan

Bu İçeriğe Oy Verin

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Log In

Forgot password?

Forgot password?

Enter your account data and we will send you a link to reset your password.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Log in

Privacy Policy

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.